Prof. Dr. Ali Seyyar
Değerli Okuyucularım;
Bir terörist devleti olan İsrail, son günlerde yine savaş uçaklarıyla Filistin halkının üzerine bomba yağdırıyor ve yüzlerce masum sivil insanı şehit ediyor. Bu zulmünden dolayı da Müslümanlar, haklı olarak yıllardan beri Siyonist Yahudi yöneticilere karşı bedduada bulunuyor. Ama buna rağmen bu devlet zulmü, bir türlü bitmiyor. Ali Rıza Demircan Hocamız da çok çarpıcı bir şekilde “İsrail bu zulmünü daha da artırsın, çünkü biz Müslümanlar olarak buna müstahakız” demek suretiyle, bu zulmün bize bakan boyutuna işaret etmiştir. Nerede hata yapıyoruz ki bu zulmün biz de bir parçası oluyoruz sorusu akla geliyor.
İsterseniz bu sorunun cevabını Kur’ân’ın özeti olan Fatiha sûresinde aramak ile başlayalım. Bu sûrenin son iki âyetinde bizler Allah’ımıza nasıl dua ediyorduk? “Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!” Yoksa bizler, bize doğru yol yani İslâm dini gösterildiği halde kendi dinimizin emrettiği istikametten uzaklaşmış olduğumuz için mi bu zulümlere maruz kalıyoruz? Yoksa biz Müslümanlar, başta peygamberler olmak üzere kendilerine lütuf ve ikramda bulunulan salih ve takva sahibi velilerin yolunu terk edip; gazaba uğramışların ve sapıtmışların yolundan gittiğimiz için mi bu felaketleri yaşıyoruz?
Korkarım, şimdi bana “bu söylediklerin Yahudilerle ne alakası var canım?” diyebilirsiniz. O halde ben de size sorayım: Gazaba uğramış ve sapmış olanlar kimlerdir? Bunun cevabını âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) şu şekilde vermektedir: “(Fatiha’da geçen) ‘el-mağdûbi aleyhim’ (Allah’ın gazabına uğrayanlar) Yahudiler; ‘ed-dâllîn’ (sapıtanlar) da Hıristiyan olanlardır.” (Tirmîzî, C. 5, Tefsir 2, h. 2954).
Konumuz şu anda Yahudilerin niçin Allah tarafından gazaba uğradıkları veya Hıristiyanların neden Hak yoldan ayrıldıkları değildir. Asıl mesele, yapmış olduğumuz bu duaya ne kadar sadık kaldığımızdır? Biz Müslümanlar, Kur’ân ve Sünnetin yani Allah ve Resulünün yolundan mı gidiyoruz yoksa Yahudilerin ve Hıristiyanların yolundan mı gidiyoruz? Şunu duyar gibiyim: “Ne demek Hocam, biz tabiî ki de Allah’a ve Resulüne inandığımıza göre İslâm’ın yolundan gidiyoruz, haşa ne demek Yahudilerin ve Hıristiyanların yolundan gitmek, elhamdülillah Müslümanız!”
Öyle mi? Bir tefekkür edelim. Yahudilerin kendilerine haram kıldıkları ama başkaları için mübah dedikleri faizi, biz banka sitemimize entegre edip bütün para işlemlerimizi faizli olarak yapmıyor muyuz? Borca dayanan faizli ekonomi modelimiz, tahrif olmuş bir Yahudi-Hıristiyan icadı olan sömürü kapitalist sistemine dayanmıyor mu? Eğitim sistemimizin felsefik ve ideolojik temelleri, Yahudi ve Hıristiyan kökenli aydınların seküler ve materyalist dünya görüşlerine dayanmıyor mu? Türkiye devletinin kanunları, Grek-Hıristiyanlık-Yahudilik medeniyetine dayanan Avrupa Birliği mevzuatına göre düzenlenmiyor mu? Kısacası içinde yaşadığımız siyasî, iktisadî ve sosyal düzenimizin temelleri, İslâm’dan ziyade modern dünyanın temsilcileri olan Yahudilerin ve Hıristiyanların ortaklaşa oluşturdukları Bâtıl sistemlerine dayanmaktadır.
Biz tarihî ve manevî bilincini yitirmiş olan modern dünyanın Müslümanları, başkalarını taklit ederek, belki de hiç farkına varmadan çoktan beri Allah ve Resulü ile savaş halindeyiz. Kur’ân ve Sünnetten kopmuş olan Müslümanların İslâm ile barışık olduğu iddia edilebilir mi? O halde gazaba müstahak olan zalim Yahudilerin İslâm topraklarını işgal etmelerine ve Müslümanlara eziyet etmelerine karşı ne yapabiliriz? Bunun cevabını yine Fatiha suresinde bulabiliriz. İlk önce bizler her işimize ve her teşebbüsümüze “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.” başlamalıyız. “Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsus” olduğu şuuruyla ceza gününde hesap vereceğimizi asla unutmamalıyız. Ancak Allah’ımıza tam bir teslimiyet inancı ile kulluk edersek ve yalnız O’ndan medet umarsak dualarımızın kabul edileceğini de bilmeliyiz.
İşte bu şuur ile Fatiha suresini okuyup anlarsak, ibadetimizi tam anlamıyla yapmış oluruz. Yapılan ibadetin bir tecellisi olarak da kişide marifetullah meziyeti tezahür eder. Zaten ibadetten kasıt da marifetullahtır. Marifetullahın dünyevî tezahürü; somut olarak İslâm’ın emrettiği hayat nizamı yani Hakka dayanan âdil düzendir. Marifetullahın manevî tezahürü ise hakikat ve hikmettir. Namazdaki kıyam, rükû, secde ve oturuşlarda olduğu gibi bilinçli Müslüman vücudu ile yaptığı hizmetlerle İslâm şeriatının kaidelerini; Kalbin vazifesi olan Allah’a boyun eğme, tefekkür, huşu ve huzur gibi hizmetlerle maneviyatı; İlahî tecellileri ve feyizleri mükaşefe ve müşahede etmek suretiyle de ruha yaklaşarak hakikati yaşamalıdır.
Bir dünyevî idare sistemi olarak İslâm, bütün insanları kapitalizm ve sosyalizm gibi şirk ve küfre dayanan Bâtıl ideolojilerden hakikî tevhide çağırır. İslâm’ın emirlerini yerine getirmeyen bir kalp, nefis makamlarının isyanının, küfür ve şirk bataklığının içinde kalır. İslâm, bir bütündür. Hem dış, hem de iç dünyamıza yönelik emir ve tavsiyeleri ile insanlığın maddî ve manevî ihtiyaçlarını tamamlayan bir güce sahiptir. Müslümanlar ise tevhit eksenindeki imanları sayesinde hakikat ve marifete ulaşabilecek bir ayrıcalığa sahiptir. Maneviyat olgunluğuna kavuşarak, hakikat sırrı doğar ve hakikat kapısı açılır. Hakikat olgunluğu ile ilahî tecellileri ve feyizleri mükaşefe ve müşahede eden ruh, marifete ulaşır. Hakk’ı bilen yani marifet sahibi olan bilinçli Müslüman, kullukta daim olur.
Kısacası, Müslümanların dünya hayatını düzene koymayı, ilahî iradeye ve ilahî rızaya uygun bir hayat yaşayarak, ebedi saadete ulaşmalarını hedefleyen Kur’ân-ı Kerim’in getirdiği bütün bilgi ve hükümleri, özet halinde Fatiha suresi ihtiva etmektedir. Buna göre Kur’ân-ı Kerim ve dolayısıyla Allah, biz Müslümanlardan Yahudi ve Hıristiyanların yolundan gitmememizi asla istemiyor. Bizim yolumuz İslâm’dır. Bu Hak yoldan ayrılırsak, gazaba uğramış Yahudi ve Hak yoldan uzaklaşmış Hıristiyanların her çeşit zulmüne de müstahak oluruz. Dualarımızın kabul edilmeyişi, belki de bu hakikati idrak edecek marifetten uzak kaldığımız içindir.
O halde Fatiha suresini, hakikat ve marifet boyutuyla okuyalım, onun ruhuna uygun bir hayat nizamı oluşturalım ki dualarımız kabul görsün, maddî ve manevî cihadımız, Siyonist Yahudi zulmüne karşı başarılı olsun. Nitekim Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmaktadır:
“Her kim namazda veya sair yerlerde Fatiha okunmaya başlandığında orada (bilinçli olarak) bulunursa Allah yolunda yapılan savaşta bulunmuş gibi olur. Kim hatim okunup dua esnasında tekrar Fatiha okunurken hazır olursa, ganimetler verilirken orada bulunan kişi gibi hak sahibi olur.” (Râmûzu’l-Ehâdis, 425).
Cenabı Hak, cümlemizi Fatiha sûresinin mesajlarından, hikmetlerinden ve faziletlerinden hissedar eylesin. Âmin.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…