Devlet, FETÖ’nün ensesine çöküp kurumlarından temizlemeye devam ederken, onun uydurduğu paralel din, terütaze durmakta, maalesef bazı tarikatlar paralel dini hortlatmaktadır.
Fetö lideri, “Küçük Dünyam” adlı eserinde, Medine’yi ziyaretinde Rasûlullah’ın, tecessüm ederek karşısında göründüğünü ve kendisine kutlu görev olarak dünya liderliğini tevdi ettiğini, dünyanın manevî olarak imarıyla sorumlu kıldığını söylemektedir. Bundan dolayı da “Dinler arası Diyalog” girişimiyle bütün dinleri “İbrahimî dinler” adı altında bir araya getirmeye girişmişti. Fakat 15 Temmuz’dan sonra bu hevesi kursağında kalmıştı. Yine terörist Fethullah, zaman zaman peygamberimizin ruhaniyeti ile istişare ederek kararlar aldığını da haşhâşilerine yutturuyordu. Haşhâşileri: “İçeri girmeyin. Hoca efendi, Peygamberimizin ruhaniyeti ile istişare halindedir” diyerek ziyarete gelenleri durduruyorlardı.
Hatta o da ne ki!!! Allah ile görüşüyor ve “Âlemleri Muhammed’im için yarattım ama senin için devam ettiriyorum” dediğini, yaklaşık kırk yıl ikinci adamı olan Latif Erdoğan ve üst düzey yöneticilere açıklıyordu. Onlar da “Hoca efendi bunu istiğrak halinde söylüyor” diye üzerinde durmuyorlardı.
Gelelim işin bu cephesine: Bildiğiniz gibi geçtiğimiz günlerde Nakşibendi tarikatının şeyhlerinden Mahmut Ustaosmanoğlu vefat etti. Cübbesiyle meşhur müridi, şeyhinin ölümünün arkasından yaptığı programda aynen şöyle diyor: “Mahmut Efendi hazretleri ölmüş mü şimdi? Efendi hazretleri bizi terk etmemiştir. Bırakmayacağını rüyalarımda da görmekteyim. Ali Haydar Efendi ona ‘Evladım ben ölünce kabrimi bırakmayın, oradan da okutacağım sizi’ demişti. Bütün ulema ve evliyanın gavs dediği koca Ali Haydar Efendi böyle dedi. Efendi hazretleri de kar-kış demeden tam iki sene her gün kabrine giderek kalan ilmini oradan tamamladı. Kabirde okuyup okutma var mı? Var. Koskoca Mahmut Efendi hazretleri anlatıyor görmüyor musunuz? Öyleyse o da bizi kabrinden okutur mu? Okutur. Ziyaret edenlere himmet eder mi? Eder. Bunda hiç şüphe yok. Öyleyse Mahmut Efendi hazretleri bizi bırakmamıştır…”
Görüldüğü gibi, Fetö lideri Fethullah’ın paralel dini ile bunların dinî anlayışında bir fark yok. İkisi de ölenlerin ruhaniyetleriyle işi götürüyor. Ayrıca bunlarda “Yaşayan veli, kınındaki kılıç gibidir. Ölünce kınından çıkmış kılıç gibi olur” inancı da hâkimdir. Yani ölen veli, hayatta olan veliden daha aktiftir. Darda kaldığınızda “Yetiş yâ gavs!” demeniz yeterlidir. Hemen işleriniz halledilir. Bu konuda da hadis uydurarak müritlerini ümitlendirmişlerdir. Hiçbir hadis kitabında geçmeyen ve İbn-i Kemal’in “Erbaîn” adlı eserinde kaynağı belirtilmeden zikredilen; “Hayrete düştüğünüzde/sıkıntılarla karşılaştığınızda kabir ehlinden yardım isteyin” sözüne de hadis diye sarılırlar. Ama namaz kılarken “İyyake n’abüdü ve iyyake nestaîn/ancak sana ibadet eder ancak senden yardım isteriz” derler. Namazın dışında da ölülerden yardım isterler. Bu yaman çelişkiyi görmeyecek kadar da basiretleri bağlıdır.
Efendiler! Müslüman, inançlarını ve iddialarını Kuran’a ve Sahih Sünnete dayandırmak zorundadır. Bütün görüşler bu ölçüye vurularak değerlendirilir. Bu ana ilke ile ilgili İmam Şafi şöyle der: “Bir söz söylediğimiz vakit onu Allah’ın Kitabı ve Rasûlullah’ın Sünnetine arz ediniz. Eğer onlara uyuyorsa kabul ediniz, uymuyorsa reddediniz ve sözümüzü duvara çalınız.” (İbnü’l Kayyim, İ’lamu’l Muvakıîn, 2/361)
Masum/korunmuş olan sadece Rasûlullah’tır. Onun dışında kim olursa olsun masum değildir. Masum olmayan kişilerin, Kitap ve Sünnete uygun olan sözleri kabul edilir. Kur’an ve Sahih Sünnete muhalefet edenler ise, kim olursa olsun sözlerine itibar edilmez. Nitekim İmam Malik; Rasûlullah’ın (sav) kabrini ziyaret esnasında: “Bu kabir sahibinin dışında herkes söylediklerinden tenkide tabi tutulur” demiş ve Allah Rasûlü’nün kabrine işaret etmiştir. (Takuyyiddin es-Subkî, el-Fetâvâ, 1/48)
Ahmed b. Hanbel de: “Nebinin (sav) dışında herkesin görüşü alınır veya terk edilir” demiştir. (İmam Ahmed’in Meseleleri, s.276).
