Temel anlamı “imtihan” demek olan fitne, daha sonraları küfür ve her türlü günah ve kötülük manasında kullanılmıştır. Ayrıca insanlar arasında oluşan ayrılıklar, inançlara baskı, ihtilaller, eşkıyalık, dedikodu, söz götürüp getirme, anarşi ve kavga da, “fitne” adını almıştır. Bugün ise bu kelime daha çok dedikodu, söz götürüp getirme, ayrılıkçılık, azdırma, baştan çıkarma, karışıklık, ara bozma ve anarşi gibi manalara gelmektedir.
Fitnenin bu gün kazanmış olduğu manaya baktığımızda, onun insanlığın barış ve huzuruna yönelik bir tehdit olduğunu anlarız.
Kur’an ve Sünnetin mükerrer beyanlarla üzerinde durup reddettiği fitne, bu fitnedir. Bütün toplumun fertlerine sirayet edip kardeşlik, yardımlaşma, birbirini sevip sayma gibi iyi münasebetleri bozup, bunların yerine düşmanlık, kin, husumet, kavga, katil gibi, sosyal huzuru, ümmet ve millet bütünlüğünü bozucu mahiyette olan işte bu fitnedir.
Hadislerde ısrarla bulaşılmaması istenen ve fıkıh açısından bir kısım ahkâma kaynak teşkil eden fitnenin daha özel bir manası vardır. Âlimlerimizin ezici çoğunluğuna göre bu fitne, “Dünyevî iktidar talebiyle düşülen ihtilaf olup, bu ihtilafta kimin haklı kimin haksız olduğu belli değildir.”
Şu halde, Hz. Peygamber’in (sav) hadislerinde geliş şartları ve vasıfları belirtilen, çıktığı zaman nasıl hareket edilmesi gerektiği Mü’minlere bildirilen, önleme ve ortadan kaldırma çareleri bütün teferruatıyla açıklanan asıl fitne bu fitnedir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de: “Öyle bir fitneden sakının ki, (geldiği zaman) içinizden yalnız zulmedenlere çatmaz (kamuya da sirayet eder ve hepsini perişan eder)” (8/Enfal: 25) ayetinde kastedilen fitne de bu fitnedir. (Canan, Kütüb-i Sitte, XIII/356-357).
Hz. Peygamber (sav), fitneyi haber verirken, bunun fasılalarla kıyamete kadar devam edeceği hususunu bilhassa belirtir. Bu noktanın anlaşılmasında en güzel örnek, Huzeyfe (r.a)’den gelen bir rivayettir. Aynen kaydediyoruz:
“İnsanlar, Hz. Peygamber’e (sav) hep hayırdan sorarlardı. Ben ise, bana da ulaşır korkusuyla hep şerden sorardım. Bir defasında dedim ki: “Ey Allah´ın Resulü, biz bir cahiliyet ve kötülük devrinde yaşadık. Allah bizi hayırla, İslam’la müşerref kıldı. Bu hayırdan sonra tekrar herhangi bir şer var mı?”
“Evet, var” dedi. Tekrar sordum: “Bu şerden sonra tekrar hayır gelecek mi?”
“Evet dedi, gelecek. Ancak, bu hayır bulanık olacak (yani önceki şerrin kalplerde bıraktığı kin, husumet ve güvensizlik gibi fenalıklar belli bir ölçüde devam edecek.)”
“Bu bulanıklık da nedir?” diye tekrar sordum. Dedi ki: “(Önceki şerle ortaya çıkan) bir zümre (varlığını devam ettirecek. Bunlar) benim sünnetimden, benim getirdiğim hidayetten ayrılacaklar, başka bir sünnete, başka bir itikada tabi olacaklar. Sen bunların bazılarını (veya bazı davranışlarını güzel bulur) tasvip edersin, bazılarını (veya bazı davranışlarını kötü bulur) reddedersin.” Ben tekrar sordum:
“Pekâlâ, bu hayırdan sonra da şer var mı?” Cevaben: “Evet” dedi ve devam etti: “Bunlardan sonra cehennem kapısında durup (bid´ata, küfre) çağıranlar (yani emirler, reisler, gizli açık teşkilatlar, militanlar, hatipler, yazarlar, Prof.lar vs.) var. Çağrılarına uyanları oraya (cehenneme) atarlar.”
Tekrar dedim ki: “Ey Allah´ın Resulü, bu çağırıcıların vasıflarını bana bildir (de onları tanıyayım ve çıktıkları zaman uymayayım).” Dedi ki: “Onlar bizim bedenimizdendir, soydaşlarımızdır, dindaşımızdır, milletimizin efradındandır.” Tekrar dedim ki: “Onlar bana ulaşacak olsa ne yapmamı emredersin?” Cevaben: “Müslümanların cemaatlerinden ve imamlarından ayrılma” dedi.
Ben tekrar sordum: “Onların cemaatleri ve bir imamları yoksa (ne yapayım?)” Dedi ki: “O zaman mevcut fırkaların hepsini terk et. Hatta bir ağacın köküne dişlerinle tutunmuş vaziyette bile olsan, ölüm sana ulaşıncaya kadar öyle kal, (yine de onlara katılma).” (Müslim, Kitabu’l İmare, 51, Hadis no:1847)
Çıkan fitnenin büyümesini önlemede ve ondan gelecek zararlara karşı korunmada en isabetli tedbirlerden biri, fitneciyi yalnız bırakmak, ademe/yokluğa terk etmektir. Haklı ve haksız tarafların belli olduğu durumlarda, haklı tarafın desteklenmesi tavsiye edilmiş olmakla beraber, haklı veya haksızın belli olmadığı durumlarda, hiçbir tarafa destek vermemek, bütün tarafları terk etmek esastır. Hz. Peygamber’den gelen uyarılardan bu anlaşılmaktadır.
Farklı yollardan nakledilen şu hadis de, fitne çıkaranların yalnız bırakılmalarının lüzumunu ve fitneye karışmamanın gereğini herkesin anlayacağı bir üslupla, çok açık bir şekilde ifade eder: Ebu Hureyre (r.a), Hz. Peygamber’in şöyle dediğini bildirir: “Haberiniz olsun (benden sonra) fitne çıkacak. O fitne sırasında uyuyan uyanıktan (yatan oturandan); oturan ayakta olandan; ayakta olan yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Kim böyle bir fitneye rastlarsa hemen geri dönsün. Kim de fitne anında sığınacak bir kuytu bulursa oraya girsin.” (Müslim, Fiten, 10, Hadis no:2886).
Birliğimizi, dirliğimizi bozan ve hayırlara yürüyüşümüzün önünü kesen fitnenin kaynağı ne olabilir?
Kalpte kabul görüp büyüyen her günah, azaların masumiyetini bozar ve onları günaha sürükler. Böyle bir insan da artık toplumda bir fitneci olarak dolaşır ve yaşadığı toplumun uyumunu, birlik ve beraberliğini bozan bir unsur haline gelir. Böylece her günah bir fitne sebebi olur.
Kargaşa ve fitneye çoğu zaman asılsız haberler, güvenilir bir kaynağı olmayan kulaktan dolma bilgiler sebep olmaktadır. Yine duyduğu her şeyi her yerde söylemek, hele bir de ona ilaveler katarak yönünü değiştirmek fitneye sebep olan hususlardandır. Bütün bunlar ise İslam’da büyük günah ve çok ciddi bir vebaldir. Mü’minlerden istenen tavır da her söylenene ve şayiaya itibar etmemeleri, duydukları sözleri ve karşılaştıkları hadiseleri araştırmalarıdır.
Fitneden kurtuluş reçetemiz, Yüce Allah’ın “kardeş” ilan ettiği Müminlerin, bir takım dünyevî hırslarını tatmin uğruna bu kardeşliği katletmemeleridir. Kardeşler nasıl birlik-dirlik içinde olacaklarsa biz de öyle olmak zorundayız.
Hadis kitaplarının “Kitabu’l Fiten” bölümündeki “fitne” ile ilgili hadisler topluca incelendiğinde Rasûlüllah’ın (sav) sunduğu kurtuluş reçetesini şu cümlelerle özetlemek mümkündür:
Fitne ile ilgili her türlü faaliyetten uzak durmalı. Çünkü fitne ortamında oturan, ayakta durandan; ayakta duran yürüyenden ve yürüyen koşandan daha hayırlıdır.
Kendisini koruyacak bir sığınak edinmeli. Çünkü Efendimiz (sav), “Fitne ortamından kim bir sığınak veya korunak bulursa oraya sığınarak kendini korusun.” buyurur. Fitnelerden koruyacak bu sığınak ise, önünde bir lideri bulunan ve bütün derdi, Sünnete uygun bir hayatı yaşamak olan cemaattir.
Kendi yaşantısına dikkat etmeli ve ibadet hayatını Sünnete uygun bir canlılıkta devam ettirmeli. Başka bir ifade ile Rabbi ile arasını düzeltmeli. Farz ibadetlerden sünnet ve müstehap amellere kadar gücü yettiğince günlük hayatını süslemeli. Cemaatle ve tek başına yapmış olduğu ibadetlerini aksatmamak için özel bir gayret içinde olmalı. İşinin hakkını vermeli. Kendi üzerine düşen işle meşgul olmalıdır. Fitne ortamına çekecek faaliyetlerden kaçınmalıdır. Çünkü fitne adeta bir girdap gibi ucundan bulaşanı çekip, merkezine alır. Son tahlilde hiçbir müminin reddedemeyeceği güzel ve hayırlı faaliyetlerle meşgul olunmalıdır.
Müslümanlar arasında bugünün en büyük fitnesi “Kur’an bize yeter” diyerek oryantalist bir eda ile Sünneti ıskalayanların, Allah ile Rasûlü’nün arasını açanların faaliyetleridir. Bunları ademe/yokluğa terk ederek Kur’an ve Sünnete uygun hayatın, inanan ve inanmayan herkese ulaştırılması konusunda gerekli olan her türlü gayreti ortaya koymalıyız. Günümüzün en büyük cihadı budur.
Musab SEYİTHAN
Teşekkür ederim Muhterem kardeşim.Allah kalemini tesirli eylesin inşallah