En iyi birinci yönetim şeklini aradığımız yazımızın ikinci bölümüne hepinizi hoş geldiniz. Bu gün en iyi yönetim şeklini bulmak ve ya demokrasimizi daha da güçlendirmek adına Laisizmi konuşacağız.
Öncelikli olarak şunu belirtmekte fayda var ki, din duygusu insanlarda yaratılıştan gelen bir duygudur. Tarih boyunca, dini, insanların beynini uyuşturan bir afyon gibi gösteren ve ya din olgusunu toplumdan soyutlamaya çalışan hiçbir sistem ayakta kalamamıştır. Din, her zaman için kültürün en önemli öğesi olmuştur. Yüzyıllar öncesinden Descartes bile bunu şöyle ifade etmektedir. “Ben zatım itibariyle, aslında noksan olmamakla beraber kâmil bir zatın varlığını duyuyor ve bu şuuru bana yerleştiren, bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf ekmel bir zatın varlığına inanmayı zaruri görüyorum ki, o mükemmel varlık da Allah’tır.” (Yusuf al-Kardevi, ibadet, s.22)
Batı demokrasileri dâhil, bütün demokrasiyle yönetilen toplumlarda son yıllarda çok tartışılan bir konudur, laisizm. Bu düşünce akımı “din ve vicdan hürriyeti” ve ya “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” olarak tanımlanmaktadır. Ancak bu tanımların birincisi sosyolojik açıdan kabul edilebilir olmakla birlikte, ikinci tanım olan “ din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” pratik hayatta çokta mümkün değildir. Örneğin birçok Avrupa ülkesinde, kiliseye üye olanlardan kilise vergisi toplanır. Devlet, direkt olmasa bile endirekt bir şekilde olayın içindedir. Bunun kanunlaştırılması ve fonlar oluşturulması, devletin gözetiminde olmak zorundadır. Aslında bu küçük örnek bile, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılamayacağını bizlere göstermektedir.
Şimdi gelelim Laisizme… Laisizm, aslı bozulmuş Hıristiyanlık dininin toplumun üzerinde kurduğu baskı neticesinde, 1789 Fransız ihtilalinde dinde reform yapmak üzere ortaya çıkmış bir akımdır. Çıktığı dönemin şartlarını ve kilisenin halk üzerinde kurduğu baskıyı düşündüğümüzde, kendi içinde doğruluk payı da vardır. Zira deforme olan bir düşünce yapısının, reformize edilmesinden daha doğal bir şey olamaz. Kaldı ki Hıristiyan dünyası, bunu ilk defa Fransız ihtilali ile yapmışta değildir. Miladi 325 yılında toplanan İznik konsili, yüzlerce adet İncil’in arasından dört tanesini seçerek, güya yeni bir başlangıç yapmıştır.
Ancak aynı şeyleri İslam dini için söyleyemeyiz. Zira İslam, ilk inmeye başladığı günkü tazelikte ve aynı zamanda da hükümleri açısından dinamik bir dindir. Hıristiyanlıkta olduğu gibi, İslam da insanlar üzerinde baskı kuran ve kuracak olan bir ruhban sınıfı yoktur. İslam, insanlar üzerinde herhangi bir konuda baskı kurmaz. Yüce dinimiz İslam’ın, insanlar üzerinde dini tercih noktasında baskı kurmadığını gösteren birçok ayeti kerime ve Peygamberimizin sosyal hayatta uyguladığı pratikler vardır. “Din ve vicdan hürriyetini” hayatın merkezine koyan ayeti Kerimeler ile devam edelim.
“De ki: Ey İnsanlar! Rabbinizden size hak gelmiştir. Artık kim hidayeti kabul ederse o, ancak kendi faydası için hidayete ermiş, kimde saparsa o da yalnız kendi zararına sapmış olur. Ben sizin başınızda bir bekçi değilim” (Yunus 10/108)
Diğer bir ayeti kerime ise, din ve vicdan hürriyeti noktasında bizlere daha açık ve net bir şekilde yol göstermektedir.
“Dinde zorlama yoktur. Hakikat, iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır” (Bakara 2/256)
Peygamberimiz (sav) ise Medine’ye hicret eder etmez, orada bulunan çeşitli etnik gruplar ve din mensuplarıyla vatandaşlık anlaşması yapmış; Yahudileri ve Hıristiyanları dini inanışlarında serbest bırakmıştır. Kimse Müslüman olması için zorlanmamış, ama İslam’ın tebliği konusunda peygamberimiz (sav) başta olmak üzere kimse de geri durmamıştır. İslam’ın din ve vicdan hürriyetini sağlama noktasında, bizler için somut bir örnektir bu…
Bu ayeti Celileler ve Peygamberimiz (sav)’in uygulamaları ortada iken; İslam dininin yapısını zedeleme istek ve arzusu ile İslam’ın din ve vicdan hürriyetini desteklemediğini söylemek yanlış bir yargı olur. Bunu yapanlar ancak, hümanist duygular ile belki bilerek, belki de bilmeyerek İslam dinine ve peygamberimiz (sav)’e saldırmaktadırlar.
İslam dini her konuda olduğu gibi bu konuda da medeniyet çizgisinde yer almaktadır ve diğer dinler ile mukayese edilemeyecek bir noktadadır. İslam tarihinde yapılan bazı hataların ve bazı uygulamaların yanlışlığı İslam’a değil, uygulayıcıların ferasetine bağlanmalıdır.
Bugün modern hukuk diye nitelediğimiz, ama modernite’den uzak bütün nizamlarda, insanlar için yaptırım gücü olan kanunlar vardır. Bu, tamamen toplum içinde nizamı sağlamak, insanların güvenli bir ortamda yaşayabilmelerini temin etmek içindir. İslam’ın toplum düzenini sağlamak için koyduğu hükümleri, yobaz ve bağnaz göstermek yerine; şu anda uygulanan kanun ve nizamların topluma mutluluk ve huzur getirip getirmediğine bakılmalıdır. Gerçekler maalesef acıdır. Diğer taraftan, Müslüman’ım diyen bir insanın manevi duygularını bağnaz olarak görmesi, kendine yapabileceği en büyük hakarettir. Çünkü Kuranı Kerim birçok ayeti kerimesinde, düşünmeye ve akletmeye önem atfetmiş, insanın her konuda kendini geliştirmesini adeta emretmiştir.
O zaman biz Müslümanların, “Din ve vicdan hürriyetini” sağlamak üzere ortaya çıkan Laisizm düşüncesine, farklı bir perspektiften bakmamız gerekir. Peygamberimiz (sav)’in Medine-i Münevvere de farklı din mensuplarına özgürlük tanıdığı yıl olan 622 yılıyla; Fransız ihtilalinin meydana geldiği 1789 yılı arasında, ortalama 1167 yıl vardır. O zaman bizler öncelikli olarak, Asrı Saadet döneminde Peygamberimiz (sav) tarafından hayata geçirilen “din ve vicdan hürriyetini” referans almalıyız. Yoksa deforme olan Hıristiyanlık dinini reformize etmek için ortaya çıkan bir fikir akımının, İslam’a ve Müslümanlara sağlayabileceği bir katkısı olmayacağı gibi, tam tersi İslam’ın bu düşünce akımına sağlayacağı katkı ve meziyetler vardır.
Bu yazdıklarımıza siyasi ve sosyal açıdan karşı çıkanlar, tabi ki de olacaktır. Ama bu karşı çıkış jakoben bir anlayış ile değil de en iyi yönetim şeklinin birincisini bulma adına olursa, bizleri düşündürmeye sevk edecek ve aynı zamanda da sevindirecektir. O zaman;
3- Mükemmel olan yönetim şeklini bulma açısından, din ve vicdan hürriyeti konusunda da referansımız, Kuran ve Sünnet olmadır. Bu konuda kuran ve sünnet destekli birçok İslami veri vardır. Bu verileri masaya yatırıp konuşma ve fikir yürütmek yerine, dogma olarak görmek, bize bir şey kazandırmayacağı gibi, çok şey kaybettirecektir.
Yazımızın üçüncü bölümünde, “İslam ekonomisi” hakkında konuşacağız. Sevgi, saygı ve muhabbetlerimle, Mirat haber okuyucularımızı selamlıyorum.
Şaban DOĞAN
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi