Eman Tur’un organizesinde Fas gezisine çıktık. Uçakla Fas’ın başkenti ve en büyük şehri olan Dar-ı Beyza’ya /Kazablanka’ya indik. Rehberimiz Mustafa Saraçtı. Ben tektim ama değerli dostum seyyah Faruk Polatoğlu ve eşi Nesrin Hanımla beraberdik.
Beş yıldızlı bir otelde kaldık. Gezimiz olağandı. Birkaç anımı zikretmek istiyorum:
Ziyaret edip bir ikindi namazını cemaatle kıldığımız Kral Hasan Camii görüntü olarak muhteşemdi. Mesela Süleymaniye camiinden büyük göründü bize. Ama ruh yoktu. Huzur bulamadık. Camiler banilerinin ihlasına göre ruhaniyet kazanıyor. Aslında her iş de böyledir. Mesela zahirde şehit görülüp kahraman olarak alkışlanan nice kişi vardır ki hakikat nazarında sıradan bir ölüdür.
Kazablanka’dan otobüsle bazı şehirlere gittik. İsimlerini hatırlayamadığım bu şehirlerinden birine tam da Cuma ezanı ile birlikte vardık ve hemen camiye girdik.
Kafilemiz bir otobüstü. Kadınlara, ‘Ülkemizde Cuma namazlarını kılamıyorsunuz, bu günü değerlendirelim siz de hazır olun cumaya beraberce gidelim,’ dedim. Cuma namazının nasıl kılınacağını da öğrettim.
Camiye girdiğimizde İmam hatip, hutbesini bitirmek üzereydi. Fas’ta camilerde minber bizdekiler gibi olmayıp kısmen duvara gömülüdür.
Namazın bitiminde bizdeki gibi iki tarafa değil yalnızca sağ tarafa ve sadece: “Esselamü Aleyküm” şeklinde selam vererek namazdan çıkıyorlar. Beni asıl hayrete düşüren ise imam selam verince cemaatin hemen dağılmasıydı.
İmam selam verince ben Allahümme entesselam… deyip namaz için ayağa kalktığımda, 1000 kişilik camide ülkemizde olduğu gibi Cumanın son sünnetini veya zuhr-i âhır namazını kılan bir tek kişi bile göremedim.
Otobüsümüze dönünce, kadınlara ‘namaz kılıp kılamadıklarını’ sorduğumda ise kıldıklarını ve Cuma namazında yaklaşık beş yüz kadar kadın olduğunu söylediler.
Faslıların Maliki mezhebine göre uygulaması, İslâm’ın ruhuna bizim uygulamamızdan daha uygundu. Çünkü Kur’ân’ın emri, farz namazın ardından dağılıp işlerimizin başına dönmemiz şeklindeydi. Üstelik Peygamberimizin uygulamasında, cumanın son sünneti ve zuhr-i âhır gibi namazlar yoktu. Kadınlar da erkekler gibi Cuma namazlarına geliyorlardı.
Bu vesile ile ifade edeyim. Kadınların Cuma namazlarına gelmeleri ve çocuklarını da getirmeleri için yazılar yazdım, televizyon konuşmaları yaptım. Ama ne derece etkili olduğunu bilemiyorum.
Öğleden Önce Defin
Fas’ta gördüğüm bir farklı uygulama da defin işlemiydi. Bizde kişi bir gün önce de ölse, cenaze namazı bir gün sonra öğle veya ikindi namazından sonra kılınır. Fas’ta ise öğleden iki saat kadar önce defin yapıldığına şahit olduk. Daha doğru olan da bu uygulamadır.
Ayaklarımızı Atlas Okyanusuna Daldırdık
1992 yılının Ekim sonunda Mekke’deydik. Umremizi yapmıştık. MekkeÜmmü’l-Kura üniversitesi mezunu Ahmet Ziya İbrahimoğlu ve İslâmî nitelikli telif ve tercüme eserler yayınlayan İnsan Yayınevi sahibi İlhan Akıncı Bey ile birlikte sohbet ediyorduk. Sudan’ı da konuştuk. Çünkü Sudan’da askeri bir darbe olmuş İslâm’ı bir hayat düzeni olarak algılayan kişiler iktidara gelmişti. “Hazır Mekke’de iken niçin Sudan’a gitmiyoruz, gidelim görelim” dedik.
Hava alanından ayrılıp otele gitmek istedik. Bindiğimiz taksi şöforünün rehberliğinde gittiğimiz otel denilen yerler kalınacak gibi değildi. Sonunda Sudan şartlarında beş yıldızlı olan bir otele (Merküre ?) gittik. Neredeyse gece yarısı olmuştu. Sabah da erkence kalktık. 5-6 saatlik bir konaklama için, üç kişilik vasat tefrişli bir odaya 200 dolar ödemek keyfimizi kaçırdı ise de Sudan gezimizi unutulmaz kılan anı oldu.
