Osmanlıca bir kelime olan “erdem”, fazilet, hassasiyet, meziyet, muktaza, hüküm, kuvvet, kudret, nizam ve intizam sahibi olma gibi anlamlara gelmektedir.[1][1] Erdem hakkında çok şey yazılmaktadır.
Antik Yunan felsefesinin babası olarak bilinen Sokrates’e (m ö. 469/470-399) aidiyeti bilinen iki şey vardır. Birincisi, “Erdem bilgidir.” İkincisi ise, “Hiç kimse bilerek/isteyerek kötülük etmez.”[2][2] Erdem kelimesini ilk kullanan ve onu felsefe kültüründe kullanan kişi, Sokrates olmuştur. O, erdemli olmayı, insanının kendisine yakışanı yapması diye yorumlamıştır. Ona göre erdem kavramı, iyi karakterin merkezi bir rol oynadığı ahlak anlayışıdır.[3][3] Her şeyden önce o, erdem kavramını ahlak felsefesinin önemli bir konusu olarak kabul etmiştir.[4][4] Adalet erdeminin sosyal anlamı, toplumda herkesin kendi işini yapması, başkasının malını yememesi ve kendi malından olmamasıdır.[5][5]Erdemli olmak, canavarlığa karşıt bir huydur. Bu huy, vahşi hayvanlarda değil, olgun ve kâmil insanlarda görülür. Erdemli olma huyu, insana sağlam karakter kazandırmaktadır. Hemen hemen tüm inançlarda, erdemli olma ahlakı, ön planda tutulmaktadır.[6][6]
Erdem kelimesinin Arapça karşılığı, edebiyat alanında çok önem verilen edep konusudur.[7][7] Bir bakıma İyi ahlakı öğrettiği için edebiyata da edep denmiştir.[8][8] Farsçada da “ferheng” kelimesi, edeb, edebiyat, ilim, edebi teknik alanındaki maharet ve marifet anlamlarında kullanılmaktadır.[9][9]Bir isim olarak “edeb”, zarafet, usluluk, incelik, kibarlık, terbiye, söz ve hareketlerde güzel davranma, edebiyat, edep ve benzeri anlamlar için kullanılmaktadır. Başkasından edep almak, başkasına edep vermek, edip olmak ve benzeri kavramlar, hep aynı kökten gelmektedir.[10][10]
Ali b. Muhammed b. Ali es-Seyyid eş-Şerif el-Cürcânî (ö. 816/1413), et-Ta’rifât adlı esrinde, “Edeb, insanı bütün hata türlerinden koruyan şeyi bilmekten ibarettir”[11][11] diyerek, edebe farklı ve geniş bir anlam kazandırmıştır. Cürcânî’nin de dediği gibi edeb öyle güçlü bir kuvvettir ki insanı, utanılacak ve insanı lekedar edecek her şeyden korumaktadır. Bu tanımlardan anlaşıldığı gibi edeb, sahibini her türlü yanlışlığa düşmekten ve utanılacak şeylerden esirgeyen, ayrıca ona güzellik ve zarafet muamelesini öğreten bir melekenin adıdır. Bu meleke, ikiye ayrılmaktadır. Biri nefsi/nefis ve diğeri de dersi/muamelat ile ilgilidir. Nefis ile ilgili olanı ahlaka ve diğeri de sosyal hayattaki dürüst muameleye delalet etmektedir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö. 672/1273), bir şiirinde Kur’an-ı Kerim’in ayet ayet edeb olduğunu anlatmıştır.[12][12] Hz. Muhammed (sav.) edeb kelimesi için şöyle söylemiştir: “Rabbim beni edeblendirdi. Ne güzel edeblendirdi!”[13][13] Bundan anlaşıldığı kadarıyla edeb kavramı, İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren kullanılmaya başlamıştır. Burada söz konusu olan edeb, zevk ve duyguları besleyen bir güzelliktir. Ancak dönemlere göre farklı anlamlarda kullanılmıştır. Hz. Muhammed’in (sav.) burada anlattığı edeb, güzel ahlak demektir. Emevilerin döneminde edeb, edebiyatçıların halife ve vezirlerinin çocuklarına öğrettikleri şiir, hitabet, Arap haberleri ve nesep bilgileri olarak kabul ediliyordu. Abbasiler zamanında ise edeb, eğitim ve öğretim olarak kabul ediliyordu. Yeniçağda ise edeb, genel ve özel olmak üzere iki şekilde tanımlanmaktadır. Genel anlamda edeb, edebiyat, felsefe, ilim ve benzeri alanların tümünde yazılan her türlü yazı demektir. Özel anlamda edeb ise, edebiyat, nesir ve şiir ile ilgili okuyan ve dinleyenlerin ruh dünyasında oluşan güzel etki ve duygulardır.[14][14]
