Yıl 2023. Hayatımıza göz attığımızda, her şey film şeridi gibi gözümüzün önünden geçiyor. Kendimizi bildik bileli neleri yaşadığımızı hatırlamamız, ilerisi için daha sağlıklı değerlendirme yapabilmemize imkan sağlayabilecek.
Yaşayışımızda çelişkiler:
Hayatımız, bir yönüyle olumlu özelliklere sahipken, diğer yönüyle problemli bir yöneliş içindedir. İnsanlar arası samimiyet ve dostluklar nomal’e yakın seviyede yürüyor. Fedakarlık ve dayanışma diğerine göre biraz daha düşük halde gerçekleşmektedir. Güven ve sadakat, faktörleri neredeyse unutulmaya başlamıştır.
Sosyal hayatta, bu tür sosyal eksiklik ve kayıplar, sadece tutum ve davranışlarda değil, yaşayış tarzında da sapma ve bozulmalara yol açmaktadır.
Bu sapma ve yalpalamalar, yanlış yaşama tarzlarını açığa çıkartmaktadır. Çünkü, bir toplum, kendi varlık gerçeğini ve yaşama felsefesini kaybettiğinde, ama bir insanın durumuna düşer ve mutlaka başkalarının yardımıyla hayatını sürdürebilmek zorunda kalır.
Hayatımızdaki zıtlık ve gariplikler, öncelikle insanlara ve hayata bakışta kendisini gösteriyor. İlgisizlik, bencillik, kendini olduğundan fazla değerli görme, başkalarını küçümseme veya diğer insanlara karşı ilgisiz kalma… Böyle bir yaşama anlayışı, ne o kişiyi ve ne de kişinin başkalarıyla münasebetini sağlıklı hale getirebilir.
İkinci bir konu, kültür ve geleneklere ters bir yaşayış içine girme. Bir kişinin, toplumda süregelen inanç ve ahlak değerlerine karşı bir tutum, giyim ve yaşama tarzını benimsemesi, nasıl bir problemin sonucu olabilir. Bunun cevabı; sosyal hayatı, değerleri, davranış şekli ve giyiniş tarzını reddetme ve başka bir dünyayı benimsemeyi ortaya koyuyor.
Kural ve sistemde farklı dünyaların ağırlığı:
Kişinin duygu, düşünce ve davranışları, aslında onun inanç ve ahlak sisteminin bir yansımasıdır. Bir manada, yaşayış felsefesini başka değer ve anlayışlar üzerine kurmasıdır. Bu durumu analiz ettiğimizde, terbiye ve eğitimin bu tür insanlara tam olarak verilememiş olduğunu veya verilmesine rağmen başka kültür ve hayat anlayışların özellikle genç insanımızı kendine bağlı hale getirdiğini söylemek durumundayız.
Eğitim ve terbiye sistemimize baktığımızda, kendi kültür ve ahlak değerlerimizin gerekli bilgi ve davranış şekli olarak verilmediğini görebiliyoruz. Dolayısıyla ilk problemin, verilemeyen bir değer ve kültürün, nasıl gerçekleşebileceği hususu karşımıza çıkıyor.
İkinci konu ise, yabancı bir kültür ve hayat anlayışının gençlerimiz üzerindeki yabancılaştırıcı etkisi olmaktadır. Bu durum da, yine aile ve eğitim sisteminin gençler üzerinde kendi kültür ve dünya anlayışlarını etkin hale getirememiş olmasının bir sonucu olarak yaşanıyor.
Bu gerçekler ışığında, bir toplumun kültür ve ahlakının, insanında gerçekleşemediği gibi bir durum ile karşı karşıya kalmış oluyoruz. Yani, başka bir kültür ve dünya görüşünün insanımız üzerindeki etkisinden daha çok, kendi kültür ve değerlerimizi insanımıza benimsetememenin sıkıntılarını yaşamaktayız.
Sonuç olarak, toplum ve yönetim sistemlerinin ciddi bir sorumluluk eksikliği ile yabancı dünyalara doğru, kendi insanımızı “sahipsiz bırakmak” gibi bir hatanın içinde olduğumuzu görebiliyoruz.
İnsanımızın değerlerinden uzaklaşarak, farklı ve yabancısı olduğumuz bir dünyanın ahlak ve anlayışı ile, kendi kültür ve ahlak sistemimizi ne kadar muhafaza edebiliriz. Farklı dünyaların insanı olan genç veya yetişkinlerin, ne kadar bu toplum ve bu toplumun gelenekleri ile sağlıklı bir ilişki ve beraberliği sürdürebileceği tehlikeli bir noktaya gelmiştir. Çünkü, birinin doğru dediğine, diğer yanlış derse, o toplumda hangi ortak değer ve idealler gerçekleşebilir? Bu halin, basit bir mesele olmadığını, bir sosyolog olarak söylememiz, acaba yetkili birilerini harekete geçirebilecek mi?.. Bu konu; toplum olarak bu konuya sahip çıkmamıza bağlı olarak gerçekleşebilecek.
Prof. Dr. Sami Şener