“Zenginin malı/parası züğürdün çenesini yorar” diye bir atasözümüz var ya… Bu yazımda, bu atasözümüz ile bir yolculuğa çıkalım, bakalım bizi nerelere götürecek. Atalarımız bir sözü sahiplenirken, o sözü, arkasındaki binlerce yaşanmışlıkla birlikte edebiyat kültürümüze katmışlardır. Hali hazırda atasözlerimizin anlam derinliğine, yaşanmışlıklarımızı eklemeye devam ediyoruz.
Hemen her dönem, bir zengin ve fakir karşıtlığı olmuştur. İnsanlar, gerek temel ihtiyaçlarını, gerekse; daha konforlu ihtiyaçlarını fiziki paralar ile giderirlerdi. Ta ki; mevcut para kredi sistemi marifetiyle borca alıştırılana dek. Toplum, bu anlayışı benimsendikçe, borç-faiz-zaman üçlemiyle oluşan devasa borçlar karşısındaki nakit para miktarı, sembolik bir hal almıştır. Finansal sistem, buradaki para eksiğini gidermenin yolunu “Banka kartı” kullanımıyla bulmuştur.
Bankacılık sektörü, tüketicinin dokunma hissine hitap etmesi bakımından banka kartı, kredi kartı gibi kart sistemleriyle toplum psikolojisini egale etmiştir. Bu, tıpkı; bir çocuğun yalancı meme ile anne sütünden kesilmesi gibidir. Bu hamle ile insana psikolojik olarak yakın bir his/güven telkin edilmiştir. Ayrıca; bu algının uzantısı olarak, paranın kısıt tutulması, paraya olan özlemi arttırırken, kredi kartlarının kullanımlarını da maksimize etmiştir. Zira; hemen herkeste, her bankanın birer ikişer kartı, toplamda 8-10 banka kartı olduğuna çoğumuz şahit olmuşuzdur.
Sistem gereği, günümüz iktisadi koşullar nakitsiz toplum hedefi doğrultusunda dolu dizgin ilerliyor. Dolayısıyla; bu yolla, kredi kullanımı kaydi para olgusunu zaruri kılmıştır. Kaydi para; gerçekte olmayıp, bankacılık sisteminin güven telkin etmesiyle, toplum bilincine kabullendirdiği/varsaydırdığı elektronik paradır. Kanunlar, belirli limitin üzerindeki (8000 TL ve üzeri) işlemlerin bankacılık sistemi üzerinden yapılmasını zorunlu kıldığından, bu güven telkini, devlet otoritesi tarafından da desteklenmektedir. Böylece; kanuni altyapımız, mevcut borca dayalı bankacılık sistemine can suyu olmaktadır.
Kanunen, kredi kartlarının işlem hacimlerinin kaydi/elektronik para olarak değerlendirilmesinin yanında; kontör, akbil gibi türevlerde aynı şekilde elektronik para olarak adlandırılmaktadır. Kanunlarımızda yaklaşık 10 şirkete elektronik para üretme yetkisi verilmiştir. Bu şirketlerin bir kısmı kontör üreten telekominikasyon şirketleridir. Yani; kontör aslında bir elektronik para türü olarak tanımlanmıştır. Yakın geçmişte; internet sitelerinde kontör karşılığı ürün satımı oldukça yaygındı. Günümüzde de bu durum devam etmektedir.
Kontör için kısaca; paranın “konuşma süresi” olarak paketlenmiş halidir, diyebiliriz.
Pekala; neden konuşma süresi mal ve hizmetler için bir mübadele aracı (para) olarak kullanılsın ki?
Malum, iletişim çağındayız. Toplumun hemen her kesiminden insan, en az bir telefon sahibi durumundadır. Her an etkileşime açıktır. Konuşmak, iletişimin en zaruri eylemlerinin başında geliyor. Konuşma ihtiyacı ile para enstürmanı daha iyi nasıl konsolide edilebilirdi? İşte fırsat. Kredilerin/Borçların toplum tabanına yayılması için en kullanışlı enstrüman. Elbette, sadece para ile bunu yapamazlardı. Çünkü; para kısıt haldedir ve toplum tabanına aynı oranda yayılma şansı yoktu. Kontör, finansal sistemde adeta bir bağlam, ara dönüştürücü gibi davranıyor. Bunun yanı sıra “Konuşma süresi paketi” ve insanların iletişim ihtiyacı kredi kartı kullanımını maksimize ediyordu.
Kredi Kartı Mağdurları üzerinden oluşturan bir sektör: Kart Çevirme
Bu derece toplum tabanına sirayet eden kredi kartı illeti, kısa sürede mağdurlarını doğuracaktı ve doğurdu da. Kredi kartı mağdurlarının artması, bu kitlenin istismar edilmesine neden olacak bir sektörü de oluşturdu.
Kredi kartı borcunu ödeyemeyen insanlar, bu kez de kendilerini sektörün aracılarının eline düşmekte buldular. Zira; parça kontör vs satan Telekom firmaları bu sayede tefecilik yapmaya başlamışlardı.
Nasıl mı?
Kredi kartı mağduru şahıs, şifreleriyle birlikte kartını Telekom firmasına teslim ediyor. Firma, banka ATM’sinden karta önce parayı yatırarak kartın borcunu ödüyor. Borcu ödenen kart, otomatikman aktif hale geliyor. Böylece kart mağduruna kredi kartını veren banka icra takibi yapmıyor. Mağdur rahat bir nefes alıyordu.
Devamında ise; Telekom firması ana bayiden kontör almak üzere kartın limitince taksitli olarak kontör satın alıyor ve faturayı kendi firmasına kestiriyor. Böylece karta yatırdığı paranın üzerine kendi faiz ve komisyonunu da ekleyerek almış oluyor. Yani örneğin; karta 4000 TL yatırdıysa; taksitle 4500 TL’lik mal çekiyor. (Bu işlemi; hiç mal satın almadan, sadece kendi pos cihazından taksitli çekim yaparak da gerçekleştirebilirler.)
Bu nedenle parça kontör satan firmalar; yıllarca, Turkcell, Vodafone gibi ana bayilerden daha ucuza kontör satmışlardır. Dolayısıyla, parça kontör firmalarında satılan kontörler ana bayilerden daha ucuz olduğu için, halkın talebi bu yönde sirküle olmuştur. Maalesef; bu insanların hakları/vebali de tüm topluma dağılmıştır.
Bu firmalar yıllarca, edindikleri avantajların faturasını, kredi kartlarından dolayı bankalara borçlu milyonlarca mağdurun üzerine yüklediler. Bu mağduriyetler günümüzde de müzmin bir haldedir.
Kredi, kontör ve altın gibi unsurlar para olarak kabul gördüğünden satışlarında vergi (KDV) yoktur. Bu nedenle suiistimale açıktır.
Bir başka soru işareti de; kontör denen bu paraların üretimine ilişkindir. Bunun maliyeti nedir? Neden bu kadar pahalı?
Bu şirketlerden yüksek vergiler alındığını biliyoruz. Bu vergilerin GSM şirketlerinden alınması, onların da maliyetlerini tüketiciye fatura etmesine neden oluyor. Sonuç itibariyle; vatandaştan toplanan vergilerdir bunlar. Oysa; Devletimiz faize bulaştırmayacağı, milli bir GSM şirketi veya kendi oluşturduğu bir kurumsal yapı ile oldukça ucuz şekilde kontör üreterek bunu piyasaya sürebilir.
Dolayısıyla faizin daha fazla tabana yayılmasına da ciddi anlamda engel olacaktır.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi