Ali Rıza Demircan
Kur’ân ve Sünnet çizgisinde olmayı ve aklı, anlamaya çalışmakla yükümlü olduğu vahye tabi kılmayı ifade eden Ehl-i Sünnet ifadesi, bu anlamıyla Kur’an ve Sünnet’te yer almaz. Şia’ya karşı oluşturulmuş olsa gerektir.
Malum, Şia, Müslümanların Aziz Peygamberimizin kızı Hz. Fatıma’nın neslinden gelen ‘Masum İmamlar’ tarafından yönetilmesi gereğini bir inanç kuralı haline getirmiştir. Ehl-i Sünnet olarak nitelenen insanlar da Müslümanların kendi içlerinden adalet, liyakat ve şûra sistemiyle seçecekleri kişiler tarafından İslâmî ölçülere göre yönetilmesi görüşündedirler. Yani Ehl-i Sünnet tamlamasının siyaset ağırlıklı bir ifade olduğu söylenebilir.
Müslümanların Kur’ân ve Sünnet merkezli olarak yönetilmesi gereğine imanla laikliğe inanç ve düşünce düzeyinde olsun tavır koyamayanlar Ehl-i Sünnet olamazlar. Üzülerek ifade edelim ülkemizde Ehl-i Sünnet parmakla gösterilecek azdır. Günümüzde Ehl-i Sünnet deyip ayağa kalkanların büyük çoğunluğu Ehl-i Sünnet çizgisinin daha bir dışında olanlardır.
Türkiye Gazetesi’nin yazısı
Türkiye gazetesi yazarlarından muhtemelen müstear isimli bir yazar “Modernist ve Mutezili İlahiyatçılar” başlıklı, gazeteyi de bağlaması gereken bir makale yazarak ülkemizde bilinen bazı ilahiyatçıları liste halinde yayınlayarak dalalet ve bidat ehli olarak Ehl-i Sünnet karşıtlığı ile yermektedir. Liste de adım olmadığı için okuyup geçiştirebilirdim. Oda TV’de yazıyı okuyunca nedense “Ehl-i Sünnet diyenler bari Ehl-i Sünnet olsa” demekten kendimi alamadım.
Aşağıda yazıda sergilenen kimselerin resimleri yer alıyor. Yazı şöyle:
Modernist ve Mu’tezilî İlahiyatçılar
Mu’tezilî İlahiyatçılar, Batılı Oryantalistlerin fikir ve iddialarına paralel, 1400 yıllık Ehl-i Sünnet mirasına karşı bir cephe oluşturarak dalâlet ve bid’at fırkalarının görüşlerini sahiplenmişlerdir.
Bunlardan bazıları şunlardır:
Bâtınî Münafıklar: Fazlurrahman, Halefullah, Mevdudî, Mason C. Afgânî, M. Abduh, R. Rıza, M. Carullah, M. Hamidullah, İ. Güler, Ö. Özsoy, M. Öztürk ile Vahhâbî ve Selefîlerin hepsi.
Hadis ve Sünnî Kader İnkârcıları: H. Atay, A. Bayındır, Mikâil Bayram, Mehmet Okuyan, M. Görmez, Saim Yeprem, İsrafil Balcı, M. İslamoğlu, M. Nur Doğan, C. Taslaman ile “Kur’an Bize Yeter” diyenlerin hepsi.
Ehl-i kitap sevdalı diyalogçular: H. Karaman, A. Bardakoğlu, Ö. Faruk Harman, Faruk Tuncer, Ali Bulaç ile FETÖ ve bağımlılarının hepsi.
Diğerleri: S. Ateş, H. Kırbaşoğlu, Hadiye Ünsal, B. Bayraklı, İ. Eliaçık, Emre Norman, M. E. Özafşar ile Ehl-i Sünnet karşıtlarının hepsi.
Ehl-i sünnet karşıtı olan Modernistlerin hepsi, bir yönden Mu’tezilîdir. Çağdaş Mu’tezilîlerin ibadet hassasiyeti ve İslam’ı tebliğ diye bir gayret ve endişeleri yoktur.”
Eleştirenlerle eleştirilenler arasında fark yok
Bildiğim kadarıyla tarihi Mutezililer vahyi inkâr etmiyorlardı, ana çizgileri İslam’dı. Verilen listedeki bazı isimler Kur’ânî vahyi bile kabul etmiyorlar. Ama içlerinde hataları ile birlikte değer olan şahsiyetler de var.
Ne var ki biz İslâm’ı itikadî, içtimaî, iktisadî, ve hukukî kurallarıyla uygulanması gereken bir hayat nizamı olarak kabul edip etme noktasında Ehl-i Sünnet adına eleştirenlerle eleştirilenler arasında biz bir fark göremiyoruz.
“Biz değinilen anlamda Ehl-i Sünnetiz” denirse, bundan mutluluk duyarız. Çünkü bizim yargımız unutamadığımız eskilere dayanmaktadır. Hatırlatalım:
Aradan yaklaşık bir on beş yıl geçtikten sonra 1985’de Işıkçılar yine gündemime düştü.
Işıkçılarla ikinci tecrübem
“Güzel Kul Olma Mücadelem” isimli yayınlanan hatıratımdan nakledeyim:
“İslâm’a Göre Cinsel Hayat“ davasından beraat edince, bazı evrakı alabilmek için bir iki kez daha İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne girip çıktım. İlk gidişim, İsmailağa Camii İmam Hatibi, Nakşi Şeyhi Mahmut Efendi ile ilgili bir haberin, büyükçe bir resmi ile birlikte Hürriyet Gazetesi’nde yayınlandığı güne rastlamıştı.
Askeri Savcı, resmini göstererek Mahmut Efendi aleyhine aşağılık laflar ettikten sonra, bana, başta Süleymancılar olmak üzere bazı cemaatler ve tarikatlarla ilgili sorular sordu. Niçin ordumuz ile ilişkileri olan Işıkçılar ile alakalı soru yöneltmediğini sorduğumda ise geçiştirdi ve konuyu kapattı.”
Ehl-i Sünnet kimlerin eline kaldı
Rahmetli babacığım anlatırdı: Çarlık döneminin sonlarında bir Rus, bizimkilerin Batum’da işlettiği fırından ekmek alırken duvarda Çarın resmini görür. Rusçuluk damarı kabarır ve “Koca Çarımız, sen kimlerin eline düştün?” diyerek ekmek almadan dışarı fırlamış…
Ben de bu olaydan çağrışım yaparak kendi kendime mırıldanmadan edemedim:
Koca Ehl-i Sünnet! İslâmî siyaset içerikli soylu Kavram!
Sen hurafeleri ile ünlü yanmaz kefen satıcılarının eline mi düşmeliydin?
İslam’ı ilmihalden ve evliya menakıbından ibaret görenlerin savunmasına mı kalmalıydın?
Sözü Rabbimizin yön verici buyruğu ile bağlayalım:
“Şüphesiz bu Kur’ân benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun, diğer yollardan gitmeyin ki, sizi O’nun yolundan ayırıp saptırmış olurlar. Allah bütün bunları size emretti ki, yolunuzu Allah’ın kitabıyla bulmuş olasınız.” (Enam 6/153)