Ebû Saîd el-Hudrî’den (r.a) nakledildiğine göre Resulullah (s.a), “Müminin ferasetinden sakının (itteqû). Çünkü o, Allah’ın nûruyla bakar.” buyurdu ve ardından, “Elbette bunda feraset sahipleri (mütevessimîn) için ibretler vardır.” (Hicr, 15/75) ayetini okudu.” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 15)
Efendimizin “Allah’ın nûruyla bakma” ile iman arasında bağ kurması, müminin feraset ve basirette önde olması gerektiğini ifade eder. Bilge sahabe Abdullah b. Mes’ûd, insanlar arasında en ferasetli üç kişinin; Hz. Yusuf’u satın aldıktan sonra hanımına, “Ona iyi bak. Belki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz.” (Yûsuf, 12/21) diyen Mısırlı Aziz ve Hz. Musa hakkında, “Babacığım, onu ücretle tut. Herhâlde ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve güvenilir olan bu adam olacaktır.” (Kasas, 28/26) diyen Hz. Şuayb’ın (a.s) kızı ile halifeliği Hz. Ömer’e bırakan Hz. Ebû Bekir olduğunu söyler (Hâkim, Müstedrek, IV/1247 (2/346).
Burada alâmetleri, izleri ve işaretleri okuyabilen, onların neye delâlet ettiğini anlayabilen, eşyanın ve varlıkların arkasındaki nihaî manalara vâkıf olabilen kişilerden söz ediliyor. Hicr/75’te ifade edilen “mütevessim” müminler ise, Kur’ân’ı okurken, kâinatı incelerken, insanlara bakarken, her gözün göremediği, her aklın idrak edemediği bazı şeyleri hissederler. Bu ayet-i kerimenin öncesinde Yüce Allah, Lût kavminin yaptığı ahlâksızlıklardan, onlara ceza olarak gönderilen uğultulu ses/sayha ile şehirlerinin yok edilmesinden ve üzerlerine taş yağdırılmasından bahsetmiştir (Hicr, 15/70-74). Böylece ayet, inananların geçmişe ibret nazarıyla bakıp ondan dersler çıkarmaları gerektiğine de işaret etmektedir.
(“Mütevessim”; ‘bakarak inceleyen, bunda sebat edip sonunda bakarak incelediği şeyin hakiki vasfını öğrenen’ anlamındadır (Keşşâf); ‘üstün anlayış ve kavrayışıyla bir konuyu inceden inceye araştırıp çözümlemeye çalışan, hakikatleri gören, irdeleyip kavrayan ve onlardan ders/ibret alabilen duyarlı insan’ (Beyânu’l-Hak); ‘feraseti isabetli, zannı sadık, zihni açık, zeki kimsedir’ (el-Müfredât).)
Müminin “Allah’ın nûruyla bakması”, onda böyle bir melekenin var olduğunu ve ortaya çıkabileceğini gösterir. Allah, kalpleri aydınlatan “nûr” olarak (Nisa, 4/174) Kur’ân-ı Kerim’i ve “yaşayan Kur’ân” olarak da Resulullah’ı “âlemlere rahmet” (Enbiya 21/107) olsun diye göndermiştir. İşte bu nûr ile nefsini arındırabilen insanın feraseti ve basireti kuvvetlenir; bu nura gözünü-gönlünü kapatıp günahlara battığında ise hakikati anlayıp kavrama yeteneğini kaybeder. İnsanın Allah’ın nuruyla bakabilmesi ise, vahyî gerçekliğe ve fıtratına dönmesiyle mümkündür.
Gerçek mümin, bütün mahlûkata Allah’ın nûruyla (Kur’ân’la) bakar. Bu “nûr” sayesinde onun kalp gözü açılır ve hakikatleri görür; basireti ve feraseti (“ittikâ edilecek” derecede) keskinleşir. İnanan insan gözleriyle görür, aklıyla bakar, kalbiyle idrak eder… Bu meleke sayesinde kul, Yaratıcı’nın yaratmasındaki gaye ne ise eşyaya bu gayeye uygun olarak bakar. Artık Allah ile görmeye, işitmeye başlar. Nitekim bir hadisi kutside, Allah’ın şöyle buyurduğu açıklanır: “… Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha hoş olan bir şeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Sonunda onu severim. İşte o zaman onun işiten kulağı, gören gözü, sımsıkı tutan eli, yürüyen ayağı mesabesinde olurum…” (Buhârî, Rikâk, 38). Burada Rabbiyle ilişkisini güçlendiren inanmış insanın kazandığı feraset ve basiret melekesinin hangi boyutlara ulaşabileceği ve Rabbine ne kadar yakın olacağı temsilî bir ifadeyle anlatılmış olmaktadır.
Kâmil müminler düşünen, keskin görüşlü, aklı selim sahibi, olaylara doğru teşhisler koyabilen, geleceği isabetle öngörebilen feraset ve basiret sahibi insanlar olmalıdırlar. İmanları ve tecrübeleri arttıkça feraset ve basiretleri de artan müminler geçmişten aldıkları ışık ve marifetle geleceğe bakarak Allah’ın, “De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar, basiret ile Allah’a çağırırız. Allah’ın şanı yücedir. Ben Allah’a ortak koşanlardan değilim.” (Yûsuf, 12/108) ayeti ışığında hareket etmelidirler… (Hadislerle İslâm, 1/455-462’den istifade ile.)
Elbette “Bu Kur’ân insanlar için basiret nurları, kesin inanan bir toplum için de hidayet ve rahmettir” (Casiye 45/20).
Hak ile batıl, haram ile helal, iyi ile kötü, dost ile düşman… işte o nûr ile ayırt edilebilir.
Abdullah Yıldız