Bütün bu anlatılanlara bakarak gerçekten ölenlerin ruhu tekrar dünyaya dönebilir mi? sorusunun da aydınlatılması gerekir. Bu konuya Kur’an ölçeğinde baktığımız zaman, ölenlerin ruhlarının dünyaya geri dönmesinin mümkün olmadığını görüyoruz. Yüce Kur’an konuyu şu ayetle dile getirmektedir:
“Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: Rabbim, beni geri çevir ki, geride bıraktığım dünyada salih amellerde bulunayım. Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş ve hareketler yapayım. Hayır! Onun söylediği bu söz (boş) laftan ibarettir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir berzah/engel vardır.” (23Mü’minûn:99-100)
Bu ayetten, ölen bir kişinin ruhunun Berzah âleminde alıkonulduğu, tekrar dünyaya dönmesinin mümkün olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Bu ruh, ister veli ruhu olsun, ister nebi ruhu olsun, isterse şehit ruhu olsun fark etmez. Ayette bir istisna yapılmamıştır.
Babası Uhut’da şehit olan Cabir bin Abdullah (r.a) anlatıyor: Rasûlullah: “Ey Cabir, seni niye böyle kalbin kırık (ve üzüntülü) görüyorum” buyurmuş, Cabir de: “Ey Allah’ın Rasûlü! Babam şehit düştü, geriye bir yığın horanta ve borç bıraktı” demiştir. Nebi (sav) de: “Sana, Allah’ın babanı karşıladığı şeklin müjdesini vereyim mi?” diye sordu.
Cabir: “Evet! Ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Bunun üzerine Nebi (sav) açıkladı: “Allah her kimle konuştu ise mutlaka perde gerisinden konuştuğu halde babana vicahen konuştu ve: “Ey kulum! Benden ne dilersen dile, dilediğini sana vereyim!” dedi. O da:
“Ey Rabbim! Beni bir kere daha dirilt, senin yolunda ikinci kere öleyim!” dedi. Allah (cc) da: “Benden daha önce şu hüküm sadır oldu: “Ölenler artık dünyaya bir daha dönmeyecekler” buyurdular.
Baban da: “Ey Rabbim, öyleyse (benim durumumu) arkamda kalanlara ulaştır!” dedi. Bu talep üzerine; “Allah yolunda şehit edilenleri ölü sanma. Onlar Rablerinin katında hayat sahibidirler ve O’nun nimetleriyle rızıklanırlar. Allah’ın lütfundan verdiği nimetle sevinçlidirler. Arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere de hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler” mealindeki Âl-i İmran suresinin 169-170. ayetleri nazil oldu.” (Tirmizi, Tefsiru Sureti, 3/18; İbn Mâce, Mukaddime, 13; ayrıca bak: Elmalılı Tefsiri, 2/464)
Bu hadis de “Ölenler artık dünyaya bir daha dönmeyecekler” açık ifadesiyle ölenlerin hem ruhen, hem bedenen dünyaya bir daha gelemeyecekleri ifade edilmektedir. Bu sahih hadis ve yukarda zikrettiğimiz ayete ters düşen diğer bütün rivayetler reddedilir ve uydurma olduğu kabul edilir.
Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki; her fani gibi ömrünü ve görevini tamamlayan Peygamber (sav) Efendimiz ahirete irtihal etmeden önce aramızdaki anlaşmazlıkları halletmek için başvurmamız gereken ana ilkeye vurgu yapmıştır. Veda hutbesinde “Size iki şey bırakıyorum; Allah’ın kitabı ve Rasûlü’nün sünneti. Bunlara tutunduğunuz zaman sapıtmazsınız” (Malik, Kader,3) buyurarak problemlerimizin halledileceği doğru adresi göstermiştir. Dolayısıyla Rasûlullah (sav), sünneti ile aramızdadır, ruhaniyeti ile değil. Kıyamete kadar Müslümanlar problemlerini “Bir şey hakkında aranızda anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’ın Kitabına ve Rasûlü’nün sünnetine götürün.” (4Nisa:59) ayeti gereği bu iki delille halletmesi gerekir.
Kim “İçeriye girmeyin, şu anda hocamız, liderimiz, şeyhimiz, Peygamberimizin ruhaniyeti ile istişare ediyor” veya “Şu anda peygamberimiz, bu güzide topluluğumuza ruhaniyeti ile katılmıştır, aramızdadır” ya da “Ben, şeyhimin kabrinden geliyorum, ondan tefsir, hadis, fıkıh… dersi aldım” diyorsa yalan söylüyordur. O halüsinasyon/sanrı/varsanım görüyor demektir. Bu, patolojik bir ruh halidir. Acilen bir ruh doktoruna görünmeyi gerektirir.
Eğer ruhların bir tasarrufu olsaydı başta “âlemlere rahmet olarak gönderilen” peygamberimizin ruhu tasarrufta bulunurdu. Bilindiği gibi Sahabe döneminde oluk oluk kan akmış, Cemel ve Sıffin savaşlarında, Kerbela’da binlerce sahabe kanı dökülmüştür. Eğer Rasûlullah’ın ruhu tasarrufta bulunsaydı, ruhaniyeti ile tecelli edip istişareler yapmaya gelerek, “Ey damadım Ali, eşim Aişe, ne yapıyorsunuz? Ben sizi bu hale düşün, bir birinize kılıç çekin diye mi dizimin dibinde eğittim? Haydin kılıçları kınına sokun, kardeşler olun bakayım” derdi.
Rabbim, İslam’ı hurafe ve bidatçıların sultasından kurtararak Kur’an’ı ve Peygamberini, nasıl doğru anlamamız gerekiyorsa öyle anlamayı ve doğru olarak yaşamayı bizlere nasip etsin.
Musab Seyithan