islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4690
EURO
36,3690
ALTIN
2.962,53
BIST
9.277,71
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

ENVER PAŞA, ÇOK KRİTİK ÇANAKKALE MÜDAFAASINI NİYE BİR TÜRK KUMANDANA DEĞİL DE BİR ALMANA VERMİŞTİ?

ENVER PAŞA, ÇOK KRİTİK ÇANAKKALE MÜDAFAASINI NİYE BİR TÜRK KUMANDANA DEĞİL DE BİR ALMANA VERMİŞTİ?
7 Ekim 2024 09:00
A+
A-

Çanakkale müdafaasının en merak edilen sorularından birisidir. Her konuda ön planda olmak yüksek egosuna sahip Enver Paşa, Sarıkamış harekâtını komuta ettiği halde, çok mühim ve de kritik Çanakkale müdafaasını niye kendisi kumanda etmemişti? Ya da kendisinden başka hiç mi bir Osmanlı subayı yoktu da, bu komutanlık, bir Alman’a, Mareşal Liman von Sanders’e verilmişti?

Kritik diyoruz çünkü Müttefiklerin bu harekâtının hedefi İstanbul’du. Osmanlı İmparatorluğu’nun payitahtıydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun payitahtlığından ma’ada, İstanbul, ümmetin başkentiydi. Hilafet İstanbul’daydı. İstanbul harekâtında ana hedef de zaten Hilafet’ti… Böyle bir pozisyonda, Başkumandan Vekili Enver Paşa, Hilafet’i riske sokacak savunmanın vahametinin farkında mı değildi; tabii ki hayır! O zaman Çanakkale’nin müdafaasını bir Alman komutana emanet etmek riskine nasıl ve niye girmişti?

Mecbur kalmıştı da ondan…

Bu mecburiyet nasıl ve neden hâsıl olmuştu; şimdi bunun açıklamasını yapalım…

İttihat ve Terakkiciler İngilizlerin desteğiyle Sultan II. Abdülhamid’i tahttan indirdiler. Bundan sonraki süreçte de tamamıyla İngilizlerin dümen suyu devreye girecekti. İngilizler, İttihat Terakkicilere Sultan II. Abdülhamid’i tahttan indirmeleri halinde arkasından bir takım vaatlerde bulunmuşlardı. Ancak bu vaatlerini yerine getirmedikleri gibi, yeni yönetime sırt çevirdiler. Bu sırt çevirmeden sonra İttihat ve Terakkicilerin elleri ayakları birbirlerine karıştı. Devlet yönetiminde hem liyakati olmayan ve hem de tecrübesi bulunmayan Enver, Talat, Cemal üçlüsü böyle bir duruma hazırlıksız oldukları için, artık, her şeyi yüzlerine gözlerine bulaştırma dönemi başlayacaktı. Zaten İngilizlerin de istedikleri buydu. Çünkü Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle Birinci Dünya Savaşı’nın düğmesine basılmıştı. İttihat Terakkici hükümetin şu anda gelmiş olduğu süreç, zaten onların beklemiş oldukları bir süreçti.

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’yı tarihten silmeleri için de, İngilizlere, liyakatsiz, beceriksiz, her şeyi ellerine yüzlerine karıştıracak bir Osmanlı yönetimi gerekliydi. Her şeyi karman çorman bir vaziyete sokacak bu üçlünün akıllarının iyice dumura uğrayacağı biraz da zaman… Nitekim İngilizler bunda da yanılmadılar.

Enver, Cemal, Talat üçlüsü Sultan II. Abdülhamid Han gibi bir şahsiyeti tahttan indirdiler ya! Böyle bir maharete sahiplerdi ya! Bir şeyler yapmaları lazımdı! Ortaya yeni bir misyon, yeni bir vizyon koymaları lazımdı! İyi de… Sultan II. Abdülhamid gibi bir sultanı tahttan indiren bir kafa, nasıl yeni bir misyona, nasıl yeni bir vizyona sahip olabilirdi ki?

Tabii ki bu arada İngilizler de boş durmayacaktı. Arı kovanlarına çomak sokmaya başlayacaklardı. Nitekim önce Libya’da başkaldırı hareketleri başladı ve 1911’de Libya elden çıktı. Ardından Balkanlarda milliyetçilik kazanlarının altı ateşlendirilmeye başlandı. Ve İttihat Terakkici yönetim, Balkanlardaki orduyu ikmal edemediği için, 500 yıldır Osmanlı yönetimindeki Balkanlar’da, komitacılara, çetelere mağlup olundu. Çok kısa bir sürede 33 vilayet, 158 ilçelik bir toprak kaybına uğranıldı. Sadece toprak kaybı değildi Balkanlardaki… Sahipsiz kalan Müslüman ahali üzerinde çok büyük bir soykırım uygulandı. Bu katliamda 800 binden fazla, masum sivil Müslüman Osmanlı ahalisi büyük bir zulüm neticesinde hayatından oldu. Sonra İstanbul’a ve Anadolu’ya doğru gerçekleşen büyük göçte de, yine yollarda 500 binden fazla Müslüman Osmanlı ahalisi hastalık, açlık ve tasalluttan dolayı canlarından oldu.

İttihat Terakki yönetimi için bu çok ağır bir travmaydı. Darmadağın oldular. Kontrolü iyice kaybettiler. 1913’e gelindiğinde artık iyice ne yapacaklarını bilmez bir hale gelen bir hükümet vardı. Para yoktu, bulamıyorlardı da… Orduda zabitler sekiz aydır maaş alamıyorlardı ve zabitlerin bile evlerine yemekleri karargâhlardan, askerlerin yedikleri yemeklerden gidiyordu.

Yani zaten ehliyetsizdiler, liyakatsizdiler; beceriksizlikleri de ortaya çıkmıştı. Devlet yönetiminin öyle birilerine “Hürriyet! Hürriyet!” diye bağırtmakla olmadığı ortaya çıkmıştı. Alın size sonsuz hürriyet… Tepe tepe kullanın! Ama aç karna hürriyet nereye kadar?

Tabii ki bu gelinen pozisyon, saman altından su yürüten İngilizlerin planları doğrultusundaydı. Onların ellerinin maharetiyleydi. Her şey, onların istedikleri yönde gidiyordu. Bu planlamayı yapanlar yine de Osmanlı’yı yok etmede, ne yaptıklarını bilmeyen İttihat Terakkicilere de güvenmiyorlardı. Tamam Osmanlı iyice “hasta adam” olmuştu. Güçsüzdü. Takatsizdi. Ama yine de Osmanlı’ya karşı ne doğrudan kendilerinin maharetlerine, ne de içeriden İttihat Terakkicilerin kifayetsizlerine güvenebilirlerdi. İşlerini sağlama almaları lazımdı. Yanlarına bir topal ördek koymaları lazımdı.  Yüzüstü bıraktıkları İttihat Terakkicileri Almanlara yanaşmaya mecbur kıldılar. İttihat Terakkiciler Almanlarla “Osmanlı Ordusunun Islahatı” hakkında bir anlaşma yaptılar. Buna göre başkanlığını Liman von Sanders’in yaptığı bir Alman Askerî Heyeti İstanbul’a geldi.

Liman von Sanders, Osmanlı Ordusunun Islahatı görevinde kumandayı eline aldığında, Osmanlı Ordusunun halinin içler acısı olduğunu görmüştü. Çorlu’da ordunun durumunun nasıl olduğuna dair yaptığı bir teftişte, askerin bit içerisinde ve yalınayak olduğunun farkına varmıştı. Dahası subaylara bile sekiz aydır maaş verilemiyor, ailelerine yemekleri karavanadan gidiyordu.

Almanlardan alınan paralar, İttihat Terakkicilere biraz nefes aldırmıştı ama yavaştan yavaştan idarede ipler, Almanya’nın İstanbul’daki Büyükelçisi Hans Freiherr von Wangenheim ve İstanbul’daki vazifesiyle Mareşalliğe yükselen Liman von Sanders’in eline geçiyordu.

Kendisini 34 yaşında Başkumandan Vekilliğine atayan Enver Paşa, o kadar basiretsiz ve ferasetsizdi ki, İngiltere Denizcilik Bakanı Winston Churcill, Almanya’nın İstanbul Büyükelçisi von Wangenheim ve Alman Amiral Souchon’un Goeben ve Braeslaeu oldubittisiyle Osmanlı’yı düşürdükleri kumpası göremeyecek ve Siyonistlerin kurt kapanına yakalanacaktı.

Güya Akdeniz’de İngiliz filosunun önünden kaçıp İstanbul’a sığınan Goeben ve Braeslaeu zokasını yutmakla, artık kum saatinin işleyişi başlamıştı. Tabii ki bu işleyişte Enver Paşa’nın yine başrolü kimseye bırakmamak gibi huyu depreşecekti. Durup dururken von Wagenheim ve Amiral Souchon’la gizli bir anlaşma yapacak, Goeben ve Braeslaeu zırhlıları önderliğinde yanlarında birkaç Osmanlı gemisiyle Karadeniz’deki Rus Donanmasını vurmaya kalkacaktı. Böylelikle Enver Paşa, ordusunu deniz yoluyla Karadeniz’den Doğu’ya nakledip, büyük ülküsü Kafkaslar’a sefer açabilecekti. Ama Enver Paşa’nın İstanbul’daki bu hesabını Almanlar Karadeniz’de bozacak, Amiral Souchon basiret yoksunu Enver Paşa’ya kazık atarak, Karadeniz’deki Rus Donanması yerine, birkaç Rus limanını bombalayıp geri gelecekti. Almanlar Enver Paşa’yı çırak çıkarmışlardı. Dahası Rusya, Osmanlı’ya savaş ilan edecek, müttefikleri İngiltere ve Fransa da mecburen Rusya’nın yanında olacaklardı.

Bu kumpası yutan Enver Paşa, basiretsizliği neticesinde hiç istemediği halde Osmanlı’yı Birinci Dünya Savaşı’na büyük gayretleriyle sokmuş olacaktı. O da yetmeyecek, Almanlar onu İngilizlerin dünyadaki en stratejik noktası ve can damarları olan Süveyş Kanalı harekâtına zorlayacaklardı. Akabinde Süveyş Kanalı harekâtından da elleri boş dönülecekti. O da yetmeyecek, Almanlar bu kez yine Enver Paşa’nın büyük hülyası olan Kafkasya harekâtı şehvetini kaşıyarak, onun Ruslara indirmek istediği büyük darbe için Sarıkamış gibi saçma sapan, hesapsız kitapsız bir harekâtı aklına sokacaklardı. Enver Paşa, Sarıkamış harekâtından da büyük bir başarısızlıkla geri dönecekti. Sarıkamış harekâtı öyle büyük bir fecaatti ki, halkın tepkisinden çekinerek sonucu 1918 senesine kadar saklı tutulacaktı. 1918’de de artık, halk öğrense ne olurdu öğrenmese ne? Gelinen noktanın yanında Sarıkamış fecaati neydi ki?

Artık İttihat Terakkicilerin koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nu altı senede getirdikleri nokta bu idi. Her şeyi ellerine yüzlerine bulaştırmışlardı. Kendilerini içinden çıkılmaz bir girdabın içinde bulmuşlardı. Düşman filosu İstanbul’u ele geçirmek için Çanakkale Boğazı karşısında hazırlık yaparken, İttihat Terakkiciler paniğe kapılarak, payitahtı Anadolu içlerine taşımanın derdine düşmüşlerdi. Daha önceki sayfalarda naklettiğimiz üzere, Talat Paşa, Beylerbeyi Sarayı’nda hapis bulunan Sultan II. Abdülhamid’in Anadolu’ya nakli için ona geldiğinde, Sultan II. Abdülhamid de Talat Paşa’ya, bir devletin payitahtı terk edemeyeceğini, düşmanı Çanakkale Boğazı’nda karşılamaları gerektiğini, vaktinde kendisinin Çanakkale Boğazı’ndan hiçbir donanmanın geçemeyeceği şekilde tahkim ettiğini telkin etmesi neticesinde düşmanı Çanakkale Boğazı’nda karşılamaya karar vermişlerdi. Ama yine de kendilerine güvene dair en ufak bir ümit kırıntısı yoktu.

