Söz ve mâna olarak Allah’ın kitabı olan Kur’ân-ı Kerîm’de insanlar Müminler ve Kâfirler olarak iki ana kısma ayrılır.
Müminler, başta Allah’a ve Ahiret hayatına iman olmak üzere İslam dininin Kur’ân ile belirlenmiş inanç esaslarına inanırlar. Onlar, İslam’ın omurgasını oluşturan Kur’ân’ın insan hayatını bütünüyle kuşatan siyasi, hukuki, iktisadî, ilmî vs. nitelikli bildirileri, emirleri ve yasaklarını şüphe duymaksızın kabul ederler. Onları fiilen yaşar çevrelerine duyururlar. Bu uğurda canları ve mallarıyla cihad ederek tehlikelere göğüs gererler. (Hucurat 15)
Hakiki Müminler ve Münafıklığımız
Kur’an’da Rabbimiz, böylesi imanı çizgisinde ödün vermeksizin yaşayan insanları el-Mümine Hakka şeklinde yani hakiki müminler olarak vasfetmekte ve onların ebedi Cennet’lerle mükâfatlandıracağını müjdelemektedir. (Enfal 2-4,74)
İslam bir hayat düzeni olarak öğretilemediği ve onunla toplumsal problemlere çözüm üretilemediği için Hakiki müminler giderek azalmakta ve müminler arasında münafıklık revaç bulmaktadır.
Münafıklık, Müslümanım denildiği halde iman ve yaşam olarak İslam dışılığa kaymaktır. Açalım:
Müslümanız ama İslam’a talip değiliz. Laikliği, bir diğer anlatımla çok ilahlı bir yaşam şeklini benimsedik. Yönetimi, ekonomiyi, hukuku medyayı vs. ilahlaştırdığımız Tağutî güçlere bıraktık.
Güzel okunması için yarışlar düzenlediğimiz Kur’an’a göre ne evlenebiliyor ne de boşanıp nafaka düzenlemesi yapabiliyoruz. Ahval-i şahsiyemiz bile prangalı. Hayatı İslam’a göre değil, İslam’ı laikliğe göre yorumluyoruz.
Allah’ın, tabiat yasaları gibi sosyal yasalarıyla da kabul edilmesi gereği açıklanmadığı için camiler bile Allah’a tahsisli değil. (Cin 18)
İslam olan Maruf’u emir ve İslam dışılık olan Münker’den sakndırma aramızda geçerli bir yasa değilmiş gibi örneğin diyanetin, İlahiyatların ve bizim dediğimiz siyasiler, öğretmenler ve iş adamlarının dilsiz şeytanlaşmakta oluşunu dile getirmek de fitne çıkarmak oldu. Hakka çağırmanın belirli bir zamanı varmış gibi “Şimdi zamanı mıydı? “ çıkışları da moda oldu.
İstisnalarımız varsa da Kur’ân ve Sünnet’te açıklandığı üzere imanla küfür arasında gidip geliyoruz, namaza tembelce kalkıyor, atılımlarımız insanlara gösteriş için yapıyor, Allah’ı ve yasalarını çok az gündeme getiriyoruz (Nisa 142-3)
Konuştuğumuz zaman yalan söylüyor, verdiğimiz sözleri yerine getirmiyor ve üstlendiği toplumsal görevleri gereğince yapmıyoruz. (Buharî Vesaya 8)
Müstahak olduğumuz münafıklık içimize işledi. Buna bağlı olarak nifakın kendisi değil de de dile getirilmesi yadırganır ve yerilir oldu.
Hulâsa Allah’ın Kur’ân’ında ”el-Mümine Hakka” dediği müminler çok çok azınlıkta. Mümin görülüyoruz da yaşamımızla münafıklığın içindeyiz.
Gerçek Kâfirler ve Münafıklıkları
Kâfirler, kısaca mümin olmayanlardır. Ateistler, deistler kafir olduğu gibi Allaha ve ahiret hayatına iman ettiği halde Allah’ı gereği gibi kabul etmeyen yani Kur’ân’ın hayatı yönlendirici yasalarının bütününe veya bir kısmına inanmayan kişiler de kâfirdirler. Onların İslam karşıtı olanları, haklar ve özgürlüklerimize mütecaviz olanları vardır. Saygı duyulup adalet gösterilmeye ve iyilik yapılmaya layık olanları da mevcuttur.
İç İçe Yaşıyoruz
Biz yurdumuzda kâfir olanlarımızla ve onların kurduğu jakoben laik düzen içinde yaşıyoruz. Allah, onların inkârları apaçık olup İslam karşıtlığı ve düşmanlığında bilinçli ve ısrarlı olanlarını da “el-Kâfirûne Hakka” şeklinde niteler.
Ne var ki Müslümanlara ârız olduğu gibi Kâfirlere de nifak ârız olmuştur. Öyle açıktan “Peygamberlik kurumuna ve Ahiret hayatına inanmıyoruz, Kuran’ı ve yasalarını tanımıyoruz. Müslümanları gerici görüyoruz ve de ölünce yakılmak istiyoruz,” diyen kâfirler de çok değil.
Onların büyük bir kısmı da çıkarları çizgisinde hareket eder olmuşlardır. Özetlersek onların çoğu da Kur’ân’ın tanıttığı türden münafık tiplerden olmuşlardır:
“ Bu münafıklar müminlerle karşılaştıkları vakit ‘ biz de iman etmiş insanlarız, derler. Kendileri gibi İslam’a tavırlı şeytanlaşmış kişilerle beraberliklerinde ise: Biz sizinle beraberiz, biz müminlerle sadece alay ediyoruz,’ derler.” (Bakara 14)
Yaşadığımız egemen düzen ateistler ve deistler tarafından kuruldu. Biz de nifakımızla kökleştirdik. İslam dışılık hakimiyetini sürdürüyor.
Hulasa münafıklaşan müminllerle kâfirler bir arada yaşıyoruz
Birleşme Zarureti
İnanç ve yaşam şekillerimizde ayrılıklarımız var. Zarar gördüğümüz kamplaşmalarımız bundan. İyi de dış düşmanlar bizi bir bütün olarak görüyor, hepimizi kuşatmadalar. Bu sebeple ayrılıklarımızı fıtrat çizgisinde en aza düşürmeliyiz.
Allah’ın fıtratımıza kodladığı adalet, sömürüye – şiddete karşıtlık, zalimleri dışlama, güvenlik ve kendine yeten hür vatan gibi değerler üzerinde birleşebiliriz.
Ortak akıl çizgisinde ve bilimsel veriler ışığında bir araya gelinebilir.
Peygamberimizin müminler, deist müşrikler ve Yahudiler arasında oluşturduğu birlikteliği, Medine Vesikasından ilhamla biz de deneyebiliriz. Asrımızın Medine’si olan yurdumuzu koruyabilmek için buna muhtacız.
Evet muhtacız çünkü kuşatıldığımız emperyalistlerin sömürü odağı olduk. Sözde Müslümanlıkla da diğer izimler ve Kemalizm’le de varılacak bir yer yok.
Cennet ve Cehennem
Ha bir de ölüm, sorgulanma , Cennet ve Cehennem önümüzde… hesabını herkes kendisi verecek, biz uyarılarımızı yaparız. Birbirimize zalimleşmez de müşterek aklı kullanırsak Beled sûresinde açıklandığı üzere ortak akıl bizi imana da Cennet’e de götürebilir.
İlla da Cehennem’e gitmek istiyorsak, yolu açıktır. Engelleme görevimiz de, hakkımız da yoktur. Okuyalım:
“Biz insana iki göz, bir dil ve bir çift dudak vermedik mi? Ona (Cennet ve Cehennem’in) iki yolunu da göstermedik mi?
Ama o, sarp yokuşa tırmanmayı denemedi…
O sarp yokuşun ne olduğunu sana kim bildirilebilir? O sarp yokuş bir esiri kurtarmaktır; yahut kendi aç iken yakını olan bir yetimi, yahut fakir mi fakir yabancı bir yoksulu, doyurmaktır, ve o sarp yokuş sonra da müminlerden ve birbirine sabrı ve merhameti tavsiye edenlerden olmaktır. İşte böyleleri dürüstlüğe ve erdemliliğe erişmiş olanlardır; Bizim mesajlarımızın doğruluğunu inkara şartlanmış kâfirler ise, girdikleri ateş üzerlerine kitlenecek Cehennemlik kimselerdir.” (Beled 9-20)
Ali Rıza Demircan