Eşcinsellik Bir Yazgı mıdır?

Son yıllarda yaygın olarak ‘eşcinselliğin bir yazgı olduğu’ propagandası yapılmaktadır. Ve –maalesef- bu propaganda bazı çevreleri de etkilemektedir. En azından inanmak isteyenler için iyi bir malzeme sunmaktadır. Ne var ki bu iddianın –kanıta dayalı- bilimsel bir dayanağı yoktur. Bunu birazdan izah edeceğiz. Ama önce bu konu ile ilgili olan ve sıklıkla karıştırılan şu terimleri listelemek istiyoruz;

Heteroseksüel (zıtcinsel):Duygusal, cinsel ve erotik olarak karşı cinsten kişilere yönelen kadın ya da erkekler.

Homosexuel (Eşcinsel): Kendi cinsinden olanlara duygusal ve cinsel yönelim içinde bulunan kadın veya erkek. Erkek eşcinsellere ‘gay’, kadın eşcinsellere “lezbiyen” denir.

Biseksüel: Hem kendi cinsine hem de karşı cinse duygusal, erotik ve cinsel yönelim gösterenler.

Transseksüel:“Erkek” olduğu halde kadın olmayı, “kadın” olduğu halde erkek olmayı isteme halidir (davranış değil ruhsal hal böyle). Bu terim cinsiyet değiştirme ameliyatı olanlar için de kullanılır.

Travesti:cinsiyet değiştirme ameliyatı olmamış, yalnızca dış görünümü ve davranışlarıyla karşı cinse ait olma isteği. Travestiler karşı cinsin kıyafet ve eşyalarını kullanmaktan ve ait olmak istediği cinsin davranışını sergilemekten zevk alırlar. Transseksüeller böyle değildir.

Bu yazımızda biz genellikle ‘eşcinsel’ ifadesini kullanacak ama bununla sadece eşcinselliği kast ediyor olmayacağız. Davranış olarak diğer yönelimleri de içeriyor olacak.

Eşcinsellik bir hastalık mıdır yoksa bir tercih mi?

Eşcinsellik ve –yukarıda listelenen- benzeri yönelimler, daha çok Psikiyatristlerin uğraş alanına giren konulardır. Ama ergen davranışları üzerinde çalışan Pediatristler de bu konularla ilgilenirler. İlgili Tıp Derneklerinin bu konudaki açıklamaları –özetle- şöyledir;

‘Herhangi bir cinsel yönelimin gelişiminin mekanizmaları belirsizliğini sürdürmektedir ama şu anki kaynaklar ve bu alandaki çoğu uzman cinsel yönelimin bir tercih/seçim olmadığını belirtmektedir. Kişi eşcinsel ya da heteroseksüel olmayı kendisi seçmemektedir. Cinsel yönelimle ilgili çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Cinsel yönelim muhtemelen tek bir faktör tarafından değil, genetik, hormonal ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle oluşmaktadır. Son 10 yılda biyolojik temelli teoriler uzmanlar tarafından daha çok benimsenmiştir. İnsanların cinsel yöneliminin kökeniyle ilgili tartışmalar ve belirsizlik devam etmekle beraber ailenin yetiştirme şeklinin, cinsel tacizin ya da yaşanan kötü olayların cinsel yönelime etki ettiğine dair bilimsel bir kanıt yoktur. Şu an ki bilgiler cinsel yönelimin erken çocukluk döneminde kurulduğunu göstermektedir.’(Amerikan Pediatri Akademisi, 2004)

‘İnsanların heteroseksüel, eşcinsel ya da biseksüel olmasına yol açan özel faktörler (biyolojik, psikolojik, ebeveynlerin cinsel yönelimi) hakkında ortak bir bilimsel görüş yoktur. Ama mevcut kanıtlar gay ve lezbiyenlerin çok büyük bir çoğunluğunun heteroseksüel çiftlerin yetiştirdiği ailelerden geldiğini, eşcinsel çiftlerin yetiştirdiği çocuklarınsa (Amerika’daki eşcinsel çiftlerin çocuklarının %80’i kendi biyolojik çocuklarıdır) çok büyük bir çoğunluğunun heteroseksüel olduğunu göstermektedir.’(Amerikan Psikiyatri Kurumu, Amerikan Psikologlar Birliği ve Sosyal İşçilerin Ulusal Kurumu, 2006)

‘Nerdeyse bir yüzyıl boyunca yapılan psikoanalitik ve psikolojik spekülasyonlara rağmen ailenin yetiştirme şeklinin ya da erken çocukluk deneyimlerinin kişide heteroseksüel ya da eşcinsel yönelimin oluşmasında bir rolü olduğuna dair önemli bir kanıt bulunamamıştır. Cinsel yönelim doğada biyolojik olarak görünebilir, genetik faktörlerin kompleks etkileşimi ve erken rahim ortamı tarafından belirlenebilir. Bu yüzden cinsel yönelim bir seçim değildir ama cinsel davranış açıkça bir seçimdir.’(Kraliyet Psikiyatrlar Derneği, 2007).

Görüldüğü üzere Amerikan Pediatri Akademisi, cinsel yönelimi belirleyen –genetik de dahil- birçok faktörün bulunduğunu ama bunun daha çok erken çocukluk döneminde kurulduğunu bildirmiştir. Demek ki eşcinsellik bir yazgı (genetik/fıtrat) olamaz. En azından bunun böyle olduğuna dair bilimsel bir kanıt yoktur. Nitekim Amerikan Psikiyatri Kurumu’nun ‘mevcut homoseksüellerin anne babası çoğunlukla heteroseksüel, buna karşı homoseksüel çiftlerin çocukları da çok büyük oranda heteroseksüeldir’şeklindeki açıklaması da bu durumu teyit eder. Eğer eşcinsellik genetik olsa idi, eşcinsel çiftlerin çocukları çoğunlukla eşcinsel olurdu. Ama öyle olmadı.

Bu veriler, eşcinselliğin bir yazgı (genetik) olmadığını gösterir. Özellikle Kraliyet Psikiyatrlar Derneği’nin ‘cinsel yönelim bir seçim olmayabilir ama cinsel davranış açıkça bir seçimdir’şeklindeki açıklaması olayı gayet güzel özetler niteliktedir. Zira bu durum Kur’anî çerçeve ile de izah edilebilir. Çünkü Allah insana hem ‘’fücur/kötülük’’ hem de ‘’takva/sorumluluk, korunma yetisi’’ ilham etmiştir (Şems 91/7-10). Yani insana ilham edilen bir takım –kötü- dürtüler var olabilir. Ama asıl olan insanın –insan olması hasebiyle- bu dürtülerini kontrol etme yeteneğine (takvaya) sahip olmasıdır. Zaten hayvan ile insan arasındaki fark da budur. Zira hayvanlar tümü ile içgüdüleri ile hareket ederken, mesela çiftleşmek istediği anda önüne gelen her karşıt cins ile çiftleşirken, insanlar için böyle bir şey söz konusu olamaz. Oysa içgüdüsel olarak insanlar da –tıpkı hayvanlar gibi- gördüğü karşıt cins ile cinsel ilişki kurmak isteyebilir. Ama kurmaz. Kuramaz. Çünkü insan olmanın gereği –bu tarz cinsel- içgüdülerini kontrol altına almak ve bunu meşru sınırlar içinde karşılamaktır. Kendisine ilham edilen takva (sorumluluk bilinci) ve irade bunu gerektirir.

Eşcinselliğin bir yazgı olmadığına dair en önemli kanıtlardan biri de eşcinsel bireylerde gözlemlenen psikiyatrik problemlerdir. Yapılan tüm araştırmalar eşcinsel bireylerde intihar eğilimi, depresyon, yaygın kaygı bozukluğu, davranış bozukluğu ve madde bağımlılığı gibi psikolojik problemlerin çok yüksek oranlarda olduğunu göstermektedir (Fergusson ve ark, 1999; Corliss ve ark, 2007). Mesela gay, biseksüel ve lezbiyen gençlerde –heteroseksüellere göre- intihar girişimi 6.2 kat daha fazladır (Mc Farland 1998;Bailey 1999;Bagley&Augelli, 2000).

Eğer eşcinsellik bir yazgı olsa idi, bu yazgıya uygun biçimde yaşayan eşcinsel bireylerin –en az toplumun diğer bireyleri kadar- mutlu olmaları gerekirdi. Ama durum böyle değildir. Hatta tam tersi bir durum söz konusudur. Bu bireyler toplumun diğer kesimine göre daha mutsuzdur. Çünkü tercih ettikleri cinsel yaşam biçimi fıtratlarına aykırıdır ve bu durum onları huzursuz/mutsuz etmektedir. Zira eşcinsellik bir yazgı (genetik/fıtrat) değil, fıtrata/genetiğe aykırı bir yaşam biçimidir.

Bazı çevreler, eşcinsellerde görülen yüksek orandaki psikiyatrik problemleri bu bireylerin maruz kaldığı sosyal baskılarla izah etmeye çalışmaktadır. Ancak bunun tutarlı bir tarafı yoktur. Çünkü bu tür problemler, eşcinsel bireylerin hiçbir sosyal baskıya ve izolasyona maruz kalmadığı ülkelerde daha çok görülür. Mesela eşcinsel evliliğin yasal olduğu Hollanda’da popülasyonu temsil eden 7076 kişi ile yüz yüze görüşülmüş ve eşcinsel bireylerde psikiyatrik problemlerin –diğer kesime göre- çok daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (Sandfortve ark, 2001). Benzer şekilde muhtelif Avrupa ülkelerinde tespit edilen eşcinsel bireyler içindeki intihar eğilimi de İtalya’da %13, Almanya’da %18, Fransa ‘da %27, İrlanda’da %33, İskoçya’da %50 bulunmuştur. Belçika’da ise bu oran diğer bireylere göre beş kat daha yüksek bulunmuştur.

Oysa Hollanda, Belçika, Fransa, İspanya, Portekiz, Danimarka, İsveç, Norveç, İngiltere, Luxemburg ve İrlanda’da eşcinsel evlilikler yasaldır (Almanya’nın da bazı eyaletlerinde yasal). Yani bu ülkelerdeki eşcinsel bireyler herhangi bir sosyal baskı ve izolasyona maruz kalmaz. Ama görüldüğü üzere oranlar çok yüksek. Hatta eşcinsel bireyler içindeki intihar eğilimi eşcinsel evliliğin yasal olduğu –İrlanda ve İskoçya- gibi- ülkelerde daha yüksek (%33-50), eşcinsel evliliğin yasal olmadığı –İtalya gibi- ülkelerde ise daha düşüktür (%13).

Bu veriler göstermektedir ki, eşcinsel bireyler –sosyal baskılar nedeniyle değil- bizatihi kendi tercihleri ve yaşam tarzları nedeniyle mutlu değillerdir. Mutlu olamazlar, çünkü fıtrata/genetiğe aykırı davrandıkları için ideal bir cinsellik için gerekli olan ‘olmazsa olmaz’ süreçleri yaşayamamaktadırlar. Dolayısıyla hiçbir zaman tam bir tatmine ulaşamazlar. Hatta gerilimleri daha da artar. Çünkü ideal bir cinsel tatmin için sadece biyolojik süreçler (haz) yeterli değildir. Psikolojik ve hatta sosyolojik süreçlere de (huzura da) ihtiyaç vardır. Yani cinsellik sosyo-psiko-biyolojik süreçleri ihtiva eden kompleks bir ilişkidir. İdeal bir cinsel tatmin için tüm bu süreçler eksiksiz biçimde var olmalıdır. Ki bu da ancak fıtrata uygun –meşru- ilişkiler ile sağlanabilir. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

‘(O’nun) Ayetlerinden biri de ‘kendisi ile sükun bulacağınız kendi cinsinizden eşler yaratması ve –onunla- aranıza meveddet/sevgi ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz ki düşünen toplum için bunda ayetler/ibretler vardır.’(Rum 30/21)

Görüldüğü üzere bizim için kendisi ile tatmin olacağımız eşler yaratılmıştır. Biz onlar ile ilişki kurarak tatmin oluruz. Ama bizim bu tatmine ulaşabilmemiz için; 1)sükunet (biyolojik tatmin), 2)meveddet (sevgi), 3)merhamet (şevkat) üçlüsüne ihtiyaç vardır. Bunlardan herhangi birinin eksik olması halinde ideal bir sükunet/tatmin elde edilemez.

Fıtrata uygun olmayan –eşcinsel- ilişkilerde bu üç unsur tamamlanamadığı için eşcinsel bireyler hiçbir zaman tam olarak tatmin yaşayamazlar. Çünkü eşcinsel ilişkilerde ideal bir cinsellik için olmazsa olmaz nitelikte bulunan bazı psikolojik ve sosyal faktörler –daima- eksiktir. Bu durumda ise tam bir tatmin elde edilemez. Belki geçici bazı hazlar elde edilebilir. Ama asla huzur elde edilmez. Sonuçta mutsuz/huzursuz bireyler ortaya çıkar. Ve doğal olarak da bu bireylerde çok yüksek oranlarda depresyon, yaygın kaygı bozukluğu, davranış bozukluğu, madde bağımlılığı ve intihar olayları görülür.

Eşcinselliğin yaygın olduğu –gelişmiş!- ülkelerde, eşcinsel gençlere yönelik intihar önleme programları geliştirilmektedir (Schneider ve ark, 1989). Ama şu bir gerçektir ki, fıtrata aykırı olan bu tür cinsel yaşamlar tercih edildikçe yapılacak hiçbir önleme çalışması fayda vermeyecektir. Çünkü sağlıklı ve huzurlu bir toplum oluşturmanın yolu -cinsel yaşam da dahil- yaşamın tüm yönünü fıtrata uygun hale getirmektir. Bunun başka bir yolu yoktur. Zira fıtrata aykırı olarak yaşanan cinsellikler, psikolojik ve sosyal tatmin şöyle dursun, cinsel tatmini bile sağlayamaz. Hatta gerilimi artırır. Ne var ki bu bireylerin önemli bir bölümü bunun farkında bile değildir. Bu nedenle kamunun sağlığı ve huzuru için ilgili kurumların (devletin) bu konularda bilinçlendirme çalışmaları yapması gerekir.

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Recent Posts

  • Gündem

Uluslararası Ceza Mahkemesi, Netanyahu ve Gallant İçin Yakalama Kararı Çıkardı!

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…

7 saat ago
  • Gündem

KUR’ÂN ARAŞTIRICISIYDI BEL’AM MI OLDU!

Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…

8 saat ago
  • Gündem

YALNIZCA VE SADECE MİLLETİMİZİN ASKERLERİNE MUHTACIZ

Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…

12 saat ago
  • Gündem

İBB Meclisi’nde İstanbul’da Suya Her Ay Zam Yapılacak

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…

13 saat ago
  • Gündem

Marmara’da Lodos: Deniz Ulaşımı Olumsuz Etkilendi

İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…

14 saat ago
  • Makale

Evrensel Bir Kişilik Profili: Ebu Leheb ve Karısı (1)

Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…

14 saat ago