Önceki yazımızda, ‘kötülüğü emredip iyiliği önlemede birbirlerine benzeyen münafık/kâfir erkek ve kadınlara’ (Tevbe, 9/67) karşı, ‘birbirlerinin velileri olan mümin erkek ve kadınların iyiliği emredip kötülüğü önleme’ (Tevbe, 9/71) görevlerinin Kur’ân’da namaz ve zekâttan bile önde zikredildiğini; ve bu görevi hakkıyla ifa etmenin artık günümüzde “hayat-memat meselemiz haline geldiğini” söylemiştik…
Peki, biz müminler bu sorumluluğumuzun gereğini yapmaz isek durum ne olur?
Enfâl suresinin 73. ayetini ibretle okuyalım: “İnkârcılar da birbirlerinin velileri/destekçileridir. Eğer siz de öyle yapmazsanız (birbirinize destekçi olmazsanız), yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat çıkar.”
Günümüzde inkârcı cepheyi oluşturan şer odakların birbirlerine yakın, taraf, yardımcı ve destekçi oldukları apaçık görülüyor. Eğer müminler de öyle yapmaz; iyiliklerin yayılması ve kötülüklerin önlenmesi konusunda birbirlerine destekçi olmazlarsa, ‘yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat çıkacaktır’.
“Fitne” birey ve toplumun dinî ve ahlâkî hayatının bozulması, kirlenmesi ve değişmesi tehlikesidir. “Fesat” ise din birliğine dayalı dayanışma düzeninin değişmesi, dinleri farklı kimselerle yardımlaşan grupların ortaya çıkması sonucu sosyal düzenin bozulması, asayişin/güvenliğin sarsılması, hatta iç karışıklıkların çıkmasıdır. Demek ki fitne-fesat, müminlerin iyiliği yayma ve kötülüğü önleme görevlerini ihmal etmelerinin ve bu konuda birbirlerine destekçi olmamalarının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.
Öyleyse, fitne ve fesadın önlenmesi için yapılması gereken şey çok açık ve nettir: Duyarlı müminler olarak iyiliği emir ve kötülüğü nehiy görevimizi bihakkın yerine getirmek, uzun süredir boş bıraktığımız davet, tebliğ ve irşat sahasına hep birlikte daha donanımlı ve deneyimli olarak inmek, -Yunus aleyhisselam kıssasından hareketle söylersek- Ninova’mıza acilen geri dönmek zorundayız.
Bilmeliyiz ki, Müslümanlar olarak istikbalimizi ve istiklalimizi belirleyecek olan en hayatî görev, davet sorumluluğumuzu hakkıyla yerine getirmektir. Bunun için de şu ilahi talimatlara sıkıca uymalıyız:
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel yolla tartış…” (Nahl, 16/125)
Ayetteki “hikmet”, ‘sağlam söz, doğru delil, şüphe getirmeyecek hüccet’; “güzel öğüt”, ‘kaba ve kırıcı davranmadan, gönül incitmeden, insanlara akıl ve ferasetlerini vahyi doğru anlayıp ona teslim olmada kullanmaları gerektiğini hatırlatmak’; “en güzel mücadele”, ‘tatlı ve yumuşak bir üslupla tartışmak’ olarak anlaşılmıştır. Peygamberimizin “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın ve müjdeleyin (bir rivayette: “…ısındırın”), nefret ettirmeyin!” (Buhârî, İlim 12, Edeb 80; Müslim, Cihad 6,7) nasihati de bu üslubu vurgular.
Fussilet, 41/33. ayette şöyle buyurulur: “Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve ‘Ben gerçekten Müslümanlardanım’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?”
Doğrudan Allah’a, O’nun yoluna, O’nun razı olduğu yegâne din (nizam, sistem, yaşam biçimi) olan İslâm’a davet edenden daha güzel sözlü kim olabilir! “Ben şüphesiz Müslümanlardanım” deyip, Allah’ın sadece kendi dinine uyanlara verdiği kapsayıcı ismi öne çıkaran, muhataplarının zihinlerini karıştırabilecek alt kimliklerle veya diğer aidiyetlerle kendini tanımlama yanlışına düşmeyen, yalnızca Allah rızasını kazanmak için salih ameller, hayırlı işler yapan kişi elbette “en güzel sözü” söylemiştir.
Peygamberlerin ve varislerinin yolu-yöntemi de işte budur: “De ki: ‘İşte bu benim yolumdur. Ben Allah’a bir basiret üzere davet ediyorum. Ben de bana tabi olanlar da böyleyiz’.” (Yusuf, 12/108)
Bu ayet, başta Resulullah’ı (s.a.), onun izinden gidenleri ve basiretle Allah’a davet edenleri kapsadığı gibi; İslâm’a, imana, namaza ve bütün salih amellere davet eden tüm samimi tevhid erlerini de kapsar.
Kısacası Allah’a davet “en güzel söz”dür; ancak böyle olması iki şarta bağlanmıştır:
1) O davet yalnız kuru bir laftan ibaret kalmamalı, davetçinin durumu sözüne aykırı olmamalı, sözüne salih ameli de eşlik etmelidir. Davetçi önce kendini düzeltmeli, ilâhî ahlak ile ahlaklanmalı ve başkalarını basiret üzere (ne dediğini bilerek, samimiyetle, edep, nezahet ve hikmetle, ancak Allah için) Allah’a davet etmelidir.
2) Davetçi, davetine hiç şirk karıştırmayarak “Rabbimiz Allah deyip sonra istikametle giden” (Fussilet, 41/30) samimi Müslümanlardan olmalıdır (Kur’an Yolu, Hak Dini Kur’ân Dili’nden istifadeyle).
Abdullah Yıldız
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…