Nil Nehri’ne Komşu Olarak Konakladık Daha sonra Nil kenarında bulunan ve İfso için Afrika ülkelerinden gelen delegelerin kaldığı Green Village’e taşındık.
Afrika’nın değişik ülkelerinden gelen yetişkin ve aydın gençler yerel giysileri içinde bize soylu insanlar olarak göründü. Konuştukça onları daha çok sevdik.
İfso’nun kongresine katıldık. Gözlemci Müslüman Türkler olarak ilgi gördük ve ilgi ile izledik.
Hartum’un merkezi camilerinde namaz kıldık, pazarlarında dolaştık. Sudanlılar şen ve sempatik insanlar, hemen hemen her yerde şarkılar, kahramanlık türküleri söylendiğine ve mahallî oyunlar oynandığına tanık olduk. Ha unutmadan ifade etmeyim; Sudanlılar boylu poslu insanlar. Benim gibi 1.58 boyunda bir adam görmedim desem yanlış olmaz.
Green Village’de Ugandalı, Kongo’lu, Nijerya’lı …vs. gençlerle kıldığımız/kıldırdığımız sabah namazları ruhsal olarak doyum kaynağımız oldu.
Bu sabahların biri, benim için unutulmaz bir anı vesilesi oldu. Çünkü hayatımda gerçekleşen bir ilki yaşadım. Anlatayım:
Değişik memleketlerden gelen kardeşlerin her birinin, sabah namazları ardından ülkeleri hakkında bilgi vermesi kararı alınmış, bize de rica edilmişti.
Mekke mezunu olan Ahmet Ziya’nın konuşması uygundu ama o, bir emr-i vaki ile konuşma işini bana yükledi. Büyük bölümünü konu ile ilgili âyetlerin oluşturduğu bir konuşma yaptım. Bu, benim ana dili Arapça olan insanlara karşı yaptığım ilk konuşma oldu. Hafız olduğum için telaffuzum Arap asıllı olanların çoğundan daha iyiydi. Hamdolsun mahcup olmadık.
Hazır Green Village deyiz. Ümmet bilincine örnek olan bir anımızı daha paylaşalım. Sabah namazından sonra istirahata çekilmiştik. Çok geçmeden kapımız çalındı. Ama ne çalınış. Yataklarımızdan fırladık. Meğer İstanbul’da Refah Partisinin dört ilçede seçimi kazandığı haberini almışlar. Tebrik ederek sevinçlerini bizimle paylaşmak istemişler. Seçimi kazananlardan biri olan Feyzullah Kıyıklık’tan aldığım bilgiye göre, mazbatayı 3 Kasım 1992 de almışlar.
Kasr-ı Sadaka’da Yemek
Nil nehrinde motorlu kayıkla bir gezi yaptık. Milli Eğitim Bakanı dahil bazı resmi ve sivil kişilerle görüştük. Dönemin şartlarında hatırı sayılır üst düzey bir mekân olan Kasr-ı Sadaka’da balık yedik.
Sudan hatıralarımızı bitirmeden geliniz bir de Türk Sefirliğine yani bizim sefaretimize uğrayalım.
Sefaretimize gittik. Bir yetkili veya ticaret ataşesi ile konuşurken arkadaşımız İlhan bey İstanbul’da çadır bezi ürettiğini, aynı işi burada da yapabileceğini beyan ederek, Sudan ekonomisi ile alakalı sorular yöneltti. Yetkili muhatabımız, olumlu bir tek söz söylemeksizin olumsuzlukları sayıp döktü. Sakın ha buraya bir daha gelmeyiniz dercesine…
Bu arada ben Türkiye’den Sudan’a bir yılda kaç kişinin geldiğini sordum. Sizler dahil 12-13 kişi denildi. Durum böyle iken teşvik edilecek yerde engellenmek isteniyorduk.
Biz konurken Sefir geldi. Varlığımızı hissettiğini anladık. Ama sağa sola bakınmadan makamına çıktı. Bizi buyur etmesini bekledik ama nerede o incelik.
Bu gibi adamlar değil Ülkemizin sefiri, sefaretimizin çaycısı olamaz. Nantes başkonsolosumuz Korkut
Tufan Bey örneğini de gördükten sonra bu gibiler için İlhan Akıncı ile yaptığımız teşhiste, yanılmadığımızı anladık.
ALİ RIZA DEMİRCAN
YAZARIN DİĞER YAZILARI İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
MİRATHABER.COM- YOUTUBE