İnsan olarak en çok neyden kaçarız ve neyi yok sayarız, diye bir soru sorsak muhtemelen gelen cevapların çoğu duygularımızla bağlantılı olacaktır. Bazı olumsuz durumlar yaşadıktan sonra bulunduğumuz yerden uzaklaşma (kaçma) dürtüsü, can sıkıcı bir olayın ardından gelen sigara ya da alkol kullanımı, yanlış bir davranışın ardından gelen savunma mekanizması ve sevilen birinin kaybının gerçek olmadığını düşünmek gibi nice davranışlar duygulardan kaçmak içindir.
Aslında kaçılan şehrin duvarları değildir. Kaçtığımız şey yaşadığımız duygulardır. Peki biz neden bize geri bildirim veren duygularımızı vücudumuzdaki bir iltihap gibi görür, duy(u)maktan kaçma ve yok sayma meyli gösteririz?
Muhtemelen tüm bunları benliğimizi bir kırılmadan korumaya çalışmak, içinde bulunduğumuz handikaplı durumdan kendimizi sıyırmak için yapıyoruz. Duyguları fark edip anlamak yerine hasıraltı etmeyi daha kolay bularak duygularımıza sağır oluyoruz. Maalesef insanlık olarak öğrenilmiş bir çaresizliğimiz var bu konuda.
Peki şimdi duyguların bizler için nasıl geri bildirimler verdiğine bakarak onları neden hissettiğimiz ve onların başa çıkmadaki farkındalığı nasıl arttırdığına bakalım. Duygularımız, hayatta kalmamız için gerekli temel kaynaklarımızdır. Bize ne zaman ne yapacağımıza dair dönütler sunar. “Duygular bize ne zaman tehlikede olduğumuzu, ne zaman koşacağımızı, ne zaman savaşacağımızı ve neyin savaşmaya değer olduğunu söyler.”[1] Eğer biz korku hissediyorsak uzaklaşma, sevgi hissediyorsak ise önemseme sinyali verir. Üzülmek bir kayıp yaşadığımızı hatırlatır bize, merak duygusu keşfe yönlendirir bizi. Aslında bizi baştan aşağı bilgilendirir ve yönlendirir. Önce duygu hissederiz ardından düşünce gelir.
Yaşadığımız olayların duygularımızda karşılığı vardır. Cesaretimiz kırıldıysa ve sıkıntılı bir durumda isek üzgün, terk edildiysek ve sevdiklerimizden uzak kaldıysak yalnız hissederiz. Duygularımız, hayatımızdaki görünmez güçlerimizdir. Duygularla anlam bulur her şey.
Ama biz duygulardan kaçmayı, onlardan utanmayı o kadar iyi öğrendik ki onların bizim hayatımızı nasıl kolaylaştırdığını fark edemedik. Üzüntümüzden de sevgimizden de utandık. Sakladık, yok saydık. En yapılmaması gerekeni yaptık kendimize. Çünkü böyle büyüdük. Çoğu zaman duygularımız fark edilmedi ve ihmal edildi. Bizde bunun böyle olmasını gerektiğini o kadar içselleştirdik ki duygularımızı fark edemez olduk. Gizlediğimiz her duygu daha çok tesirlendi, bastırıp yok saymaya çalıştıkça gün yüzüne çıktılar. O kadar utandık ki duygularımızdan, kendimize dönüp “Ne hissediyorum?”, “Neden böyle hissediyorum?” diye sormadık, soramadık.
Duygular damarlarda akan ve tüm bedenimizi kuşatan kan misali ruhumuzda akar ve bizi kuşatır. Onları yaşamaktan kaçar ve o akışın önünü kesersek onlardan suçluluk duyar ve duygularımıza – dolayısıyla kendimize – yabancılaşırız. Sağlıklı bir duygusal yaşam için zengin parçalarımız olan duyguların esiri de yabancısı da olmamalıyız.
Duygularımızı tanıyıp onları anladığımız zaman hayatımızın kontrolünü elimize alacağız. Duygularımızı kabul edip bağ kurduğumuzda doğru eylemlerde bulunacağız. Kendimizi idare etmeyi öğreneceğiz. Utanmayacağız kendimizden. Kendimizi sorgulasak da acımasızca yargılamayacağız. Daha çok seveceğiz kendimizi; yaşadığım çok normal kendimi suçlamamalıyım, diyeceğiz. Barışacağız kendimizle, seveceğiz kendimizi. Hem de en çok biz…
Çok değerlisin, sevgiyle kal.
Anahtar Kelimeler
Duygu, Duygular
Kaynak
Çocuklukta İhmalin İzi: Boşluk Hissi
[1] Webb ve Musello, Çocuklukta İhmalin İzi, 170.
Çok etkili bir yazi. Düşünmeye sevk ederken insanı aynı zamanda da bir içgörü sağlıyor.