Bir toplumun ekonomik yapısı, o toplumun kültürünün en önemli ayağını teşkil eder. Ekonomik yapının kriterleri, sahip olunan kültürün normlarıyla uyuşmaz ise, o toplumda iktisadi açıdan kan uyuşmazlığı vardır ve sorunlar yaşanır. Yaşanan bu sorunlara siz “Ekonomik kriz” “Enflasyon” “Devalüasyon” gibi isimlerle de adlandırma yapabilirsiniz. Ancak sorunu hiçbir zaman kökünden halledemez, kriz üstüne kriz yaşamış olursunuz. Aynı Türkiye de olduğu gibi…
Max Weber, kapitalizmi “Protestanlık ahlakı” olarak tanımlar. Kapitalizm, aslı bozulmuş olan Hıristiyanlık dininin bir ürünüdür. Çıkış noktası Tapınak şövalyelerine dayandırılır ki, bizim İslami kültürümüz ile yakından ve uzaktan alakası olmayan bir sistemdir. Hal böyle olunca, tamamen Faiz üzerine kurulu olan, insanların emeğinin iç edildiği, tüketim ekonomisinin desteklendiği ve insanları bencil bir yaşama sürükleyen kapitalizmle; faizi haram kılan, emeğe saygısı olan, mülk edinme noktasında alın terini esas alan ve mükemmel bir sistem olan zekat kurumunu öne çıkaran İslami ekonomik sistem arasında kan uyuşmazlığı olması kaçınılmazdır. Biz bu kan uyuşmazlığını maalesef on yıllardan beri yaşamaktayız. Ekonomik sıkıntılar, acı reçeteler, kemer sıkma politikaları kan uyuşmazlığının sonucudur. Kapitalist sistemden vazgeçip aslımıza dönmediğimiz taktirde de maalesef bu sıkıntıları en ağır şekilde yaşamaya devam edeceğiz.
Yaşadığımız çağda ekonomik sistemler ve bu sistemlerin temsilcileri savaş halindedir. Dünya konjonktüründe savaşın kaybedeni ise, hep Müslümanlar olmuş, alt gelir grubu hep ezilmiştir.
Oysa Müslümanların her yönden güçlü olması gerekmektedir. İslami bir korku içinde olan batının batık kültürü ve temsilcileri, İslam ekonomisine fırsat vermemek adına, Kapitalist sistemi Müslüman toplumlarda yerleştirmişlerdir. Bizlerde maalesef bu tuzağa düşmüş, kendi ekonomik kriterlerimizi hayata geçirme noktasında aciz kalmışız.
“İslam’ın da bir ekonomisi mi var?” diyenlere, tarihin akışı içinden birkaç örnek vermeye çalışalım.
Şimdi hep birlikte hatırlayalım. Peygamberimiz (sav) Medine’ye hicret ettiği zaman, orada ki ekonomik yapı Yahudilerin elinde bulunmaktaydı. Peygamberimiz (sav) bu yapıyı çok iyi bildiğinden, Medine de alternatif bir pazar kurdu. Bölgeyi, kurduğu düzen ile sömüren Yahudiler, bu pazarın oluşumundan rahatsız oldular ve pazarı yaktılar. Peygamberimiz zamanında cereyan eden bu olay bize göstermektedir ki, ekonomik savaş, her dönemde var ola gelmiştir. O zaman biz bu savaşı kapitalizmin kurallarına göre değil de, İslam’ın ekonomik kriterleri ile yapmalıyız ki, bu savaştan elbirliği ile galip çıkalım. Sosyal adaletin tam olarak sağlanacağı, insanların emeklerinin faiz yoluyla iç edilmeyeceği, enflasyonun sıfır çizgisinde olacağı, ekonomik yönden insanların rahata kavuşacağı bu sistem hayata geçirildiği taktirde, hayal olmaktan çıkacak gerçek olacak, insanlar da rahat bir nefes alacaktır.
634-643 yılları arasında Halife olan Hz. Ömer döneminde, Bizans’ın elinde olan Suriye, İran ve Irak gibi toprakların Müslümanların eline geçtiğinde, kilise adına halktan zorla toplanan altın ve gümüşlerin eritilerek piyasaya sürülmesi, İslam toplumunda ekonomiyi canlandırmıştır. Her ne kadar piyasa da tutunamasa da (M. 660) yılında Hz. Ali döneminde İslam dinarının basılması ve piyasaya sürülmesi, Müslümanlar için büyük bir başarıdır. Diğer taraftan, Peygamberimiz zamanında gelişen ve iktisadi alanın en önemli kilometre taşlarından biri olan İKTA sistemi( fethedilen toprakların gelirinin askerlere maaş olarak bağlanması) Müslümanları ekonomik yönden gelişmesine katkı sağlamıştır.
Emevi halifesi Abdülmelik tarafından, ekonomik reform diye adlandırabileceğimiz atılımların yapılması, tarihe geçen önemli ama bir o kadarda incelenmesi gereken olaylardır. O dönemde bu günkü bankacılık sistemine benzer bir yapının kurulması, üreticilere kredi verilmesi vs. öneme haiz konulardır. Böyle bir sistemi Avrupa, ancak 15 yy da İtalya da kurabilmiştir. Her konuda olduğu gibi ekonomi konusunda da Avrupa ve genel adıyla batı, İslami toplumlardan çok ama çok gerilerdedir.
“Peki, şu anda Avrupa refah seviyesini nasıl yakaladı?” diye bir soru akla gelebilir. Bu sorunun cevabı ise çok kolay, aynı zamanda da nettir. Batı, Afrika kıtasını ve diğer kıtalarda bulunan enerji kaynaklarını ve insan emeğini sömürerek bu günlere gelmiştir. Halada sömürmeye devam etmektedir. Ancak, artık mızrak çuvala sığmamakta, batı, batık kültürünün içinde debelenmektedir.
En iyi yönetim şeklini aradığımız yazı dizimizin üçüncü bölümünde, İslam ekonomisinin ilkelerini özetleyelim.
*İslam iktisadi hayatı Kuran ve sünnete dayanır. Kan uyuşmazlığını önlemek için, her alanda olduğu gibi, ekonomik alanda da toplum hassasiyeti gözetilmeli, Kuran ve sünnet referanslı ekonomik sistem hayata geçirilmelidir.(aile, miras,mülkiyet vs)
*İslami iktisadi hayat, haram ve helallere uymak kaydıyla esneklik arz edebilir.(Zamanın değişmesiyle hükümlerde değişir mecelle 39)
*İslam ekonomisinde kul hakkına riayet şarttır. İsrafa kesinlikle yer yoktur.
*İnsanların parasını helal yoldan kazanma emri vardır. Mülkiyet hakkı ise kutsaldır.
*Tüketimi, ekonominin motoru haline getirmek, İslam da yoktur. İnsanlar için ihtiyaçlar sınırsız değil, istekler sınırsızdır.
*Yine, alkolün, kumarın ve şans oyunlarının haram kılınması, tüketim ekonomisinin İslam da ret edilmesi ile yakın alakalıdır.
*Devletin idaresi için gerekli gelirlerin toplanmasında adil olunmalıdır.
*Ekonomik ve sosyal yönden toplumun çıkarları kişilerin çıkarlarından üstün tutulmalıdır. Bütün fertler eşit haklara sahiptirler.
*Devletin varlığının hikmeti, sosyal adalet ve güvenliği sağlamasıdır. O zaman;
Her konuda olduğu gibi, iktisadi hayatın kanun ve kuralları da konulurken Kuran ve sünnet referans alınmalıdır. Faizin olmadığı ve dolayısıyla enflasyon belasından kurtulunulduğu, zekat ibadetinin kurumsallaştırıldığı, insanların emeğini göz ardı etmeden ve alnının teri kurumadan karşılığının verildiği, sosyal adaletin gözetildiği bir ekonomik sistem; aramakta olduğumuz en iyi yönetim şeklinin olmazsa olmazıdır.
Sayın mirat haber okuyucuları!
En iyi yönetim şeklinin birincisini aradığımız yazı dizimizde, sonuç olarak şu tespiti yapmaya çalışalım.
Her milletin kültürü farklıdır. Bu farklılık, o toplumun örf adet ve kanunlarına da yansır. Din olgusu da toplumun olmazsa olmazı olduğuna göre, toplumun huzur ve refahını sağlamak amacıyla konulan kanun ve nizamların, dini değerlerden etkilenmesinden daha doğal bir şey olamaz. Demokrasi ise, her toplumun uygulayabileceği en iyi ikinci yönetim şeklidir. Bizler demokrasi içinde kalarak, hayatımızın merkezine Kuran ve Sünneti koyduğumuz taktirde, en iyi yönetim şeklini bulmuş olacağız, düşüncesindeyim.
Bu konu hakkında, Mirat haber sitemizde, Sayın Ali Rıza Demircan hocamızın “İslam demokrasiyi onaylar mı” başlıklı yazısını okumanızı ve bu yazdıklarımızla bütünleştirmenizi istirham ediyorum. Hocamızın yazısından bir alıntı ile de konumuzu bağlamak istiyorum.
Demokrasi “Halkın yöneticilerini seçim yoluyla seçebilmesi“ ise İslâm demokrasiyle örtüşür. Çünkü Kur’ân ve Sünnet’in getirdiği Şûra ilkesi seçimi gerekli kılar. (Al-i İmran 159; Şûra 38)
Selam, saygı ve muhabbetlerimle…
Şaban DOĞAN
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi