Değerli Okuyucularım;
Bugün size en önemli edebiyatçı, kelâmcı ve müfessirlerimizden biri olan Ebû’l-Kâsım Mahmud İbn Ömer ez-Zemahşerî (1075–1143) ve fikir dünyasını kısaca tanıtacağım. Zemahşerî, Selçuklu Sultanlarından Melikşah devrinde Harezm kasabalarından Zemahşer’de Hicri 467 (Miladi 1075) yılında dünyaya geldi. Zemahşerî, çocukluğunda bir gün bindiği hayvandan düşerek yaralanır ve neticede bir ayağı kesilir. Bazı kaynaklar, ayağının kesilmesini, annesinin bir bedduasına dayandırır. Rivayete göre Zemahşerî, küçük bir kuşu ayağına ip bağlayarak sürüklemiş ve kuşun ayağının kopmasına sebep vermiş. Bu da annesinin kulağına gitmiş ve oğlunu bu yüzden kınamış.
Zemahşerî, ilk tahsilini büyük bir ihtimalle, kasabanın imamı olan babasında yaptı; okuma yazma öğrenip hafız olduktan sonra ilim tahsili için, o zaman büyük bir ilim ve medeniyet merkezi olan Buhârâ’ya gitti. Zemahşerî, Buhârâ’da muhtelif hocalardan usûl-u fıkıh, Hanefî fıkhı, hadis, tefsir, kelâm, mantık, felsefe ve Arapça dersleri aldı. Bu yetişme devresinde Harezm ve Horasan bölgelerinde birçok şehre gitti ve buralarda birçok ders halkasına katılarak, bilgilerini ilerletti.
1109 yıllarında Mekke-i Mükerreme’ye gitti ve burada bir süre ikâmet ederek, zamanın meşhur ediplerinden Şerif Ali İbn Hamza Vehhâs gibi âlimlerden feyz aldı. Vehhâs, daha sonraları Zemahşerî’nin talebelerinden olmuştur. Bu arada Arap yarımadasındaki bazı yerleri ve Yemen şehirlerini gezdi ve Arapçaya vukufiyyetini güçlendirdi. O’nun, Ebû Kubeys Dağı’na çıkarak; “Ey Araplar, gelin atalarınızın dilini benden öğrenin” diye dil konusunda Araplara meydan okuduğu rivayet edilir. Dile hâkimiyeti gerçekten yazdığı eserlerde ve söylediği şiirlerde, kasidelerde, methiyelerde açıkça görülmektedir.
Bu gezilerinden sonra Zemahşerî’nin memleketine gittiğini, 1124 yılında da tekrar Mekke’ye geldiğini görüyoruz. Mekke’ye bu gelişinde artık uzun süre burada kalmış ve eserlerinden birçoğunu, bu arada meşhur tefsirini de burada kaleme almıştır. Mekke’de uzun süre ikâmet ettiği için, kendisine “Cârullah” (Allah’a Komşu) lakabı verilerek “Cârullah Zemahşerî” adıyla da ayrıca meşhur olmuştur. Daha sonra yetişmiş bir âlim olarak tekrar memleketine (Harezm) dönüp 1143 yılında Seyhan nehri kenarındaki Cüreaniye’de vefatına kadar orada kalmıştır.
İtikadî ve Fıkhî Dünya Görüşü
Zemahşerî, itikatta ateşli bir Mu’tezile, fıkıhta ise Hanefî idi. Mu’tezile oluşundan dolayı çok tenkit edilmiş ve bu yüzden çok muhalif kazanmıştır. Bilindiği gibi Mu’tezile, aklına güvenerek ve “kul, fiilin hâlıkıdır” yani “insan, eylemlerinin yaratıcısıdır” demekle Hak mezheplerden ayrılan ve ehl-i sünnet inancına göre delalet içinde olduğu kabul edilen bir fırkadır. Bu fırkanın oluşumunda Vâsıl İbni Atâ isimli bir kişinin katkısı büyüktür. Bu kişi, aslında Hasan Basri Hazretlerinin öğrencisi iken, büyük günah işleyen bir kimsenin ne mümin, ne de kâfir olmayıp, tövbesiz ahirete giderse ebedî olarak cehennemde kalacağını iddia ederek, hocasından itizal etmiştir (ayrılmıştır).
Mu’tezil konuma düşmekle ehl-i sünnet cemaatinden ayrılan Zemahşerî, hayatının sonlarına doğru Mu’tezile oluşundan tövbe edip ehl-i sünnet inancına döndüğü rivayet edilirse de bu, eserlerinde pek görülmez. Sırf Mu’tezile oluşundan dolayı Selçuklu Sultan ve vezirleri tarafından ilimde ulaştığı yüksek mertebeye rağmen itibar görmemiştir. Zemahşerî, çok sayıda talebe yetiştirmiştir, bunların birçoğu nahiv, edebiyat ve İslâmî ilimlerde şöhret bulmuş âlimlerdendir. Hal tercümelerinden bahseden eserler, onun elli civarında eseri olduğunu belirtiyor.
Bediüzzaman’ın Zemahşeri Hakkında Bir Değerlendirmesi
Bediüzzaman Said Nursi, Zemahşerî’nin Mutezile’ye mensup olmasını Mektubat isimli eserinde şu izahlarda bulunmuştur:
“Ehl–i dalalet ve bidat fırkalarından bir kısım zatlar, ümmet nazarında makbul oluyorlar. Aynen onlar gibi zatlar var; zahiri hiç bir fark yokken ümmet onları reddediyor. Bu hususta hayret ediyordum. Mesela, Mutezile mezhebinden Zemahşeri, Mutezilikte çok mutaassıp olduğu halde, ehl–i sünnet âlimlerinin mütehakkıkları, onun şiddetli itirazlarına karşı, onu küfür ve dalaletle itham etmiyor bilakis bir kurtuluş yolunu onun için arıyorlar. Zemahşeri’nin şiddet derecesinden çok aşağı olan Ebu Ali Cübbai gibi Mutezile imamlarını ise merdut (reddedilmiş) ve matrut (tard edilmiş) sayıyorlar…Çok zaman bu sır benim merakıma dokunuyordu. Sonra Allah’ın Lütfü’yle anladım ki, Zemahşeri’nin ehl–i sünnete itirazları, hak zannettiği mesleğindeki hak muhabbetinden ileri geliyordu. Yani mesela, Cenab–ı Hakkı her türlü noksan ve kusurdan hakikî manada tenzih etmek, onun nazarında kulların kendi fiillerinin halikı olmasıyla oluyor.
Onun için, Cenab–ı Hakkı, tenzih etme muhabbetinden dolayı, ehl–i sünnetin “Kul fiilinin yaratıcısı olamaz, her şeyin halikı Allah’tır.” düsturunu kabul etmiyor. Reddedilen diğer Mutezile imamları ise, hak muhabbetinden ziyade, ehl–i sünnetin yüksek düsturlarına kısa akılları yetişemediğinden ve ehl–i sünnetin geniş kanun ve prensipleri onların dar fikirlerine yerleşmediğinden, inkâr ettiklerinden merdutturlar. Aynen bu kelam ilmindeki, Mu’tezile mezheplilerin, ehl–i sünnete muhalefeti olduğu gibi, sünnet–i seniyye haricindeki bir kısım ehl–i tarikatın muhalefeti de iki cihetledir: Biri: Zemahşerî gibi; haline, meşrebine meftun olması cihetiyle, daha zevk derecesine yetişemediği şeriatın adabına karşı bir derece lakayt kalır. Diğer kısmı ise: Hâşâ, şeriatın adabına, tarikatın düsturlarına nispeten ehemmiyetsiz bakar. Çünkü dar havsalası, o geniş zevkleri ihata edemiyor ve kısa makamı, o yüksek adaba yetişemiyor.”
En Önemli Eseri: Keşşâf
Zemahşerî, Batı dünyasında da ilgi gören birçok eser vermiştir. Bunların içinde bütün İslâm âleminde tanınmasını sağlayan “El-Keşşâf an Hakâikı’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fı Vücühi’t-Te’vîl” kısaca “Keşşâf” olarak tanınan tefsir kitabıdır. Tefsir tarihinde önemli bir yer tutan, leh ve aleyhinde çok söz söylenen, üzerinde yüzlerce şerh, haşiye ve reddiye yazılmış bir kitaptır. Zemahşerî, bu eserini Mekke’de ikameti esnasında kaleme almış ve iki senede tamamlamıştır. Aslında çevresinden gelen istekler üzerine Fevâtihu’ssuver ve Bakara suresi tefsirine dair bazı bilgileri daha önceden yazmışsa da daha önce adı geçen Mekke emiri ve edip Vehhâs‘ın da teşviki ile tam bir tefsir yazmaya karar vermiş ve bu eserini meydana getirmiştir. Bu tefsirini vefat ettiği yıl tamamladığı nakledilir.
Zemahşerî’nin bu tefsiri daha ziyade dil ve belagat bakımından önemlidir ve belagat yönünden Kur’ân’ın mucizelerini ortaya koymaya çalışmıştır. Bu yönüyle kendinden sonra gelen bütün dirayet tefsirleri ondan istifade etmiş ve Keşşâf tefsiri “Ummu’t-tefâsîr=Tefsirlerin anası veya ana tefsir” olarak kabul edilmiştir. Ancak müellifi Mu’tezile mezhebinden olduğu ve mezhebini teyit eder biçimde tevillere, açıklamalara gittiği için, bu tefsir çok tenkide uğramış ve eserdeki Mutezile mezhebinin görüşlerine uygun tevillerin ayıklanması, çürütülmesi ve reddi sadedinde birçok eser, şerh, hülasa ve haşiye kaleme alınmıştır.
Özellikle kulların fiillerinin yaratıcısı olması, Allah’ın ahirette müminlerce görülmesinin imkânsız olması, fâsığın mümin veya kâfir olmayıp ikisi arasında bir merhalede olması ve sihrin hakikatinin olmaması gibi konular, ehli sünnet uleması tarafından tashih edilmiştir. El-Keşşâf’ta, tefsire şahit olarak getirilen bin kadar beyit vardır. Zemahşerî, amelî mezhep bakımından Hanefi olduğu için, eserde fıkhî meselelerin izahında bu mezhebe uyulmakla birlikte birkaç yerde Şafiî mezhebinin tercih edildiğine de rastlanır.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…