Batı yaşama felsefesi ve kurallarının genel geçer bilgi olarak görülüp, kendi insan ve toplum yapımıza uygun bir felsefe anlayışı üretememenin sıkıntısı, batılıların görüş ve anlayışlarının bütünüyle alınması şeklinde düşünce salgınına yol açtı. Bu salgın, kendimizi başkalarının düşünce ve yaşama felsefesi içerisinde varlığımızı görmek gibi, bir “benlik kaybı”na sebep oldu. İkiyüz yıldır, böyle bir şuur kaybı ve davranış sapması ekseninde yaşamaktayız.
Her yaşama tarzı, bir ihtiyacın ve arayışın sonunda oluşturulmalıdır. Emanet görüş ve modalar ile oluşturulan yaşama tarzları, hayatın gerçek taleplerine cevap verememektedir. En doğru yaklaşım, bir toplumdaki insanların kendi problemlerine çare üretebilecek hale gelmesi ve bunu gerekleştirebilmesidir. Bu da, o toplum ve medeniyetin düşünce felsefesi çerçevesinde yapılabilir. Çünkü bir toplumun ihtiyacını, en iyi o toplumun insanları bilirler. Böyle bir tavır, aynı zamanda, toplumsal güven ve şuuru da arttıran bir fonksiyon görmektedir. .
Eğer geçerli resmi kültür, tüm toplum tarafından kucaklanmaz ve onların beklenti ve problemlerine çözüm üretmezse; toplumdaki bazı kesimler, resmi olarak yer alan kültür anlayışına alternatif olarak bir “farklı kültür” oluşturmaya çalışırlar. Böylece toplum; birbirinden ayrı kültürlerden oluşmuş, insan topluluklarına ayrılmış olur. Aslında, tarihi ve sosyolojik gerçekler, kültürel temellere dayalı değer ve yaşama anlayışlarına uygun bir gerçeği taşıyabildiği ölçüde varolabilme imkanına sahiptir. .
Türkiye’de uzun yıllardır tarihten, toplumdan kaynaklanmayan bir kültür ve bilgilenme söz konusu olmakta; toplumdan gelen pasif bir direnç ile karşılaşmaktadır. Toplum, kendine yabancı olan bilgi ve yaşayış tarzları ile değil, kendi kaynaklarından beslenme ihtiyacında olup, ancak bunu sağlayamadığı zaman, başka kaynaklara yönelmek durumundadır. Başka kaynaklar da, olduğu gibi değil; toplumun değer sisteminden geçirerek ve kendi kültür kodlarına uygun hale getirmek suretiyle bir yöneliş gerçekleşebilir. Dolayısıyla bu tür bir yöneliş bile, bir medeniyetin kendi değer ve gelenek perspektifi ölçüsünde yapılmalıdır.
Günümüzde yeni bir dejenerasyon özelliği de söz konusu olmakta ve toplumsal anlayış ve kültürü, ciddi bir şekilde örselemektedir. Bu da, sözel ve şekilsel manada bir kültürün dillendirilmesi yanında, onun pratikte gerçekleştirilmemesi veya bu çabanın ortaya konulmaması halidir. Bu durum, geçmişte bazı İslam toplumlarında, sömürgecilerin toplumdan ve halktan yana görünüp, ama gerçekte toplumun temel anlayış ve kültürlerini toptan yoketme tutumuna benzer bir sonuç hazırlamaktadır.
Bilindiği gibi, bir fikrin ve değerin yozlaşması, onun karşısına çıkarak değil; ondan yana görünerek ve gerçekte, ona hiçbir hayat hakkı tanımayarak, kendi içinde yozlaşmasına ve geçerliliğini kaybetmesine sebep olmaktır. Maalesef İslam dünyasında bu tür “sahte uyanış” hamlelerini geçmişte olduğu gibi, bugün de yaşamaktayız.
Bu tür tutum ve politikalar, halk kitlelerine bir rahatlık ve huzur verebilmek için gerçekleştirilir. Böyle bir anlayış ve yaklaşımın en büyük tehlikesi, var sanılan inanç, kültür ve fikirlerin; sanki hiçbir problemi halledemeyerek slogan haline sokulması ve alternatif arayışlara imkan vermesidir.
Türkiye’de de yıllardır, bu toplumun inanç ve değerlerine bağlı bazı hareketlerin; her ne sebeptense siyasete ve otoriteye sahip olmak için, temel fikir ve değerlerinden uzaklaşarak günübirlik politikada birçok önemli değeri ve kavramı, aslından ve manasından uzaklaştırarak onları kullanılamaz hale getirmesine şahit olmaktayız.
Bu durum, yabancı müstemlekecilerin politikasına uygun bir sonuç getirmektedir. Her ne kadar kötü bir niyet taşınmadığı söylense de, sonuçta gerçek bilgi, değer sistemleri ve kavramları ile olaylara bakamamak, herşeyden öteye bunları gerçekleştirememek; aynı kapıya çıkmaktadır. Artık, bu tür sun’i ve günübirlik siyasi söylemlerin ötesine çıkmak ve kendi tarihi ve sosyolojik misyonumuz gereği gerçek değerlerimiz ve hayat anlayışımız çerçevesinde bir yaşama ve sistem kültürünü gerçekleştirmemiz gerekiyor. Toplumsal gelişmenin bu döneminde, böyle hayati bir tavır ortaya konmayacak olursa; bunun vebalini kimse omuzunda taşıyamaz.
Prof. Dr. Sami ŞENER
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi