Gazze’de gencecik bir kız.
Neredeyse ailesinin tümü şehit olmuş. Geride kalan yakınları yaralı. Hastanede çamaşır yıkayarak, temizlik yaparak yakınlarını geçindirmeye çalışıyor.
Nasrallah’ın şehadetinden sonra şöyle demişti:
-Seyyid Nasrallah’ın gelip bizi kurtaracağını bekliyordum. Onu da şehit ettiler. Şimdi ne yapacağız?
1 Ekim akşamı İran’ın İsrail’e yaptığı saldırılardan sonra o kadar sevinçliydi ki
“-Sevinçten yoruldum” diyordu.
Saldırının kod adı el Va’du’s Sadık 2. İsmail Heniye, Seyyid Hasan Nasrallah ve Tuğgeneral Nilfuruşan’a adanmış.
Saldırıyı doğrudan Hameney’in direktifiyle Devrim Muhafızları planlayıp ve gerçekleştirdi. İsmail Heniye’ye saldırı aslında Hameney’e karşı bir saldırı idi. İsrail bununla yetinmedi, üç ana hedefe daha saldırı planladı. İran, bu saldırılara cevap vermeyecek olsaydı, İsrail doğrudan yeni bir saldırı yapacaktı ki, bunun içinde Hameney’e sikast da vardı. Direniş ekseninde yer alan Hizbullah, Yemen Husileri cevabi saldırı bekliyordu, dünya Müslümanlarının da bu yönde beklentileri olduğu biliniyordu. İran’a karşı olan ülkelerde bile halk içten içe İran’ın İsrail’e ağır bir darbe indirmesini istiyor, çünkü fiiliyatta İsrail’e karşı duran tek ülke İran’dır.
Saldırı gecesinde enkaza dönüşmüş evlerinin önünde Gazze halkının sevinci milyonlarca Müslümanın sevincinin önüne geçti.
Saldırı İran tarafından hukuka uygun, mantıklı ve orantılı olarak takdim edildi, esasında 13 Nisan 2024 günü İsrail’e ilk mesaj verilmişti, 1 Ekim saldırısıyla İran bir tık daha yukarı çıktı.
Bu arada siyonizmin Hitleri Netanyahu, “Perslere seslendiği konuşmasında rejimin değişeceğini, halkın özgürlüğe ve refaha kavuşacağını” söylüyordu. İlginç olan nokta, Netanyahu’nun “İran halkı”na değil, Perslere seslenmesiydi. Oysa İran’da Farslar yanında Azeriler, Araplar, Kürtler, Beluciler, Türkmenler de var. Neden bunları kaale almadığı manidardı.
Netanyahu, bu konuşma ile samimi ve ilke sahibi İslamcıların dışındaki rejim muhaliflerinin bütün söylem ve eylemlerini gayrı meşru durumuna düşürdü. Özellikle laiklerin ve milliyetçilerin yürüttüğü muhalefetin ABD-İsrail yararına olduğu ayan beyan ortaya çıkmış oldu. Aşikâr olan şuydu: Amerika ve İsrail, umutlarını laiklere, solculara ve milliyetçilere bağlamışlardı, bu durumda İran’da bir rejim değişikliği olacaksa, bu laik-milliyetçi ve batıcı olacaktı.
Netanyahu , Lübnan’ı da içine alan yeni saldırılara başlarken, “kutsal bayram” ilan etti. Hatırlanacağı üzere 7 Ekim 2023 akşamı Gazzelilere karşı yıkıcı saldırı emrini verdiğinde “Yeşu’nın kehanetinin gerçekleşmekte olduğunu” söylemişti. Batının tamamen dini aradan çıkardığını ileri sürenler, George Bush’un 2003’te Irak’ı işgal kararını verdiğinde, bunun bir “haçlı savaşı” olduğunu söylediğini duymazlıktan geliyorlar. Ne doğuda ne batıda, din aradan çıkmış değil.
Kendileri bir şey yapamayan kimi milliyetçiler, gerek 13 Nisan gerekse 1 Ekim saldırılarının “bir tiyatro” olduğu algısını yaymaya başladılar ama Siyonizm lehinde yayın yaptığından kimsenin şüphe duymadığı New York Time Gazetesine göre İran, İsrail’de Nevatim, Aşkelon (Zorlu Holding’in ortağı en büyük doğalgaz tesislerinin olduğu yer), Tel Nof ve Netivot Askeri Üssü’nü tahrip ettiğini yazıyordu. İran, Hamas, Lübnan veya Yemen’den yapılıyor olsun, İsrail hiçbir saldırıda verdiği zayiatı vermiyor. Bağımsız kaynaklar, bir sene içinde İsrail’in yüzde 20 küçüldüğünü belirtiyor.
İran’ın İsrail’e saldırısı daha sıcaklığını korurken, Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan, sırada –hatta üçüncü sırada- Türkiye’nin olduğunu söyledi. Lübnan, Suriye ve Irak gibi Türkiye de Siyonist işgal ve saldırıların kapsamı içindedir, hatta İsrail Genelkurmay Başkanı açıkça “İsrail’in Ortadoğu’da vuramayacağı ülke olmadığını” açıklamıştı ki, bu aslında Türkiye’ye de üstü örtülü bir tehditti.
Türkiye bir NATO ülkesi, fiilen şimdilik bir şey yapamıyor. 2010’da İsrail uluslar arası sularda insani yardım taşıyan Marmara Gemisini basıp 10 müslümanı şehit etmişti de, Türkiye hiçbir şey yapmamış, hatta Bülent Arınç “Kimse bizden İsrail’le savaşmamızı beklemesin” demişti.
Arap ülkelerine gelince.
Suudi Arabistan prensi Muhammet Selman, geçen sene ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’le yaptığı görüşmede kendisinin “Filistin diye bir meselesinin olmadığını” söylemişti. Ürdün’ün açıkça İsrail’in yanında yer aldığını bilmeyen yok, 1 Ekim saldırısında İran’ın attığı füzelerden birkaçını Ürdün düşürdü. Körfez ülkeleri ise, İran ve İsrail savaşında kendilerinin tarafsız olduklarını ilan ettiler. Sanki savaş Müslüman ve Arap olmayan bir halkın davasıymış, kendileri hiç ilgili değilmiş gibi tutum aldılar. Bu hayasız açıklamayı anlamak mümkün: Geçmişte Trump, Suud Kralına “Biz olmasak krallığınızı üç hafta ayakta tutamazsınız” demişti, Netanyahu da “Eğer yerinizi korumak istiyorsanız, susun” demişti, onlar da susuyor..
Bugün ABD ve Avrupa’nın kayıtsız-şartsız arkasında durduğu İsrail, Gazze’de soykırım yapıyorken, hedef seçtiği her Müslüman bölgeyi pervasızca bombalıyorken, Müslümanların birbirlerine karşı mezhepçilik veya milliyetçilik yapmaları haramdır.
Hepimizin aşağılanmakta olduğu böylesi bir vetirede tarihsel husumetlerin, tarihte şu veya bu geçerli veya geçersiz sebeplerle teşekkül etmiş tüm mezhep ve fırkalar arasındaki ihtilaf ve çatışmaları hatırlatmanın, gündeme getirmenin zamanı değil; Müslümanlar kitlesel olarak yok oluyorken, mezheplerin bir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Kim Şii ve İran, Selefi ve Suudi, Sünni ve Mısır ya da Türkiye düşmanlığı yapıyorsa, ondan teberri etmek gerekir. Mezhepçilik zihni bir ahmaklık olup günde beş vakit namaz kılan müslümanda ne akıl bırakır ne vicdan!
En kanlı savaşlara Haram Aylar’da ara verilir, verilmesi lazım. Müslüman dünyanın kalbinde ateş her tarafı sarmış, bugün ahramul haramdayız. Milliyetçilikler ve mezhepçilikler arasında çatışmalara ve husumetlere son vermeyenler en büyük haramı ve cinayeti işlemiş oluyorar.
Yıllardır aynı şeyi söyleyip duruyorum: Tek başına hiçbir İslam ülkesi mevcut durumda İsrail’i durdurabilecek güce sahip değil. Yapılması gereken şey bellidir:
Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan, Pakistan ve diğer Müslüman ülkelerin bir araya gelip Birlik oluşturmaları için gayret sarfetmek, yöneticileri buna zorlamak, Müslüman halklara bu bilinci vermek ve İttihad-ı Anasır-ı İslam’ı yegane maksat bilmek ve dile getirmektir. Aksi halde tek tek Sünni, Şii, Selefi her Müslüman havza İsrail ve Siyonizm karşısında zillet içinde yaşamaya mahkumdur, bu mahkumiyet ağırlaşarak ve yayılarak devam edecektir.
Tayyip bey doğru söylüyor. Sadece Türkiye değil, bütün bölge ve İslam alemi İsrail’in uzun vadeli hedefleri arasındadır.
Dün Tahran’da İsmail Heniye’yi vuran İsrail, yarın Kahire’yi, Mekke’yi, Ankara’yı da vurur. Nitekim Şam’ı, Thran’ı, Beyrut’u, Yemeni, Bağdat’ı vuruyor.
Rehberimiz bellidir:
“Şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (61/Saf, 4.)
(Birliğe çağrı, Mirat Haber, 13 Ağustos 2024)
Ali Bulaç
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-