Bir zamanlar, bir yazı kaleme almıştım: “Namaz ilahî bir projedir” diye. Çok haklı söylemişim. Namazın her rekâtında Fatiha’yı okumakla emr olunmamız da bu ilahî projenin bir parçasıdır.
Güneşin, “neden ben her gün ve her an ısı ve ışık veriyorum”demesi ne kadar anlamsızsa, insanın da “neden ben her gün namaz kılmalıyım ve her rekâtta Fatihayı okumalıyım”demesi de o kadar anlamsızdır. Çünkü güneşi her gün ve her an ısı ve ışık vermeye münasip yaratan ve görevlendiren Allah, insanı da her gün beş vakit namaza ve Fatiha gibi bir duayı okumaya münasip ve muhtaç yaratmıştır. Güneş ısı ve ışık, arı bal, tavuk yumurta, inek süt… memuru olduğu gibi insan da namaz ve dua memurudur.
Fatiha, Allah’ın biz kullarına öğrettiği, tam kendisine layık bir takdim, bir yalvarış, bir dua… Bize kalsaydı, bu kadar kapsamlı, geniş ve derin manalı bir ifade ile Allah’a yönelmemiz mümkün olmayacaktı.
الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ifadesiyle Allah, Bütün övgülerin kendisine ait olduğunu söyletiyor bize. Doğru mu, doğru. Çünkü O, “Rabbü’l-alemîn”=Alemlerin Rabbidir. Kim alemlerin Rabbi ise, elbette bütün övgüler de onun olacak ve ona gidecektir. Kim her şeyi yaratan, yürüten, yöneten, eğiten, büyüten ise, bütün övgülere de o layıktır.
-Bu sorunun cevabı da Fatihada ki الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ “Errahmanirrahim”de. Yani Allah, sonsuz rahmetiyle ve kâinat çapında nimetiyle eğitiyor. İhsan ve ikramlarını şefkat ve merhametle uzatıyor bize.
Bunu görmeyenleri de tehdid ediyor.
-Bunun cevabı da Fatiha’daki مَلِكِ يَوْمِ الدِّينِ “Malikiyevmiddin” de. Bu ifade ile Allah, önümüzde bir ceza gününün bulunduğunu, o ceza gününün tek hakiminin de kendisi olduğunu söylüyor ve bize söyletiyor. Bu tehdit de onun merhametinin bir başka tecellisidir. Bu tehdidi ilerde ateşten çukurlara düşmeyelim diye yapıyor.
Nimetlerinin nankörü olmamak, nankörü olup ta sonsuz cezaya çarpılmamak, hamdin tamamını Allah’a tahsis edebilmek ve ceza gününün dehşetinden kurtulabilmemiz için kâinatla beraber bizi kendisine yalvartıyor ve bize إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ “İyyake na’büdü ve iyyakenastaîn=sadece sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz”, dedirtiyor.
Dosdoğru yola, nimetleriyle sevindirdiği dostlarının yoluna girmek, bu yolda sabit kalmak, azıp-sapanların, bu sebeple azaba ve gazaba çarpılanların konumuna düşmemek için bize:
اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ
صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ
dedirtiyor.
Fatiha hakkında çok yazılarımız oldu, olacak da. Çünkü Fatiha Allah’ın kelamıdır, zengin manalıdır, onun manaları bitmez. Alimler ondan usanmaz. İşte ondaki bu zenginlikten dolayıdır ki Hz. Ali (ra): “Ben isteseydim, ümmü’l-Kur’an’a yani Kur’an’ın anası olan Fatiha’nın tefsirine dair yetmiş deve yükü kitap yazardım.”[1] Demiştir.
Önceleri bunu anlayamıyordum, şimdi anlıyorum ki Fatiha hakkında değil yetmiş deve, yedi yüz deve yükü kitap da yazılabilir. Çünkü o Allah’ın sonsuz ilminden gelmiştir. Peygamberimiz Kur’an hakkında: “Onun acaibi bitmez, sonuna ulaşılmaz.”[2] derken, Allah da: “Allah’ın kelimeleri için denizler mürekkep olsaydı, Allah’ın kelimeleri bitmeden denizler biterdi.”[3] Ayetiyle Kur’an’ın sayılamayacak kadar çok manalar içerdiğine işaret etmektedir.
Sonsuz hamdolsun Allah’a ki Fatiha gibi bir dua göndermiş bize. Fatiha gibi bir ifade olmasaydı, biz Allah’a layık ifadeleri nasıl dile getirebilirdik? Allah’a layık ifadeler bulamamış olsaydık, sonsuz şükürlere, övgülere layık olan Allah’ın hakkını nasıl öderdik?
Ben bunları düşünürken, konuşurken ve yazarken torunum Ömer Faruk da yanımda bulunuyordu. Bir ara Ömer Faruk’a döndüm:
Güzel oğlum, yazdığım makalenin tamamını bitince okursun, ama sana hemen, çok özet birkaç cümle söyleyeyim mi?
-Buyur, büyük babacığım, dedi.
-Güzel oğlum, İlahî bir proje olan bu beş vakit namazı kılarsan ve yine bu projenin bir parçası olan Fatiha’yı okursan -Allah’ın yasakları hariç- kâinat ve içindeki her şey sana helal olur, her şey sana duacı olur. Kılmazsan, kâinat ve içindeki her şey, hatta helaller de sana haram olur, her şey senden davacı olur, bir gün hepsi senden hakkını ister. Senin onlara verecek bir şeyin olmadığı için de onların vebali senin sırtına yüklenir, sonra zincire vurularak esfel-i safiline atılırsın. Sakın namazını ihmal etme güzel oğlum, çünkü sen esfel-i safiline, cehenneme değil, alay-ı illiyyine, cennete layıksın.
Namaz seni dünya huzuruna ve cennete, namazdaki huşuun, edebin ve aşkın da seni Cennetin sahibine kavuşturacaktır. Namaz huzurun ve cennetin, cennet de vatanın olsun, güzel oğlum.
Büyük bir halavetle sözlerimi dinleyen Ömer Faruk, “amin” dedi, teşekkürleriyle beraber izin isteyerek ayrıldı.
[1] Karakaş, Vehbi, Âlûsî Tefsirinde Ayetlerin İşarî Açıdan Yorumu, 50 (basılmamış Orijinal tez; Süyûtî, el- İtkan, II/1223-1224; Kuşeyri, Letaifü’l-İşarat, I/5
[2] Süyûti, el- Itkan, II/1220.
[3] Kehf, 18/109
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi