Hz. Peygamber’in (s) Bal Örneği
Yaratılışındaki eksiklikten, usûl ve yöntem bilmemesinden, arzularının esiri olmasından ve kendisine o konuyu anlatacak yetkin bir öğretici bulamamasından veya bunların hepsinden dolayı, şaşkın bir kişi felsefe okuyup öğrendiğinden dolayı şaşırmış, mecrasını kaybetmişse; düşkün ve şaşkın kişiye bakıp da değerlendirmeye ehil olanları bundan engellemek ve uzaklaştırmak haksızlık olur.
Zirâ bu sebeple o kişiye ilişen zarar felsefeden değil, kişinin yetersizlik ve donanımsızlığından kaynaklanmıştır. Bunun için Hz. Peygamber (s): “Kardeşinin ishal olması üzerine ona bal içmesini emredip de balın ishali daha da fazlalaştırmasından dolayı kendisine şikâyet eden kimseye ‘Allah doğru söyler, senin kardeşinin karnı yalan söyler’ şeklinde cevap vermiştir.
Su İnsanı Öldürür mü?
Halkın aşağılık takımından bir kısmının felsefî konulara ilgi duyması, okuması ve düşünmesi sebebiyle sapıttıkları zannedilmesinden dolayı, bazı kimselerin hikmet kitaplarına bakmayı yasaklamaları; bir topluluğun su içerken suyun boğazından kalıp ölmesi nedeniyle susamış kimseyi tatlı ve soğuk suyu içmekten alıkoyan kimsenin tutumu gibidir. Çünkü su içerken suyun boğazda kalmasından dolayı ölmek ârızî bir haldir, susuzluktan ölmek ise zâtî ve zorunlu bir haldir.
Diğer taraftan olumsuz tutum ve davranışları sadece bir ilim dalına yüklemek makul değildir. Nice fıkıhçı (İslâm hukukçusu) vardır ki, fıkıh (İslâm hukuku) onun takvasının azalmasına ve dünyaya dalmasına sebep olmuştur. Hatta bizzat bu ilim dalı, kendisi de bir İslâm hukukçusu olan İbn Rüşd’e göre, amelî fazileti gerektirdiği halde, fıkıhçıların birçoğunun böyle olduğu görülmektedir. Dolayısıyla felsefe ile uğraşanlarda görülen bazı olumsuzlukların fıkıhla ilgilenenlerde de görülmesi mümkündür.
Din İle Felsefenin/Hikmetin Arkadaşlığı, Dostluğu ve Süt Kardeşliği
Şu halde, felsefe (hikmet), dinin arkadaşı ve sütkardeşidir. Tabiatları yönüyle kardeş, özleri (cevherleri) itibariyle dost oldukları halde, bir kısım donanımsız ve yetersiz kişiler, din ile felsefe arasında bir düşmanlık, çatışma ve nefret olduğunu zannetmektedirler.
Şurası kabul edilmelidir ki, İslâm dünyasında felsefe ile birlikte pozitif bilimin de gelişimi durmuş ve kaybolmaya yüz tutmuştur. Bilimsel donukluk ve gerilik, beraberinde felsefenin de İslâm coğrafyasından taşınmasına yol açmıştır. Zirâ, bilim ister pratikten hareketle, isterse de teoriden hareketle yapılsın, gerçek bilim haline gelmeden önce, nazarî düşüncenin ortaya konmasını gerektirir. Dolayısıyla gerçek bilim, gerçek felsefeden soyutlanamaz ve ayıklanamaz. Her bilimsel faaliyet, bilim olmadan önce felsefî düşünce evresinden geçer. Daha açık ifadesiyle her bilimin başlangıç ve sonunda bir “felsefesi” vardır.
Bilim Adamı Aynı Zamanda Filozoftu
Böylece İslâm dünyasında bilim gerileyince, felsefe de geçmişteki altın çağını yitirdi. Nitekim birçok bilim adamı, aynı zamanda büyük bir filozoftu. Diğer taraftan müspet bilim ve felsefe gerileyince, aklî düşünce karşıtlarının beklentisinin aksine, dinî (İslâmî) ilimler de benzer şekilde büyük bir güç kaybetti. Bunun sonucunda İslâm hukuku ve tefsir gibi şer’î ilimler de, müspet bilim ve felsefede olduğu gibi, bir zayıflama ve cılızlaşma sürecine girdi.
Felsefenin/Hikmetin İslâm Coğrafyasını Terk Edişi
Son üç asırda hegemonik güç olmaktan yerel aktörler düzeyine inen İslâm dünyasının içinde bulunduğu teknolojik görüntüyü bir örnekle ortaya koymak mümkündür:
Türkiye, kendisinin üretmediği cep telefonu ithalatına şu ana kadar milyarlarca dolar ödeme yapmıştır. Bu azımsanmayacak meblağ, aslında teknoloji üretecek bilgi ve felsefî (aklî) düşünceye sahip olamamanın faturasıdır. Diğer taraftan İslâm ülkelerinin birbiriyle yaptıkları ticaret oranı, genel ticaret oranlarının ancak yüzde onuna ulaşmaktadır.
Teknolojiyi Tüketme Aşamasından Üretme Aşamasına Geçiş
Müslümanlar ve dolayısıyla İslâm ülkelerinin, teknolojiyi tüketme konumundan/aşamasından üretme konumuna/aşamasına geçmesi için “faydalı ilim” talep etmesi gerekmektedir. Teknoloji üretmek için, öncelikle İslâm dünyası “altın çağında” olduğu gibi geleneğimizde ve kültürümüzde var olan felsefe ve hikmet misyonunu yeniden “ihyâ” etmelidir. Zira her ne zaman İslâm coğrafyası yükselme dönemleri yaşamışsa, işte o devirlerde hem dinî ilimler hem de aklî ilimler zirveye ulaşmıştır. Yani İslamî ilimler ilerlerken, aklî ve felsefî ilimler de gelişmiş; veya tersinden söylenecek olursa aklî ve felsefî ilimler ilerlerken, İslâmî ilimler de gelişmiştir. Her iki sahanın gelişim ve gerilemeleri aynı dönemlerde gerçekleşmiştir.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi