Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7,6 büyüklüğündeki iki deprem on ili enkaza dönüştürdü. Binlerle ifade edilen can kaybı, on binlerce yaralı var; enkaz altında kaç kişinin kaldığı ise henüz belli değil. Zaman ilerledikçe bu sayılar katlanarak artıyor.
İnsanoğlunun ölüm karşısında geliştirdiği hiçbir ölçüt deprem gerçeği karşısında geçerli değil. Deprem ayırım yapmıyor, kendi doğasını yaşıyor. Ortaya çıkan sonuçlarla ilgilenmiyor. İnsanların acılarıyla, ölüm gerçeğiyle yüzleşmesini sağlıyor. Genç, yaşlı ayırımı yapmıyor. En önemli sonuçlarından birisi de sıralı ölümlerin sırasını altüst ediyor. Evlatların ana babalarını, büyüklerini toprağa vermesi doğal olarak kabul edilirken binlerce ana babaya evlat acısı yaşatıyor.
Bu deprem 1939 yılında meydana gelen 7.9’luk Erzincan faciasından sonraki en şiddetli sarsıntı olarak tarihe geçti. İktidarın övünerek açılışını yaptığı kimi tesisler yerle bir oldu. Açılışını 2017 yılında yaptıkları Mersin Şehir Hastanesi ortadan yarıldı, otoyollar kullanılamaz hale geldi; hastaneler, kamu binaları, havaalanları çöktü. Şehirler enkaza döndü, akıbetinden haber alınmayan binlerce insanımız var, enkaz başında yakınlarının kurtarılmasını bekleyen çaresiz insanlar var.
Bu yıkılan binaların çoğu yeni binalar. Gölcük ve Düzce depremini yaşamış bir ülke, çöken bu binalara nasıl ruhsat verir? Görünen o ki, o büyük felaketten ders almamışız. Acılardan ders almayan milletler, o acıları tekrar yaşar ve biz de bunu yaşıyoruz.
Kaldı ki Maraş civarında büyük bir depremin olacağını uzmanlar yıllardır her fırsatta gündeme getiriyorlardı. Bu bölgenin büyük depremlere gebe olduğu onlarca kez TV programlarında uzun uzun anlatıldı.
Türkiye’nin en diri ana fay kuşağından biri Doğu Anadolu fayıdır ki; bu fay ile Ölüdeniz Fayı Kahramanmaraş ovasında birleşir.
Kahramanmaraş ve civarından geçen Gölbaşı-Türkoğlu Fay parçasının, 90 kilometrelik uzunluğuyla daima büyük bir deprem üretecek potansiyele sahip olduğunu bilim insanları söyleyip duruyordu.
Bilim insanlarının uyarılarının dikkate alınmamasının faturası ağır oldu. Milyonlarca insan bu zorlu kış şartlarında sokakta; içecek sıcak bir çorba, bir çadır ve barınacak bir yer arıyor.
Bu ülkenin deprem bölgesi olduğu, şehirlerin fay hatları üzerinde inşa edildiği gerçeği ortada. Yüzlerce yıl önce bu coğrafyada yerleşik hayata geçen insanlar evlerini ovaya değil, kayalık ya da dağlık alanlarda yaparlardı. Aktif fay hatları ovalardan geçer buralara çürük ve eksik malzemeyle çok katlı binalar yapıldığında, şiddetli bir depremde çöker.
Depremlerin tesadüfi olmadığını devlet yöneticileri de biliyor ve bu doğrultuda gerekli önlemleri almakla yükümlüdürler. Daha büyük depremler Japonya’da pek az can kaybı ve hasar yaratırken –ki geçen yıl Japonya’daki 7.3 şiddetindeki Fukuşima depreminde sadece iki kişi yaşamını yitirdi- bizde neden can ve mal kaybı fazla oluyor? Sebebi altyapımızı ve binalarımızı depreme dayanıklı bir şekilde inşa etmemiş olmamızdır.
Her seçim arifesinde iktidarlar iki af çıkarır; imar affı ve vergi affı. Devlet imar affına bir gelir kapısı, bir kaynak gözüyle bakıyor. Kaçak ve denetimsiz yapılan yapıları devlet bir ceza keserek affediyor. En son başlatılan imar affının adı daha çekici olsun diye “imar barışı” oldu. Başvuru sayısı on milyonu aştı. Bunların çoğu, olası bir depremde insanlara mezar oluyor.
Siyasal iktidar muhtemel bir depremde can kaybını ve hasarı minimize etmek için çoğu vilayette kentsel dönüşüm uygulamasını devreye soktu. Ancak uygulama, rantsal dönüşüme uyarlandı.