Önemi nedeniyle Ahmed Hamdi Akseki’nin (ö.1370/1951) edeb hakkındaki açıklamalarını özetlemek istiyoruz: “İnsanın her hususta haddini bilip onu aşmamasına edep derler. İslam ahlakından olan edebi elde eden bir insan, sosyal hayatının her halinde adalet ve ahlakın haddini bilir ve o haddin dışına çıkmaz. Bu karakteri elde eden bir insan, her türlü yanlıştan korunmada muvaffak olur. Biz, edepli olan insanlara nazik, terbiyeli ve kibar deriz. İnsanın hem Allah’a hem de insanlara karşı olan görevlerinde haddini bilmesinden daha büyük bir fazilet düşünülemez. Edeb faziletiyle mücehhez olmayan bir insan, hangi makamlara gelirse gelsin, kâmil insan derecesine ulaşamamış sayılır. Böyle kişilerin, olgun insanların nazarında herhangi bir değerleri yoktur. İnsanın edeb zarafetini elde edemeyip haddini bilmemesi, onu her türlü kötülüğe götürebilecek bir hastalıktır. İnsan için en büyük fazilet, din ve dünya işlerinde haddini aşmamasıdır.”[15][15]
Bu tanım ve yorumlardan anlaşıldığı kadarıyla aynı anlamda kullanılan erdem ve edep kavramları, insanı kemal derecesine ulaştıran kavramlardır. Yukarıda da değişik ifadelerle dile getirildiği gibi, erdem ve edep vasfını kazanan, bu inanç ve ahlakı benliğine sindiren her kişi, insanlığın yararına çalışır, toplumsal ve uzlaşı ve barış için çaba sarf eder. Zaten adalet olmadan erdem ve edepten bahsetmek mümkün değildir. İster tasavvufta zirvelere ulaşmış ermiş olsun, ister ömrünü ibadete vermiş derviş olsun, ister idarede en üst makama ulaşan halife, vezir olsun, ister akademide zirveye ulaşmış profesör, fakih olsun, insanlar arasında şu veya bu şekilde ayırım yapanlar, erdem ve edep ruhunu elde edemeyen ve bu olgunluk derecesine ulaşamayan kimselerdir. İnsanları Türk, Kürt, Arap ve benzeri şekillerde etnik kökenine göre ayıran, Alevi, Sünni, Ezidi, Hristiyan, Yahudi ve benzeri şekillerde inançlarına göre ötekileştiren kişiler, bir kere değil, bin kere daha düşünmelidirler. Unutmayın, Allah Rabbülalemindir/tüm âlemlerin, herkesin Rabbidir. Erdem ve edep, bunu kavrayıp ona göre yaşamaktır.
Yüce Rabbim bizlere, erdem ve edep ahlakını elde eden kullarından olmayı nasip etsin. Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
Prof. Dr. Nurettin Turgay
[16][1] Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1996, s. 88.
[17][2] Bedia Akarsu, Felsefe Arkivi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1962, sayı: 13, s. 60. (ss. 57-73).
[18][3] Ahmet Cevizci, “erdem”, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul 1999, s. 311.
[19][4] Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 18.
[20][5] Platon, Devlet, trc. Sabahattin Eyuboğlu, M. Ali Cimcoz, Remzi Kitabevi, İstanbul 1992, s. 123.
[21][6] Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Yunancadan tercüme eden: Saffet Babür, BilgeSu, Ankara 2009, s. 130 vd.
[22][7] Tahirul Mevlevi, “edeb”, Edebiyat Lugatı, s. 39.
[23][8] Oya Adalı ve diğerleri, Büyük Larousse, İnterpress Basın ve Yayıncılık, İstanbul 1986, VII, 3515.
[24][9] Ğelâ Muhsin Sadri Afşâr ve diğerleri, “ferheng”, Ferhengi Zebâni Fârisî İmroz, Muessesetu Neşr, Tahran 1369, s. 757; Ziya Şükûn, “ferheng”, Farsça-Türkçe Lügat, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1996, III, 1437.
[25][10] Halil b. Ahmed, “edebe”, Kitâbu’l-‘Ayn, s. 20; İbn Manzûr, “edebe”, Lisânu’l-Arab, I, 206; Luvis, “edebe”, el-Muncid, s. 5; Tahirul Mevlevi, “edeb”, Edebiyat Lugatı, s. 39.
[26][11] Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Ali es-Seyyid eş-Şerif el-Cürcânî, et-Ta’rifât, Mektebetu Lübnan, Beyrut
1990, s. 14.
[27][12] Tahirul Mevlevi, “edeb”, Edebiyat Lugatı, s. 39.
[28][13] Abdurrauf el-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr Şerhu’l-Camii’s-Sağîr, Matbaatu Mustafa, Mısır 1938; I, 224, hadis no: 310.
[29][14] Emil Yakub ve Diğerleri, Kâmusu’l-Mustalahati’l-Luğaviyye ve’l-Edebîyye, Dâru’l-İlmi li’l-Melâyîn, Beyrut 1987, s. 24 vd.
[30][15] Ahmed Hamdi Akseki, Ahlak Dersleri, Diyanet işleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2016, s. 232.