Avrupa’da ve Hindistan, Çin gibi bazı doğu ülkelerinde kadın, tarihi süreç içerisinde üzerinde spekülasyonlar yapılan ve kötülük kaynağı kabul edilen bir anlayış çerçevesinde horlanmış ve aşağı seviyelerde bir yer edinmesi sağlanmıştır. Biz, eski Yunan ve Roma’da kadınların bir taraftan ilahi vasıflar içinde konumlandırılırken, çoğunlukla bir zevk aracı ve hizmetçi gibi kullanıldığını da çeşitli kaynaklardan öğreniyoruz.
Kadın’ı, erkeğin bir hasmı veya erkeğin zulmüne muhatap bir varlık olarak gören sistem ve ideolojiler, onu zaman içinde onurlandırarak, bir başka hedefin peşine düşmüşlerdir. Kadını, evin hanımı ve ailenin önemli bir üyesi ve çocukları terbiye eden biri olarak görmek yerine, onu; toplumsal dejenerasyona alet, üretim ve hizmetin bir objesi olarak görmeye çalışarak, onu gerçek rolünden uzaklaştırmaya çalışmışlardır.
İtalya, Rusya, Almanya’da çeşitli dönemlerde genci kendi ideolojilerinin bir askeri yapma arzusu, aileyi ve özellikle kadını, anne olma vasfından uzaklaştırmaya yol açmıştır. Komünizm, kadına özel ve değerli bir rol vermeyi kabul etmemiş ve kadını her türlü işte çalıştırmaktan çekinmemiştir. Nitekim, uzun yıllar sosyalist ülkelerde kadın, fabrikalarda en ağır işlerde çalışmaya mecbur edilmiştir.
Eski Arap toplumunda da kadın, erkeğe hizmet eden ve onun her türlü ihtiyaçlarını karşılayan bir alet durumunda idi. Bazı toplumlarda ise, kadının hiç değeri yoktu ve erkeğinin keyfine uyması gereken bir vasıta idi.
Mısır Kralları’nın öldükleri zaman, eşlerinin de kendileriyle beraber diri diri gömüldüğüne dair rivayetler bulunmaktadır.
Avrupa’da kadının itibarsızlığı ve ezilmişliğine karşı Feminist hareketler ortaya çıkmış ve kadın meselesini, kadına kaybedilmiş haklarını verme doğrultusunda, erkek düşmanlığına kadar varan Feminist kadın savunucuları ortaya çıkmıştır. Kadın hakları, Avrupa ve bazı doğu ülkeleri için gerçekten de elde edilmesi gereken bir mücadele idi. Fakat, her konu gibi bu da aşırı bir düzeye vardı.
Aslında Feminizm hareketi bile, diğer ideoloji ve sosyal teorilerdeki gibi, birbirinden çok farklı tür ve görüşler olarak kendini ifade etmekte, tek bir feminist anlayış bulunmamaktadır. Buna rağmen, günümüzde “Toplumsal Cinsiyet” adıyla ortaya çıkan akım, kadının hakları ve onun yere ve statü elde etmesi doğrultusunda, dini, ahlakı ve gelenekleri hiçe sayan bir anlayışa kadar gelebilmiştir. Bu yüzden Türkiye gibi ülkelerdeki feminist hareketler, kendilerine örnek olarak İslam coğrafyası yerine, Batı ve diğer Doğu ülkelerdeki örnekleri göstererek haklılıklarını ortaya koymaya çalışmaktadırlar.
Aslında toplumsal cinsiyet olarak kadının ele alınması, olayın cinsiyet bazlı bir tartışma konusuna götürür ki, iki farklı cinsin, hangisinin birbirinden üstün olduğu noktasına kadar varır.
Hak kavramı, hiçbir zaman cinsiyet, coğrafya ve inanç gibi tabii mensubiyet ve aidiyet kavramlarıyla bir arada tartışılamaz. Çünkü bu gibi konular, insanlarının tercihleri ile olabilecek işler değildir. Tabii olarak elde edilmiş niteliklerdir. Fakat, kadının hakkı kavramı, bir kültür ve inanç değeri olarak tartışılabilir. Yani, hangi din veya kültür; kadınlara daha fazla hak vermiş, kadınları daha itibarlı hale getirmiş gibi konular; tartışılabilir.
Ayrıca, bir toplumun özel şartları içinde kadın’a veya herhangi bir gruba karşı uygulamış olduğu hatalı veya haksız tutumlar, bütün toplumların genelini içine alacak şekilde değerlendirilemez. Dünya Kadınlar günü konusu, Amerika’da çalışan işçi kadınlara uygulanan vahşi bir katliamı meşrulaştırmak için ilan ediliyorsa, bu konu; Amerika’nın veya Amerika toplumunu oluşturan Avrupalı insanların bir kusuru ve eksikliğidir. Yoksa, bütün toplumları veya devletleri bağlayacak bir problem olamaz.
Bir diğer husus ise, Avrupa’nın kendini haksız gördüğü bir konuda, bizim konuyla hiçbir ilgimiz yokken, neden aynı günü Kadınlar günü olarak ilan ediyoruz? Tek kelime ile onları niçin takip ediyoruz?..
Olayları, belli bir cinsiyet kalıbı içerisinde değerlendirmek; o olayın diğer boyutlarını da gözden kaçırmaya sebep olmaktadır. Bu yüzden, ne kadın; ne erkek, ne çocuk merkezli bakmak; olayların çözümüne yol açabilecek bilgi ve imkanları bize sunmaz.
Eğer konu, kadına yönelik şiddet veya kadının mağduriyeti ise; bu konu, “cinsiyet tartışmaları” ile değil, insana yönelik temel hakların ihlali konusu olarak ele alınır ve gerekli adalet ne ise, gerçekleştirilir.
Özellikle, toplumsal cinsiyet adına; aile kavramını itibardan düşürmek, kadının anne olmasını önlemek ve kadını iş hayatında “erkek gibi bir role” iteklemek, toplumsal rol sistemini bozmaktan başka bir mana taşımamaktadır. Batılı bir filmde, “erkeği doğum yapmaya zorlamak” gibi saçmalıkları gündeme getirir ki, bu durum; toplumun birçok önemli meselesini bir kenara bırakıp, batı’nın sapık düşüncelerinin peşine düşmek olur.. Ki, buna da hiçbir ahlak ve vicdan sahibi izin vermez.
Maalesef, “politik şirinlik” adına, batı’nın slogan ve yönelişlerine alet olmaya çalışan sözde muhafazakar tutumların da, böyle bir yaklaşıma destek olmalarını, bir “kimlik kaybı” olarak görüyor ve kınıyorum. Biz, “kendimiz olamadığımız” müddetçe, varlığımızı ve birliğimizi korumamız zor olacaktır.
Prof. Dr. Sami ŞENER
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Hocam kalemine ve yüreğine sağlık.