İnsanoğlu ister irrasyonel, ister rasyonel düşünsün yapıp ettiklerinin sürdürülebilir olması için onu anlamlı bulması gerekir.
Bir şeyin anlamlı olabilmesinin en temel özelliği kendisi için yararlı ve kullanılabilir olmasıdır. Bu iki özellik olduktan sonra o şeyi anlamlandırmak ve meşrulaştırmak daha kolay hale gelir. “İhtiyaç” kendisini zorunlu hale getirdiğinde veya kişi öyle sandığında meşrulaştırma kendiliğinden oluşur. Ne tür bir meşrulaştırma gerekiyorsa o şekilde tecelli eder; fikri, dini, sosyal, yasal vs… İşin meşrulaştırılması ile birlikte önem ve değer derecesine göre kutsanma ve kutsama süreci de başlar. Kutsamanın gerçekleşmesi ile birlikte o şey, kişinin, yaşama amacı, varlık nedeni haline dönüşür. O şey elinden alınsa, kendisini bitmiş, tükenmiş, yok olmuş sayar. Bugünün insanı açısından “diploma” işte tam da böyle bir şeye karşılık gelir. Bu nedenle pek çok kişi diplomasını kutsal bir metin/kitap gibi çerçeveletip duvara asar. Çünkü ondan güç ve enerji hatta gelecek devşirir.
Bundan dolayıdır ki insanlar önemsedikleri ve önemli gördükleri şeylere ayrı bir değer verirler ve başkalarından da o şeylere değer vermelerini ve onları önemsemelerini beklerler. Kendi önemsediklerinin başkaları tarafından önemsenmediğini gördüklerinde bundan rahatsız olurlar ve bunu kendilerine yapılmış bir saygısızlık olarak kabul ederler. Bu aşamada önem verdikleri şeyler ile “kutsal” dedikleri şeyler iç içe girmiştir. Veya “kutsal” dedikleri şeyler o kadar çoğalmıştır ve her düşünce, söz ve davranışını kapsar hale gelmiştir ki kendi bedeni de kutsalın en önemli bir parçası olarak tezahür eder. Dolayısıyla kendisi ile kutsalları, kendisi ile ihtiyaçları, ihtiyaçlar ile kutsal olan aynılaştırdığı, neredeyse birebir eşleştirildiği için, önem atfettiklerine ilgisiz kalınması onları rahatsız eder, hatta bu durumu ifade edilmese de kendi “kutsallarına” karşı bir saygısızlık olarak görülür.
Dolayısıyla kişinin, düşünce ve fikriyatını kutsaması, söz ve davranışlarını kutsamasına; söz ve davranışlarını kutsaması, kendisini kutsamasına; kendisini kutsaması, yakın çevresini örneğin sülalesini, babasını, evlatlarını kutsamasına yol açar. Böylece, bu kutsama, gözünün gördüğü, sözünün ulaştığı, nefesinin yettiği her şeye sirayet eder; örneğin kendisinin veya çocuklarının gelecek tasavvurları, beklentileri de kutsal bir talep ve beklentiye dönüşür. Bu gelecek tasavvurunun en temel öğesi ve en temel kutsalının da “diploma” olduğu görülür. Diploma kutsal addedilince, diplomaya giden her yol da mubah addedilir. Mubah addedilen şey zaten meşru ve gerekli bir şeydir. Dediğimiz gibi gerekli ve meşru addedilen bir şey, süreç içerisinde birincil derecede bir kutsala ve elbette dini bir ritüele, dini ve hayati bir davaya/ göreve evirilir.
Diploma, kişi ve toplum için hayata tutunabilmede, gelecek ve kariyer planlamasında tek araç haline gelmişse, o, doğal olarak hayatın da temel amacı haline gelmiş demektir. Yani araç, amaca dönüşmüştür. Bu noktaya gelindiğinde artık fikriyatın, etnik veya dini aidiyetin fazla bir anlam ve değeri kalmaz. Kişi kendisini nasıl tanımlarsa tanımlasın, böyle bir algılama ve tasavvur içinde bir diploma sahibi olma tutkusu, onun “kızıl elma”sı haline gelmiş olur. Diploma bu denli önemli olunca, diplomanın aracı durumundaki okullar ve eğitim sistemi de en az diploma kadar önemli hale gelir. Diploma gelecek ve kariyer planlamasında yegâne araç haline geldiğinde, diplomaya ulaşmak daha da zorlaşıyor ve zordan daha zora doğru kendi içinde hiyerarşik yapıya dönüşüyor. Birkaç diploma sahibi olmak elbette sahibini birkaç kat daha önemli ve değerli kılacaktır. Sahip olma arzusunun bir sonu olmadığı için, arzu arttıkça kutsamanın gücü ve kapsama alanı da artacaktır.
Arz talep ilişkisinin savaş alanına çevirdiği günlük hayat içinde kişi ister istemez “hangi diploma”, “hangi okulun diploması” arayışına giriyor. Diploma, sadece diploma olmaktan çıkıyor bir kimliğe, kişiliğe ve bir aidiyete dönüşüyor. Artık her diploma her kapıyı açmıyor, her kapı için ayrı diploma gerekiyor ve o kapı için özel diploma üretiliyor. Kapının değerine göre diplomanın değeri de artıyor. Kapının değerini ise kapının arkası belirliyor. Yani kapı nereye açılıyorsa, açıldığı yerin niteliği ve değeri, kapının niteliğini ve değerini; kapının niteliği de diplomanın / kilidin niteliğini belirliyor. Ya kapının arkası, onun nasıl bir niteliğe sahip olduğuna, dolayısıyla değerine kim karar veriyor? Orası meçhul! Aslında meçhul değil, kapının açıldığı yere bakıldığında, o yerin iyisi ile kötüsü ile, helali ile haramı ile her şeyin satıldığı bir pazar olduğu, gözü olanlar tarafından görülür. Aslında pazardaki bezirganlar da görülür ama nedense onları isimlendirmeye, isimlendirilse bile isimlerini telaffuz etmeye ya güç yetmez ya da dil varmaz. Diploma peşindeki insan diplomaya odaklandığı için işin gerisi ile ilgilenmiyor. Kapı, kapının arkası, kapı nerelere açılıyor, açıldığı yerde ne var, o kapıdan girdiğinde veya o kapıyı kullanarak bulunduğu yerden çıktığında ne olacak, örneğin bulunduğu yere geri dönebilecek mi, bu tür sorular aklına hiç gelmiyor. O, diplomaya odaklanmış, diploma hırsı tüm görüş ve düşünüş alanını kuşatmış ve kapatmış durumda.
Diploma, herkesin üzerinde hemfikir bir şekilde hayatın yegâne amacı haline dönüşünce onun elde edileceği kurum ve sistem de otomatik olarak en önemli, en dokunulmaz, en tartışılamaz şey haline geliyor. Diploma, artık, sahibinin bir şey hakkında bilgi ve beceri sahibi olduğuna şahitlik edecek, ustalarından, hocalarından aldığı bir belge veya icazetname değildir. Diploma aslında okul denilen bir kuruma, belli bir yaş aralığında ve belli bir zaman diliminde devam ettiğini, belirlenen etkinliklere belirlenen miktar kadar katıldığını, bu süreç içerisinde kendisine yazılı veya sözlü olarak sorulan 10 sorudan en az birine cevap verdiğini teyit eden resmi bir evraktır. Örneğin altı sene tıp fakültesinde okuyan bir öğrenci, tıp mesleğini öğrenip öğrenmediğine bakılmaksızın, mesela İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersine veya mesleği ile doğrudan veya dolaylı ilgisi olmayan başka bir derse istenilen ölçüde katılmamışsa, o evrakın sahibi olamaz. Çünkü o evrak kişinin mesleki beceri ve birikimi hakkında bir fikir vermeyi amaçlamaz; istenilen süreçleri tamamladığını ifade eder. Yani bu evrakın bir şehir efsanesi olarak kişinin mesleki becerisini gösterdiği varsayılsa da o, böyle bir şeyi amaçlamaz.
İş böyle olunca, okul dediğimiz şeyin, dersinden, öğretmeninden, müfredatından bağımsız olarak farklı bir kimliğe, işleve ve misyona sahip olduğu ortaya çıkar. Müfredat, ders, öğretmen sadece okul için birer araç ve dolgu malzemeleri konumundadır. Elbette bunlar, okulu meşrulaştıracak, öğrenciyi oyalayacak, motive edecek bir işleve de sahiptirler. Ama bunlar olmasa da okul, tek başına toplumu öğüten bir değirmen olarak işlevini yerine getirir; kendisi için gerekli aparatları bulur. Okul denilen şey/ yer; öğrencinin belli bir süreç içerisinde hafta içi her gün, rutin olarak geldiği ve belirlenen kurallar çerçevesinde belli saatlerini geçirdiği bir mekândır. Ama her durumda mekândan öte bir mekândır; bir mabetten daha bir mabet, bir cezaevinden daha bir cezaevidir. İlk bakışta ruhsuz, cansız bir nesne, taş veya betonarme bir bina olarak algılansa da o, standardize edilmiş koca bir makinadır. Okul öyle bir binadır ki, bir kapısından çocuk olarak girilip yaşlı olarak çıkılan, beyaz girilip renksiz çıkılan ihtiyar bir büyücüdür aslında. Belki de insanı işleyen dev bir makinadır; ben diyeyim torna makinası, siz deyin zaman makinesi…
Tartışmanın tam bu noktasında sormak gerekir: bir uygulama ve iş olarak eğitim- öğretim mi, okulun bir aracıdır yoksa okul mu bir iş öğrenme süreci olan eğitim- öğretimin bir aracıdır. Özne olan hangisidir okul mu eğitim mi? Yani amaç okula gitmiş olmak mıdır bilgi sahibi olup beli davranışları kazanmak mıdır? Veya bir uygulama ve iş olarak eğitim öğretim mi eğitim sisteminin bir aracıdır yoksa eğitim sistemi mi eğitim öğretim işinin bir aracıdır? Özne yani belirleyici konumda olan hangisidir? Meslek öğrenmek mi, meslek öğrenme araçları mı? Veyahut Okul mu eğitim öğretim sisteminin bir aracıdır yoksa eğitim sistemi mi okulun bir aracıdır? Özne olan hangisidir? Yani asıl belirleyici okul mudur sistem midir?
Bundan dolayıdır uzu yıllardır hiç kimse diplomanın, dolayısıyla okulun ve eğitim sisteminin zaruretini, temel bir ihtiyaç olup olmadığını sorgulamaz; sorgulama bir yana böyle bir şeyi tasavvur bile edemez. Böyle bir sorgulama üzerinden bir tartışmaya girmek neredeyse imkansızdır. Çünkü kimlik, kariyer ve bir meslek sahibi olunduğu ancak sahip olunan diploma ile kanıtlanabildiği için, bu diplomanın hatırına bir okulda, küresel özellikteki eğitim sisteminin tezgahından geçmeye, bu değirmene girmeye mecbur kalınır. Değirmenden ne olarak çıkıldığı ayrı bir gerçeklik, ayrı bir tartışma konusudur ama en temel gerçeklik süreç sonrasında muhatabın eline, ne olduğu yazılı olan bir evrakın verilmesidir; mühendis, doktor, öğretmen, hukukçu, ekonomist falan… Örneğin artık o, bir mühendistir, bir insan değil… Veya bir insandan daha fazlası…
İşte bu nedenle diplomayı ve diplomanın verildiği kurumu ve sistemi sorgulamak, sorgulayabilmek dünyanın geldiği nokta ve yaşanılan gerçeklik ile çelişmesi nedeniyle mümkün olmaz. Çünkü kişilerin kısa vadeli menfaatleri, iktidarların çıkarları ve mevcut devlet/ iktidar yapısı buna izin vermez. Ayrıca kişiler böyle bir ikirciklik içinde kaldıklarında, yani olması gereken mi, var olan mı karşıtlığında, var olanı yani kısa vadeli menfaatleri tercih ederler. Tarihi tecrübe böyle diyor. Çünkü bireyler ve toplumlar anlık çıkarlarını önceleyegeldikleri ve kurulu düzenlerle karşı karşıya gelmek istemedikleri için mevcut olana mevcut yapıya/sisteme tabi olurlar.
Bu tür bir sorgulama içerisinde olana iyi gözle bakılmaz. Onlar, ellerindeki ekmeğe göz dikmiş hırsızlar, çocuklarının geleceğini gaspeden caniler, ortalığı karıştıran anarşistler veya ülke düşmanı hainler olarak görülür. Birileri öyle tanımlar onlar da öyle kabul ederler. Bu tür arayışlar en iyimser hali ile yatağında akan ırmağı tersine çevirmek olarak algılanır.
Böyle bir sorgulama ancak bir şekilde bu dünya sisteminin dışına çıkan veya sistemle çelişen zihinlerin yapabileceği bir şeydir. Bu nedenle birkaç istisna dışında kimse bir bütün olarak eğitim-öğretimin anlam ve anlamsızlığı, gerekliliği ve gereksizliği, insan doğası ile uyum ve uyumsuzluğu üzerine bir kelam etmez, edemez.
Ancak dışarıdan bakıldığında sözlerin, yazıların eleştirilerin, projelerin, toz dumanı içinde sistem sorgulanıyor, okullar tartışılıyor, yeni sistem önerileri ortaya çıkıyor gibi bir algı oluşuyor. Ancak bu koşturmaca, bu yoğunluk ve tartışma havası gerçeğin ne olduğunu, aslında ne yapıldığını tam olarak yansıtmıyor. Doğrudur, eğitim-öğretim üzerinde uzmanlar, kurum ve kuruluşlar, devletin ve küresel örgütlerin destek ve imkânlarını arkalarına alarak devasa bütçeli çalışmalar yapıyorlar. Yayınlar, toplantılar, ilmi toplantılar, hizmet içi eğitimler, pilot uygulamalar…
Yapılanlar çalışmalar, sistemin varlığını sorgulamaya yönelik değil, mevcut yapının düzeltilip geliştirilmesine, daha işlevsel hale getirilmesine yöneliktir. Yani yapılan çalışmalar, okul ve sistem temeli esas olmak kaydıyla eğitim- öğretim daha farklı nasıl yapılabilir, çocuklar nasıl daha iyi eğitilebilir/şartlandırılabilir, istenilen hedeflere daha kısa vadede nasıl varılır, bunun için yeni hangi yöntemler, neler önerilebilir, çocuğa istendik davranışlar nasıl kazandırılabilir üzerinedir. Yapılan çalışmalar en fazla, mevcut yapı içinde daha etkili bir eğitim nasıl kurgulanır ile sınırlıdır. Eğitimin varlığını ve anlamını sorgulamak, tanrının varlığını sorgulamaktan daha netameli bir iştir günümüzde ve böyle bir şeyi kolay kolay kimse göze alamaz. Çünkü burada bir mahalle baskısından çok daha fazlası sözkonusudur. Çünkü öncelikle, kişinin kendisi, yakın çevresi, sonra örgütlü örgütsüz yapılar okulun ve eğitim sisteminin zaruretine, dolayısıyla gerekliliğine tam olarak iman etmiş durumdadırlar. Bu nedenle alternatif bakış açıları sunabilme imkânı bir tarafa, okulun ve eğitim sisteminin gerekliliğini veya gereksizliğini gereği gibi konuşmak bile mümkün olamamaktadır.
Çünkü diploma, kişinin sadece hangi işi yapacağını, nerede, nasıl ve kiminle yaşayacağını tayin eden bir temel belirleyici değil aynı zamanda kimlik inşa eden bir katalizör durumundadır. Okul bir kural ve sistem içinde sadece bu diplomaların öğrenci ile buluşturulduğu bir yer değil, kapısından giren çocukları bu diplomayı almaya hak kazanacak öğrenciler haline getiren bir sistemin uygulandığı mekân konumundadır. Bu haliyle diploma kutsal bir metne, okul bir mabede, eğitim öğretim de bir mabette gerçekleşen ritüele/ ibadete dönüşmüş iken bu konuda, olan veya olması planlanan dışında bir şey söylemek hele varlığını sorgulamak, alternatif ortaya koymak nasıl mümkün olacaktır? Böyle bir aymazlık içine girenlerin akıbetini varın siz hayal edin…
Ama bu tür konularda aymazlık etmek iyidir.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Rio’da uzlaşma için görüş birliği sağlanamadı. Toplantı sonrası Rio’da başarısız bir darbe girişimi oldu. Dünyayı…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…