Günümüz iktisadi hayatı ve pazar koşulları da, insanlığı illüzyon etkisinde tutarak, çaresizlikleri çareler üzerinden gösteriyor. Öyle algılatıyor. Mevcut ekonomik düzen, parasal sorunları bizzat paranın kendisi üzerinden finansal bir model gibi toplumlara sunuyor.
Kapitalizm, vahşet senaryolarını “toplumları borçlandırma” üzerine bina etmiştir. Bunu, adeta zaruret olarak kabul etmiş, iktisat bilimi aracılığıyla sürdürülebilir hale getirmiştir. İktisat, tıpkı; tarih, coğrafya, dil, siyaset ve iletişim bilimleri gibi, her toplumun kendi özüyle münhasır olan bir bilimdir. İktisadın, gelenek, görenek, inanç ve alışkanlıklar üzerinde etkisi, ya da; bu değerlerin oluşumunda yapıcı, tamamlayıcı rolü vardır. Toplumların yapısı ve yönelimleri üzerinde de motive edici yöne sahiptir. Her coğrafyanın, tarih, kültür, sosyoloji, dil ve inanç sistemi nasıl farklılık gösteriyorsa; iktisadi anlayışı ve ekonomi kurallarının da farklılık göstermesi normaldir. Aynı olma zorunluluğu yoktur. Uygulamada ise; aynılık hedeflenmiş, o doğrultuda akademik politikalar üretilmiştir. Tekelci bir yaklaşım ile tüm dünya, tek tip bir iktisadi pazar modeline mahkum edilmiştir.
Küresel finans sistemini kontrol edenlerin en önemli ilkesi, devletleri ve toplumları borçlandırmaktır. Kimse, bilerek ve isteyerek borçlanmaz. Ancak; mevcut para sistemi, borç üzerine kurgulanmıştır. Borçlanma iradesi, insiyatif olarak, bireyin elinden alınmış, sistematik hale getirilmiştir. Toplumlar, sistem gereği borçlanmak zorunda bırakılmış, borcun beraberinde de faizi kabullenmek durumunda kalmışlardır. Faizi iyice kanıksamışlardır. Bu durum Müslüman toplumlara dahi aynı derecede etki etmiştir. Müslümanlık, kapital ekonominin süpermarketlerinde satılan bir paket ürün haline getirilmiştir. Sistem içerisinde hapsedilerek, ticarileşmiştir.
Allah’ın Resûlü (S.A.V), yahudi ve müşriklerin ticaretinin hakim olduğu pazarları onaylamamış, kendi kurduğu Medine pazarında alış-veriş yapılmasını öğütlyip emretmiştir. Çünkü; İslam’ın yasakladığı birçok uygulama yahudileri-müşriklerin pazarlarında gerçekleşiyordu. Resulullah (S.A.V.) için iktisadi bağımsızlık İslam toplumu olabilmek için önemli bir koşuldu. Yoksa; İslam’ın alış verişlerdeki helal ve haram hükümleri, gündelik yaşamda başka türlü nasıl tatbik edilebilirdi?
Allah’ın Resûlü (S.A.V)’ın bu pazarları reddetmesini zorunlu kılan nedenler, günümüz “Para Kredi Sistemi”ne karşı da geçerli olan nedenlerdir. Zira; o dönemin iktisadi hayatına hakim olan anlayış, bugün fazlasıyla günümüz İslam coğrafyalarına da hükmediyor. Müşrikler; Medine, Beni Kaynuka ve Nebit’teki pazarlarında mallarını her ne kadar alıp satsalar da, özü itibariyle değişime konu olan değerler üzerinden riba/faiz, pazar harcı, karaborsa ve kartelleşmeyi ticari bir kural olarak görüyorlardı. Tıpkı bugünün “Bankacılık Sistemi” gibi. Bugünün “Para Kredi Sistemi” de “Bankacılık” adı altında, paranın mal gibi alınıp satılan bir “Pazar” haline geldiğini gösteriyor. Maalesef; devletlerin ya da bireylerin, olağan ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kapitalist sistemin kurguladığı “faizli borçlanma” dışında paraya ulaşma şansları yoktur.
Günümüz iktisadi hayatı ve pazar koşulları da, insanlığı illüzyon etkisinde tutarak, çaresizlikleri çareler üzerinden gösteriyor. Öyle algılatıyor. Mevcut ekonomik düzen, parasal sorunları bizzat paranın kendisi üzerinden finansal bir model gibi toplumlara sunuyor. Paranın yokluğunu, faiz karşılığında verilen borç para ile gidermek mümkün olabilir mi? Elbette olamaz. Dolayısıyla böyle bir finansal model de olamaz. Olmamalı, zorlanmamalı…
Sorunların, çözümler üzerinden meydana gelmesi toplumları aciz bırakarak körlüğe mahkum ediyor. Yıllardır ekonomik sorunlar yaşayan, dünyanın hiçbir ülkesi yoktur ki; bu sorunlarını çözebilmiş olsunlar. Her ülke kendi finansal gücü ölçüsünde borca mahkum ediliyor. Adeta açığını, kendisinden daha zayıf ülkelerden ödünlemek zorunda kalıyor ve emperyalist anlayışa can suyu oluyorlar. Bu şekilde; finansal zorunluluklar ile hiçbir ülkenin sahip olamadığı imkanlar, mevcut “Para Kredi Sistemi” marifetiyle bir avuç gerçek veya tüzel kişiliğe, yani; kapitalist anlayışın vampirlerine sunuluyor.
İçinde bulunduğumuz Para Kredi Sistemi’nin temel felsefesi “en iyi borçlu, borçlandığını bilmeyen borçludur”, söylemi üzere cereyan ediyor. Öyle ki; toplumlar borçlandıkça, sisteme olan mahkumiyet daha da sürdürülebilir hal alıyor. Bankacılık sisteminin kredi yaratma kabiliyetleriyle birlikte borçlanma katsayısı, daha da artıyor. İlginçtir; bu duruma, borcu olan milyonlarca insanla birlikte, hiçbir yetkili kişi veya kurum tarafından yeteri kadar dikkat çekilmiyor. Muhtemelen; ya, farkında değiller, ya da; bize öyle geliyor olabilir. İşin içinde olup da, farkında olamama körlüğü deriz buna. İşte bu ‘Para Kredi Sistemi’nin “En iyi borçlu, borçlandığını bilmeyen borçludur”, söylemi ile Batılı istihbarat örgütlerinin “En iyi ajan, ajan olduğunu bilmeyen ajandır”, felsefesi ciddi derecede benzerlik gösteriyor.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi