Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, Türkiye Sakatlar Konfederasyonu Başkanı Yusuf Çelebi ve engelli federasyonlarının başkanlarını kabul etti. Bakanlık’ta gerçekleşen kabulde, engelli kardeşlerimizin hayatını kolaylaştırmak için devam eden çalışmalar değerlendirildi. Görüşmede engelli temsilcileri, engellilerin sorunlarını aktardı ve çözüm önerilerinde bulundu.
Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürü Dr. Orhan Koç, Bakan Yardımcıları, Genel Müdürler, danışmanlar ve daire başkanlarının da hazır bulunduğu bu toplantıda yetkililer, sorunları tek tek not aldı. Bundan sonraki süreçte sivil toplum kuruluşları (STK’lar) ile daha çok bir araya gelineceğinden bahsedildi.
ENGELLİ DOSTU KATILIMCILIK MEKANİZMALARI YENİDEN TESİS EDİLMELİDİR
Engelli dostu sosyal politikaların temel gayesi, engellilerin ayrımcılığa uğramadan insan haklarından yararlanarak, toplumsal hayata katılmaları için millî düzeyde sosyal politika ve stratejilerin belirlenmesi çalışmalarını bunun için oluşturulmuş kurumsal araçlarla koordine etmek, engellilere yönelik yürütülen sosyal hizmet faaliyetlerine ilişkin ilke, usul ve standartları belirlemek, bu alanda ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile gönüllü kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlamaktır.
Görüldüğü üzere engelli dostu sosyal politikalar, istişare kültürümüzde var olan karşılıklı fikir alış veriş zemininde oluşturulması gerekmektedir. Bunun için de engellileri temsil eden STK’ların bu katılımcı sürece dâhil edilmeleri olmazsa olmaz ilkelerden birisidir. Ne var ki uygulamada engellilere tanınması gereken bu demokratik katılım imkânı birkaç yıldan beri ihmal edilmiş ve daha da önemlisi daha önce var olan ve kurumsallaştırılmış olan bütün katılımcı mekanizmalar tek tek ortadan kaldırılmıştır. 6 yıl danışmanlığını yaptığım Özürlüler İdaresi Başkanlığı yeni adıyla Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde 2011 yılına kadar engellilerin de katılımına imkân tanıyan 2 önemli danışma birimi mevcuttu.
Özürlüler Yüksek Kurulu Lağvedildi
T.C. Devleti’nin 54. Refah-Yol Hükümeti, 571 sayılı kanun hükmünde kararname ile “Özürlülere/Engellilere yönelik hizmetlerin düzenli, etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesini temin etmek için, ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlamak, özürlüler ile ilgili ulusal politikanın oluşmasına yardımcı olmak, özürlülerin problemlerini tespit etmek ve bunların çözüm yollarını araştırmak üzere” Başbakanlığa bağlı olarak 25.03.1997 tarihinde Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nı kurmuştu.
Ülkemizde engellilerin demokratik katılım hakkını merkezî alanda 571 sayılı KHK sağlamaktaydı. Adı geçen bu kararnamenin 18. maddesinde Özürlüler İdaresi Başkanlığı (ÖİB) uhdesinde yer alan “Özürlüler Yüksek Kurulu“nun ihdası öngörülmüştü. Bu kurulun görevleri arasında ÖİB tarafından “hazırlanan, hazırlatılan ve incelenen projelerin öncelik sırasını tespit etmek ve uygulanacak projeleri karara bağlamak”, gelmekteydi. Ayrıca; kurul, ÖİB’ nin “görev alanına giren konularda üst düzey politikaları belirlemek” ve bu mevzuda ÖİB’ ye “görüş ve önerilerini bildirmek” gibi ikinci bir görevi de vardı.
Bu Kurulda Türkiye Sakatlar Konfederasyonu Genel Başkanı ve bu Konfederasyon tarafından her özür grubunu temsil eden federasyonlardan seçilecek dört üye bulunmaktaydı. Engelliler, direkt olarak temsilen beş üyenin bulunmasının yanında “Başbakan tarafından en az biri üniversite öğretim üyelerinden olması kaydıyla engellilerle ilgili konularda temayüz etmiş kişiler arasından seçilecek üç üye” de dolaylı olarak engelliler adına kurulda yer alma hakkına sahipti.
Biz de 2004 yılında o dönem Başbakan olan R.T. Erdoğan tarafından Özürlüler Yüksek Kurulu’na üye olarak seçilmiştik. İyi hatırlıyorum, Kurul Başkanı olan kadın, aile ve engellilerden sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit Hanımefendiye ilk kez Sosyal Bakım Güvence Modelimi anlatma imkânını bulmuştum. Nitekim TBMM’den geçen 2005 tarihi Engelliler Kanununda en göze çarpan maddelerin arasında bakıma muhtaç engellilere tanınan sosyal hizmetler ve bakım ödeneği gelmekteydi. Üç ayda bir toplanan kurula düzenli olarak katıldıktan sonra 2009 tarihinde kendi isteğim üzere ayrıldım ve ayrılma gerekçemi de Başbakan Erdoğan‘a yazdığım istifa mektubunda belirttim.
İstifa mektubumda şahit olduğum bazı gerçekleri dile getirdim. Özürlüler Yüksek Kurulu‘nun yönetmelikte belirtildiği gibi aslî fonksiyonunu yerine getirmediğini, proje üretmediğini ve dolayısıyla engellilere yönelik faydalı olabilecek iklimin kaybolduğunu belirttim.
https://www.haberler.com/prof-dr-seyyar-ozurluler-yuksek-kurulu-uyeliginden-haberi/
Yeni Devlet Bakanı Aliye Kavaf Hanımefendinin talebi üzerine yeniden kurul üyeliğine getirilmek istendim lakin görüşmemizde “manevî bakım” çalışmalarıma yeterince siyasî destek verilmediğini görünce teklifini kabul edemedim. Kurulun daha etkin ve işlevsel hâle getirilmesini beklerken, birkaç yıl geçmedi ki engelli temsilcileriyle hükümet arasında bir sosyal diyalog mekanizması olan bu kurul bütünüyle ortadan kaldırıldı.
Özürlüler Şurası Lağvedildi
Danışmanlık yaptığım dönemde biraz da bizim taleplerimiz doğrultusunda 19-23 Kasım 2007 tarihleri içinde 3. Özürlüler Şurası‘nın ana konusu “bakım” olarak belirlenmişti. O dönemde Özürlüler Yüksek Kurulu üyesi olmamla birlikte otomatikman Şura üyesiydim ayrıca. Şura her iki yılda bir yapılıyordu ve katılım kapsamı da daha geniş tutuluyordu. Konu “engelli bakımı” olarak belirlendiği için “Manevî Bakım” konseptinin de ele alınıp kabul edilmesini bekliyordum. Ama davet edilenlerin ekseriyeti maneviyata uzak olan üyelerden oluşmaktaydı. Dolayısıyla “Manevî Bakım” modelinin kabul edilmesinde başarılı olamadım ve bunu mezkûr istifa mektubumda da şu şekilde açıkladım:
“Şura’nın “Bakım Hizmet Türleri Komisyonu”na katılıp bakım hizmet türleri kapsamında tıbbî ve sosyal bakımla birlikte bütüncül bakım konsepti çerçevesinde bütün gelişmiş ülkelerde uygulanan “Manevi Bakım” yaklaşımlarının önemine dair bir konuşma yaptığım halde özellikle pozitivist bilim adamlarının ideolojik tepkisi ve müdahalesi ile kurul üyelerinin ekseriyeti bir bakım türü olan “manevî bakımın” rapora eklenmesine destek vermemiştir. Devlet Denetleme Kurulu’nun 2009 tarihli raporunda manevî bakımın bir model olarak uygulanabilmesi konusunda çalışmaların yapılması yönündeki önerisi, manevi bakımın gerekliliğine dair sadece bizi haklı çıkarmamakta, aynı zamanda şura hazırlıklarının ve çalışmalarının liyakat ve ehliyetten uzak olarak yapılması sonucunda ortaya çıkan zaman kaybını ve bakım hizmet türleri açısından dünya ülkeleri arasındaki geri kalmışlığımızı da ortaya sermektedir.”
3. Özürlüler Şurası’nda “Bakım Güvence Sistemleri ve Finansmanı Komisyonu” başkanı olarak seçildim ve bu yönde bilimsel bir rapor hazırladım. Ancak üyesi olmadığım “Bakım Hizmet Türleri Komisyonu”nun raporunda “Manevî Bakım” modeline dair herhangi bir madde eklenmemişti.
http://www.manevibakim.com/bilim_alanlari/bakim_guvencesi/makale_01.asp
İstifa mektubumla sadece Özürlüler Yüksek Kurulu‘ndan değil aynı zamanda Özürlüler Şurası’ndan da ayrılmış oldum. Şura’da alınan kararlar, istişarî nitelik taşımakla birlikte engelliler ile hükümet politikalarının belirlenmesi açısından önemli bir köprü fonksiyonunu yerine getirdiğini düşünürüm. Ayrıca Şura kararlarının iyi bir çalışma ile ulusal eylem planına dönüştürülmesi de söz konusuydu. Lakin katılımcıların önemli bir kesimin engelliler ile ilgili bilgi düzeyinin yeterli olmadığını üzülerek söylemem gerekir. Onun için Şura’nın daha kaliteli çalışması için, katılımcıların seçiminde daha dikkatli bir politikaya gidilmesi gerekirdi.
2009 yılında konusu “istihdam” olan ve katılmadığım 4. Özürlüler Şurası tertiplendi. 2011 yılı için düşünülen 5. Özürlüler Şurası’nın konusu ‘Engelsiz Eğitime Doğru’ olacaktı. Şura hazırlıkları yapılırken, sebebi bilinmez, Şura olarak bilinen bu organ da birden lağvedildi. Kısacası 2009 tarihinden beri engellilerle hükümet arasındaki sivil diyalog mekanizması kopmuş oldu. Bazen düşünmediğim olmuyor değil. Acaba bizler mi gerek Özürlüler Yüksek Kurulu’na, gerekse Özürlüler Şurası’na yönelik eleştirilerimizden ötürü bu iki organın lağvedilmesine sebebiyet verdik? Halbuki bizim eleştirilerimizin içeriğinde her zaman yapıcı bir açılım da bulunur ve bu bağlamda öneriler de eklenir. Bizim asıl gayemiz, bu iki organının ortadan kaldırılması değil tam tersine daha etkin hâle getirilmesine yönelik idi.
Velhâsıl-ı Kelâm
Yıllardan sonra engelli temsilcilerinin engelli dostu sosyal politikalardan sorumlu Bakan Hanımla görüşmenin mutluluklarını yüz ifadelerinden görünce ben de şahsen memnun oldum. Lakin “Bundan sonraki süreçte STK’lar ile daha çok bir araya gelineceğinden” bahsedilmesi, gayri ihtiyari olarak bana “nerden nereye?!” sözünü hatırlattı. Geçmiş yıllarda bütün niteliksel eksikliklerine rağmen engelli STK’lar ile iletişim iki önemli organ üzerinden belirli bir takvime göre işlemekteydi ve kurumsal bir nitelik taşımaktaydı. Şimdi ise böyle bir diyalog mekanizmasının olmayışının eksikliğini herhalde Bakan Hanım ile STK temsilcileri de hissediyordur. Öyle ise yapılacak iş bellidir. Geçmiş tecrübelerden yola çıkarak, daha etkin engelli dostu katılımcılık mekanizmaları oluşturulmalıdır.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi