Devletin asıl vazifesi, genel âsayişi, toplum sağlığını ve genel ahlakı korumak, yurt savunmasını sağlamaktır. Bunun dışındaki sektörleri denetlemek ve onların sağlıklı işlemesi için kontrolü elinde bulundurmaktır. Normalde devlet çarşıya-pazara müdahale etmez. Fiyatlar kendi doğal seyrinde oluşur. Yani devlet narh uygulaması yapmaz. Esnaf ahlakı bozulmamış bir toplumda durum böyledir.
Esnafın ahlakı bozulmuşsa, fiyatlardaki durmadan fahiş bir şekilde yükselişi gören vatandaş, “Devlet nerede?” sorusunu soruyor. Devlet de fırsatçı esnafa, “Fiyatları düşürün, biz gıda terörüne fırsat vermeyiz. Kandil’deki teröristlerin üzerine gittiğimiz gibi sizin de üzerinize geliriz” dese de açgözlü, utanmaz, hayâsız, fırsatçı, doyumsuz, obur, iman fukarası, kanaat yoksunu esnaf, kulağının üstüne yatıyor, duymazdan geliyor.
İktidar tarafından bunca uyarıya rağmen, fiyatlara hiç dokunmayan ticaret baronlarına karşı devlet de, yerinde denetimle beraber hileli ve fahiş fiyatla mal satanlara ağır para cezası keserek ve Tarım Kredi Kooperatifi marketlerini yurt genelinde yaygınlaştırarak olaya müdahil olmuştur.
İşin garibi, piyasadaki pahalılığı bahane ederek, bu durumu iktidarı yıpratma malzemesi yapan bir takım siyasi bağnazlar “Devlet nerde?” modundan çıkarak “Devlet manavlık mı yapar?” moduna girmek suretiyle çark ederler. Bunların maksadı üzüm yemek değil bağcı dövmek olduğu için, bu ikiyüzlülüklerini çok görmemek gerekir. Çünkü ikiyüzlü insan, pazar tezgâhı gibidir. Öne iyilerini koyar, arkası hep çürüktür. Bu ikiyüzlüler ve ahlaksız, vurguncu tefeciler bilsinler ki, “Esnaf ahlaksızlaşırsa, devlet de manavlaşır.” Yoksa normal şartlarda manavlık yapmak, devletin işi değildir. Devleti buna mecbur bırakanlar utansın.
Hâlbuki esnaf, piyasanın doğal seyriyle oynamasa, ürünleri üreticiden tüketiciye intikal ettirirken aradaki aracıları kaldırsa, makul kâr oranına kanaat etse, hem dünyasını hem de ahiretini imar etmiş olur. Çünkü Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kim bir gıda maddesini satın alır ve günün rayiç bedeli üzerinden satarsa, sanki onu yoksullara sadaka olarak dağıtmış gibi sevap alır.” (İbn Mace, Ruhûn, 16).
Bu durumda, haram-helal hassasiyetine bağlı olarak alış-veriş yapan dürüst bir esnafın, işinin başında geçirdiği ve geçireceği dakikalar da ibadet sayılmaktadır. Peygamber ve şehitlerle beraber haşrolunacaktır.
Öyleyse Müslüman, ticaret ahlakına uygun davranmalıdır. Hz. Ömer (r.a.) valilerine şu genelgeyi göndermiştir: “Yapacağı ticaretin İslamî esaslarını bilmeyen kimse bizim çarşı ve pazarlarımızda alış-veriş yapmasın.” (Tirmizi, vitr, 21).
Aynı zamanda Müslüman tüccar, dünya çarşısını ahiret çarşısına engel kılmamalıdır. Ahiret çarşısı cami, mescit ve ilim meclisleridir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurur: “Bir kısım erler vardır ki, alış-verişleri onları Allah’ı zikretmekten, namazlarını kılmaktan, zekâtlarını vermekten alıkoymaz.” (Nur:24/37).
Gerçekten bu ayete göre bilinçlenen esnaf da, piyasanın altını üstüne getirmez.
Müslüman esnaf, mal ve şöhret duygusuna kapılarak çok haris/ihtiraslı da olmamalı, komşularının yaptığı ticareti kıskanmamalıdır. Bu haller, korkunç manevi hastalıklardır. “Yalnız ben kazanayım” zihniyetinde olmamalıdır. Bu hastalığa tutulan bir tüccar ne kadar çok kazansa ve zengin olsa da, yine gözü başkalarının malında olur, hayatında huzur bulamaz. Rasûlullah (s.a.v.) bu konuyla ilgili şöyle buyurur: “Mal ve şöhret hırsına kapılan kişinin dinine verdiği zarar, iki aç kurdun bir koyun sürüsüne dalıp verdiği zarardan daha çoktur.” (Tirmizi, Şerhi Tuhfe, Ebvabu’z Zühd, 7/46).
Müslüman esnaf, komşularını kıskanmak şöyle dursun, daima onları düşünmelidir. Tarihî şu olay, bizlere çok güzel bir ibret teşkil etmektedir: “Fatih, İstanbul’un fethine karar verdiğinde, bu çetin işi başarıp başaramayacağını anlamak için milletinin birbirine bağlılık durumunu yoklamak ister. Kıyafet değiştirerek bir bakkala girer. Bakkaldan bir batman bal ister. Bakkal balı verince bir batman da tereyağı ister. “Ben sattığım bu balın kârı ile ailemin bugünkü rızkını kazandım. Komşum ise henüz siftah yapmadı. Yağı da lütfen ondan alın” der. Fatih, komşu bakkala giderek tereyağını da ondan alır ve birkaç kilo peynir ister. İkinci bakkal da birincisi gibi hareket ederek, peyniri de komşusundan almasını tanımadığı bu müşterisinden rica eder. Bu hali gören Fatih, ellerini kaldırıp Allah’a şükreder. “Fertleri, birbirlerini seven ve düşünen bir milletin yapamayacağı iş, başaramayacağı dava yoktur.” diyerek fetih hazırlıklarına başlar. (Osman Karaçöğür, İslam’da Ticaret Hukuku, s.22-23).
İşte bugün biz böyle ahlakî seviye kazanmış esnafa hasretiz. Komşusunun da kendisi gibi kazanmasını isteyen ahlakî erdeme sahip esnaf, tüketicinin de zarar görmemesini isteyecektir. Bugün esnafın ahlak sigortası attığı için toplumun da ahlak sigortası atmıştır. Meydanlar, doyumsuz, fırsatçı, Allah’tan korkmayan, kuldan utanmayan esnaflar tarafından doldurulmuştur. Dürüst esnafımızı her zaman başımıza taç edinmekte ve bu ahlak yoksunu esnaftan ayrı tutmaktayız.
Şuayb peygamberin kavmi olan Medyen ve Eyke halkı; ölçüde-tartıda hile yaparak halkı kandırmak suretiyle ticari ahlakı bozulmuş idi. Ticari ahlakı kokuşmuş olan bu halkı Allah helak etti. Eğer bugün Şuayb peygamberin kavmine taş çıkartan günümüz esnafını Allah topluca helak etmiyor, başına taş yağdırmıyorsa bunun sebebi, Peygamberimizin “Yarabbi! Benim ümmetime, geçmiş peygamberlerin ümmetlerine verdiğin toplu helakler verme” duasının kabul olmasıdır. (Bak:Müslim, Fiten 5, H.No:2890; Tirmizi, Fiten 14, H.No:2175).
Bu dünyada alavere-dalavere ile işlerini yürütenler bilsinler ki, Allah mühlet verir ama ihmal etmez. Bu dünyada belasını vermezse, ahirette perçeminden fena yakalayacaktır. Teemmül oluna!!!
Musab SEYİTHAN