Aşağıda sunulacak yazı yararlanmamız gereken eleştiriyi içermektedir.
Genel olarak ihtiyaçların giderilmesi olarak tanımlanan tüketim, sadece iktisadi bir olgu değil; aynı zamanda farklı ülkeler ve toplumlarca benimsenen sosyal ve kültürel değerlerle şekillenen, içinde bulunulan dönemin koşullarına göre değişen toplumsal olgu…
Evet, ekonomik krizleri- buhranları sosyolojik boyutuyla da değerlendirmek gerekiyor…
Siyaseti de tüketim kültüründen koparmak imkânsız. Hele tüketimin bu derece kitleselleştiği -nüfusun büyükşehirlere hücum ettiği- günümüzde! Mesele sadece zorunlu ihtiyaçlar değil, tüketim ihtiyacı da farklılaştı…
Sorum şu: AKP 20 yılda ne yaptı? Fani dünyanın şatafatına karşı çıkan, dayanışmacı cemaat anlayışını savunan, tüketim ile arasına mesafe koyan toplum mu inşa etti? Tam tersi gerçekleşti. Katı ortodoks seçmeni bile kanaatkâr değil artık. “Tutumlu” sözcüğü günlük hayattan çıkardılar. Hedonik/hazzı yaklaşıma esir düşürüldü insanlar.
Herkes zenginleşmek ve daha da çok tüketmek istiyor.
Herkes lüks yaşam tarzına sahip olup, sınıf atlamak istiyor.
Kırmızı domatesin tadını alan, yeşil domatesi tarihe gömüyor…
Kimlik/benlik, tüketimle oluşturuldu çünkü. Postmodernizm sloganlar uydurdu: Tükettiğin kadar varsın! Tükettiğin kadar mutlusun!
Domates, kahve sembol. Her yeni çıkan cep telefonu bunca pahalılığına rağmen kapış kapış satılıyor.
Yarattığı küresel neoliberal tüketim kültürü ANAP’ı nasıl yok ettiyse, AK Parti’nin de sonunu hazırlıyor.
AK Parti, 20 yılda ülkeye yararlı yeni tüketici kültürü oluşturamadı. 20 yılda ithalata dayalı aşırı tüketim arzusunu nasıl oluşturduklarını düşündüklerini hiç sanmıyorum.
Ülkemiz siyaseti gündeminde bu tür sosyolojik konular yok. Bağırış çağırışla iki “düşman” mahalle birbirine sürekli “terlik” fırlatmak ile meşgul!
Şaşılacak değil:
Üretim kolektif çabadır, birleştiricidir.
Tüketim ayrıştırıcı- bölücü bireycidir.
Soner Yalçın