18 Mart 1915 günü, Müttefik Donanmanın Boğaz harekâtından önce, yine de, Topkapı Sarayı’ndaki kutsal emanetler ve devletin değerli evrakları, Haydarpaşa Garı’nda bir katara yüklenmiş ve beklemeye alınmıştı. Düşman donanması o gün Çanakkale Boğazı’nı geçtiğinde, o tren Anadolu içlerine yol almak üzere hareket edecekti. Devlet erkânı da her biri kendi imkânlarıyla İstanbul’u terk edecekti. Oysa Sultan II. Abdülhamid onlara “Ceddim Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u feth ederken, Bizans Kralı Konstantin, kaçmayıp, Bizans surları önünde elinde kılıç, çarpışa çarpışa can vermek celadetini göstermişti. Biz Konstantin’den geri miyiz?” ikazında bulunmuştu. Demek ki, İttihat Terakkici Hükümet inanmamıştı. Çanakkale’nin her iki yakasındaki tabyalardaki Mehmetçiklerimizin düşman donanmasının Çanakkale’yi geçmesine izin vermeyeceklerine inanmamıştı. Bir Konstantin kadar bile olamamışlardı.

Şimdi… Bir Konstantin kadar olmayı bile düşünemeyen Enver Paşa’nın, 18 Mart 1915 günü, Mehmetçiklerin düşman donanmasına Boğaz’dan geçit vermemesine rağmen, akabindeki kara muharebelerinde Çanakkale’yi geçemeyeceklerine inanabileceğini mi zannediyorsunuz? Enver Paşa, Mehmetçiğin inandığı kadar inanmadı, düşmana Çanakkale’den geçit verilmeyeceğine…  Üç dakika sonra öleceklerini bildikleri halde, en ufak bir tereddüt göstermeden, ön siperlerde şehit olan arkadaşlarının yerlerini alan ve o ön siperlere giderken, okuma bilenlerinin ellerinde Kur’an’ı Kerim, bilmeyenlerinse kelime-i şehadet getirerek cennete yürüdükleri kadar o Mehmetçiklere inanmadı Enver Paşa…

Onun için İngilizlerin kara harekâtında İstanbul’dan ayrılamadı. İstanbul’u terk edip, sıcak cepheye gidemedi. Çanakkale’nin geçilemeyeceğine inanmadı, Mehmetçiğe inanmadı, İstanbul’daki iktidarını kaybetmenin korkusuyla, Çanakkale Müdafaası Komutanlığına bir Alman’ı kumandan tayin etti. “Çanakkale’deki iktidarını kaybetmenin korkusuyla” dedik ama artık gelinen noktada İstanbul’da İttihatçıların ya da Enver Paşa’nın herhangi bir iktidarı da yoktu. İktidardaydılar ama muktedir değildiler Artık İstanbul’da ipler, Almanların eline geçmişti. Ve gelinen noktada Alman Genel Karargâhı da, artık beyni dumura uğramış Enver Paşa’ya güvenemezdi. Onun için Çanakkale’nin müdafaasını, zaten buna gönülsüz olan Enver Paşa’nın eline bırakmadılar, ona, Liman von Sanders’in komutanlığını dayattılar ve o da, bunu bile isteye kabul etti. Almanlar, İstanbul’un müdafaasını, bir Konstantin kadar olamayan Enver Paşa’nın inisiyatifine bırakamazlardı, bırakmadılar da…

Çanakkale’nin müdafaasında komutanlığını, neden Enver Paşa’nın kendisi değil de Mareşal Liman von Sanders’e yaptırdığının hikâyesi budur.

Sadeddin Özgür

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.