Ramazan bayramına Arapça’da ‘ıydu’l-fıtr’ yani fıtır bayramı’ denir. Bu da âdet halini alan sevinç ve toplanma günü demektir. Her yıl tekrar geldiği ve insanlar bu günlerde sevindiği için bu isim verilmiştir.
Türkçe’deki ‘bayram’ kelimesinin ise aslı Farsça ‘bezrem veya bezrâm’ kelimesidir. Oğuz Türklerinden beri “beyrem veya bayram” şeklinde kullanılmaktadır. (Erdem, S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 5/257)
Her toplumun, her milletin kendine göre sevinç günleri, şenlikleri bayramları vardır. Bunların kaynağı dinî ve kültürel olabilir.
Müslümanlar için ömürlük bayram ‘hacc’, yıllık iki bayram Ramazan ve Kurban bayramları, haftalık bayram da Cuma günüdür.
Enes b Mâlik’in anlattığına göre câhiliyye insanları her yıl iki günde oynarlardı (bayram ederlerdi). Rasûlüllah (sav) Medine’ye ayak basınca (bunu görünce) şöyle buyurdu:
“Allah (cc) sizin için o iki günü daha hayırlı iki günle, Fıtır günü ve Adhâ günü (Ramazan ve Kurban bayramı) ile değiştirmiştir” . (Ebû Dâvûd, Salat/246 no: 1134. Nesâî, S. Iydeyn 1 no: 1557)
Ramazan Bayramına ‘ıydu’l-fıtr’ veya ‘yevmu’l-fıtr’ ismi verilmesinin iki sebebi olduğu düşünüyoruz.
Birincisi; Ramazan’ın bitmesi, artık gündüzleri yeme içmenin serbest olmaya başlamasıdır.
Günlük orucu sona erdirmeye ‘iftar’, Ramazan orucunu sona erdirmeye de ‘fıtr’ denir. Yani orucu açma, yeme içmeye başlama demektir. Bunun tersi ‘imsak veya savm’dır. Yani yeme içmeyi bırakma, oruca başlama zamanıdır.
Rasûlüllah (sav) şöyle buyurdu: “Oruçlu için iki sevinç ânı vardır:
Biri, orucu açtığı anki sevincidir; diğeri de Rabbine kavuştuğu anki sevincidir” .(Buhârî, Savm/9 no: 1904. Müslim, Sıyâm/30(163) no: 2076)
Ramazan bayramında iki rek’at olarak kılınan bayram namazına fıkıh dilinde ‘salâtu’l fıtr-fıtr bayramı namazı’ denildiğini de hatırlayalım. İftar anında duyulan sevince küçük bayram, Ramazanın bitiminde olan iftar zamanında duyulan sevince de büyük bayram diyebiliriz.
İkincisi; İnsanın ontolojik yapısına, aslına, doğal hâline yani fıtratına dikkat çekmek için…
‘Fıtrat’ kelimesi, yaratılış, belli yeteneklere ve yatkınlığa sahip oluş, karakter, mizaç, doğal eğilim, huy gibi manaları vardır. (Fîruzâbâdi, el-Kâmusu’l-Muhît, s: 456)
Allah’ın isimlerinden birisi de ‘el-Fâtır’dır. Yani yaratılışı (fıtratı) başlatan, tohumdan canlıları ortaya çıkaran, varlığa şekil ve özellik verendir.
‘Fatr’ veya ‘fıtrat’ ilk yaratılışı ifade ettiği gibi, devam eden yaratılışı da anlatır. Yani Allah her şeyi yoktan var ettiği gibi, yaratmaya devam ediyor. Yarattığı şeylere istediği şekli veriyor. Bu O’nun kanunu ve hükmüdür.
Bu âyette geçen ‘fıtrat’ın insandaki inanma ve ibadet etmeye meyli ve kabiliyeti anlamına geldiği söylenmektedir. Nitekim Rasûlüllah (sav) de bütün insanların ‘fıtrat’ üzere yaratıldığını açıklıyor. (Bkz: Buhârî, Cenâiz/79 no: 1358-1359, 93 no: 1385. Müslim, Kader/6(22) no: 6755-6761. Ebû Dâvûd, Sünnet/1 no: 4714. Bir benzeri: Tirmizî, Kader/5 no: 2138 Hasen sahih kaydıyla)
Allah (cc) bütün insanları kendine inanma ve ibadet etme, verdiği nimetlere şükretme kabiliyetinde ve bunlara meyilli olarak yaratmıştır. Bu bakımdan İslâm fıtrat’ın dinidir.
İnsan “en güzel biçimde” (Tîn 95/4) yaratıldı. Onda olan kabiliyetler, yani fıtrat hiç bir varlıkta yoktur. İnsanın bünyesinde akıl, irade (isteme ve seçme) kabiliyeti; yapma ve üretme, bilme ve bilgiyi eyleme dökme yeteneği var… İnsan fıtratı hem iradeyi kullanarak kendi isteği ile çok şey yapmaya müsait hem de Yaratan’ı tanıyıp O’na şükretmeye müsait…
İnsandaki akıl ve irade olağanüstü bir yetenek ve özgürlüktür. Bu yetenek ve özgürlük ona verildi ki dünya hayatını iyi yaşasın. Dünyayı imar etsin, sorumluluklarını yerine getirsin, yeryüzünün efendisi/halifesi olsun…
İnsanın fıtratıyla mayasında saklı halifelik cevheri ile, kendisine özellikle ‘ıydu’l-fıtr-Ramazan bayramı’ arasında bir ilişki olsa gerek… Değil mi ki, inanmak, ibadet etmek, güzellikler sergilemek, ilâhî lütuflardan haz alıp sevinmek fıtratın/yaratılışın gereğidir.
İşte Ramazan Bayramı yani ıydu’l-fıtr, bu fıtratı/yaratılışı yeniden hatırlamanın, bunu iyi yolda kullanma şuurunu yenilemenin ve bu fıtrata şükretmenin zamanıdır diyebiliriz. Zaten fıtreyi da bunun için veriyoruz.
Ramazan bayramı namazından öncesine kadar verilmesi gereken sadakanın adı da ‘zekâtü’l-fıtr-fıtır sadakası’dır. (Türkçe’de ‘fitre’ diye bilinir). Bu, bizi fıtrat üzere ve insan olarak Yaratan, bize insanî kabiliyetler veren Allah’a şükür olsun diye muhtaçlara yapılan bir yardımdır.
Bu her ne kadar, Ramazan’ı Allah’ın verdiği nimetlerle geçirmeye bir şükür ve ‘ıydu’l-fıtr’a-Ramazan bayramına’ ulaşılmasının zekâtı olsa da; fıtrat’ın-insan olarak yaratılışın sadakası, Allah’ın (st) sonsuz lütüflarına ve nimetlerine karşılık şükretmek vesilesi olduğunu söyleyebiliriz.
Bayram ve fitre, yani ‘ıydu’l-fıtr ile zekâtu’l fıtr’ birbirini tamamlar. Birisi, fıtratın karşılığının asla ödenmez olduğunu itiraf ve şükür, diğeri bu temiz fıtrata sevinmenin, bunu Ramazan’a bağlı olarak yapmanın fırsatıdır.
Birisi, bu temiz fıtrata ‘fıtır sadakası’ vererek şâhitlik etmek, diğeri ise Ramazan boyunca bu fıtrata uygun davranmanın, bu fıtratın gereğinin yerine getirmenin mutluluğudur.
Oruç tutan müslümanın garantisi yok (zira oruç Allah için tutulur. Onun sevabının ne kadar olacağını da sadece O (cc) bilir) ama ümit edebilir ki; “Rabbime hamdolsun, şükürler olsun, bu sene de Ramazan’ı sağlık ve afiyetle tutma imkanı verdi, bir Kadr Gecesi daha yaşadım.”
İşte Ramazan bayramı işte bu niyettir, bu anlayıştır, bu ümit etmenin sevincidir. Ramazan’daki kazançların, hikmetin ve faydanın elde edilmesinin bir sevincidir.
Onun için Ramazan bayramı sadece oruç tutanlara tahsis edilmiştir. Bu, inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek Ramazan dolu dolu yaşamanın, hesapsız mükâfatını hak etmenin sevincidir. Oruçlu bu sevinci cemaatle, akrabalarıyla, dostlarıyla ve ümmetle paylaşır.
Oruç tutan mü’min şu hadiste verilen müjdeye kavuşmak ister. “Kim inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek Ramazan’ı değerlendirirse onun geçmiş günahları bağışlanır. Kim inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek Kadir gecesini ihya ederse onun da geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, F. Leyleti’l-kadr/1 no: 2014, Savm/6 no: 1901)
Müslüman, bir ay boyunca sadece Allah’a saygı duyduğu ve O’nu sevdiği için gündüzleri yemeden içmeden, bedensel zevklerden uzak kalır. Günlerin kısa ve uzun olmasına aldırmaz. O yalnızca Rabbinin kendisine vereceği ecri/karşılığı düşünür. Ramazan’ı elinden geldiği kadar değerlendirir.
Bayram namazına giderek, bayramlaşarak bu sevinci akrabalarıyla ve diğer müslümanlarla paylaşır. ‘Zekâtu’l-fıtr-fitre’ ve hediye vererek, misafirlerine ikram ederek şükrünü yerine getirir.
Bayram onun için asla sulu şakalar, hoplayıp zıplamalar, eğlence, tatil yapma değildir. Bayram onun için şükredebilme imkanıdır, insan olmanın, Hakkı tanımanın, O’nun huzurunda olabilmenin sevincidir.
Ramazan rahmet ayı olduğu gibi ‘bereket’ ayıdır da… Değil mi? Bütün oruç tutanlar bu bereketi görürler ve tadarlar. Ramazan bayramı da bu bereketi tekrar birlikte yani cemaat halinde, ümmet olarak yaşamının, birlikte şükretmenin, birbirimize bereketler/hayırlar/iyilikler dilemenin vaktidir. Müslümanlara dua etme, ümmet şuurunu canlandırma, ötekileri, yani mazlum ve mağdurları da hatırlama anıdır.
Onun için bayramda birbirimize ‘Bayramın mübarek/kutlu olsun, bayramın hayırlı olsun, bayramını tebrik ederim/kutlarım’, yani “Ramazan’da olduğu gibi Allah sana nimetlerini artırsın, yaptığın ibadetlere bol bol karşılık versin, gözün-gönlün zengin olsun, ele güne muhtaç olmayasın. Amellerin, duaların, ibadetlerin Allah katında mübarek olsun” deriz. Kendimiz için sevip istediğimizi müslüman kardeşimiz için de isteriz.
Ve deriz ki; “Allah hepimizi ebediyyen sevineceğimiz bayramlara kavuştursun. Ömrün Ramazan gibi, âhiretin bayram olsun”
Hüseyin K. Ece
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-