“Deprem öldürmez bina (hırsızlar) öldürür” konusunda herkes hem fikir. Bu depremde de bunca insanımızın can ve mal kaybına çürük binalar neden oldu. Bu binaları yapanlar adeta cinayet işliyorlar. Bunun başlıca nedeni; kısa yoldan zenginleşme arzusu bağlamında açgözlü davranmak, plansız yapılaşmaya ve kent yağmalanmasına göz yummak ve ortada dönen rüşvet çarkı.
Yan yana iki binanın biri yerle bir olurken diğeri ayakta kalabiliyorsa, demek ki yıkılanda rüşvet, açgözlülük, hırsızlık, yağma ve talan kuralları uygulanmış. Bu yönüyle depremler hırsızlığı ortaya çıkarıyor, yolsuzluğu ortaya çıkarıyor, rüşveti ortaya çıkarıyor.
Ulusal ve yerel yöneticilerin bir kısmı, ya dönen bu kirli çarkın içinde yer alırlar ya da bu kirli çarkın dönmesine göz yumarlar.
Bu tablonun az gelişmişlikle de ilişkisi vardır. Az gelişmiş toplumlarda siyasetçiler toplumun çıkarından çok kendi ceplerini düşünür.
Az gelişmiş ülkelerde binalar deprem yönetmeliğine göre değil, en düşük maliyetle en yüksek kâr getirecek tarzda yapılır. Bundan dolayıdır ki az gelişmiş toplumlarda herkes müteahhitlik yapabiliyor, Berberi, sakatatçısı, çiğ köftecisi müteahhitlik yapabiliyor. Yeter ki bir arsa bulsun.
Türkiye’de müteahhit sayısı 330 bin. Bütün Avrupa kıtasında bu sayı 25 bin. Türkiye ile aynı nüfusa sahip Almanya’da toplam 3 bin müteahhit bulunuyor. Sadece İstanbul’da kayıtlı müteahhit sayısı 60 binin üzerinde. Bu müteahhitler ordusu, büyük kârların kokusunu aldığı zaman tarlalara doğru dörtnala koşar. Ardından malum kirli çark devreye girer ve o tarlalar hızla arsaya dönüştürülür. Kısa bir süre sonra şehir denen beton yığınları ortaya çıkar.
Devletin yaptırdığı hastane, okul, karakol, havalimanı yıkılıyorsa bunun sorumlusu devlet yöneticileridir. Ehil insanlara iş vermedikleri veya yeterli denetim yapmadıkları anlaşılıyor.
Felaketler karşısında halkımız örnek bir dayanışma sergiliyor ancak siyasiler bu konuda halkın çok gerisinde. Enkaz altındakiler için kurtarıcıları hızla deprem bölgesine sevk etmeyi başaramayan iktidar partisinin sözcüsünün, “Cumhur İttifakının mensupları sahada” söylemi; kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı bir söylem. Fevkalade hatalı olmuştur.
Dahası, her saniyesi hayati öneme sahip, her an yeni yıkıma neden olabilecek büyüklükteki bir deprem karşısında izlemekle yetindiler ilk gün.
Halkı susturmak için gösterdikleri çabayı, enkaz altındakilerin nefes almaları için müdahaleye harcasalardı, acımız bu denli derinleşmeyebilirdi. Her geç kalınan saniye can kaybı demektir. Bu saatten sonra yapılan çalışmalar enkaz kaldırmaya yöneliktir. Enkaz altında sağ çıkarmak artık mucizelere kalmıştır ki inşallah çokça mucizelere tanıklık ederiz.
Doğası gereği devlet organizasyonları büyük ve hantaldır, görevlendirmeler emir kipi ile yapılır. Sivil toplum kuruluşları gönüllülük esasına göre daha seri ve hızlı hareket edebilmektedir. Bu depremde de bunu gördük.
Toplum olarak ana şiarımız dua etmektir ki çok önemlidir. Ancak deprem için dua; fay hatlarına yapılaşmaya izin vermemek, depremlere dayanıklı binalar inşa etmek ve felaketin gelmesini beklemeden her türlü tedbiri almak, aklın ve bilimin gereklerini yerine getirmektir.
Depremde yaşamını yitiren tüm canlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.
Faysal Mahmutoğlu
Rio’da uzlaşma için görüş birliği sağlanamadı. Toplantı sonrası Rio’da başarısız bir darbe girişimi oldu. Dünyayı…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…