Müttefik Kuvvetlerin iki üyesi İngiltere ve Fransa, Çanakkale Muharebelerinde, bize göre dünyanın bir ucundaki Kanada’dan, dünyanın diğer ucundaki Avustralya’ya kadar, değişik değişik sömürgelerinden, değişik değişik milletlerden insanları Çanakkale’ye getirip, bize karşı savaştırdılar.
Çanakkale cephesinde savaşan Müttefik Kuvvetler birlikleri:
İngilizler, Fransızlar, Ruslar, Kanadalılar, Avustralyalılar, Yeni Zelandalılar, Hintliler, Sikhler, Pantanlar, Jatlar, Gurkhalar, Bahiciler, Mandrassiler, Rawalpindiler, Nepaller, Yahudiler, İskoçlar, İrlandalılar, Gallerliler, İspanyollar, İsviçreliler, Finliler, Danlar, Lehler, Rumlar, Ermeniler, Senegalliler, Zouaveler’den oluşmuştu.
Osmanlı cephesinde ise savaşanlar:
Türkler, Araplar, Kürtler, Zazalar, Lazlar, Çerkezler, Gürcüler, Boşnaklar, Pomaklar, Arnavutlar, Marunîler, Yezidîler, Nusayrîler, Ermeniler, Yahudiler, Almanlardan oluşmuştu.
Çanakkale Muharebelerinin bir başka ilginç boyutu da, karşılıklı Hristiyanlarla Müslümanların, Yahudilerle Müslümanların savaştığı gibi, Hıristiyan’la Hıristiyan’ın, Yahudi’yle Yahudi’nin de kıyasıya savaştığı bir cephe olmasıydı. Karşı taraftaki Hıristiyanlar ve Yahudiler nasıl Osmanlı’nın yıkılması için canla başla gelmişlerken, bizim cenahımızda da Osmanlı tebaası Hıristiyanlar ve Yahudiler de, 500 yıl birlikte yaşadıkları Osmanlı’nın yıkılmaması için, karşı taraftaki dindaşlarına karşı canla başla çarpışmışlar ve pek çoğu da bu uğurda hayatlarını kaybederek, şehit Mehmetçiklerle koyun koyuna bu topraklara gömülmüşlerdir.
Çünkü Osmanlı tebaası Rumlar, Ermeniler, Yahudiler tam 500 yıl Osmanlı yönetiminin İslam’ın adalet ve merhamet şemsiyesi altında dinlerini, Avrupa’daki dindaşlarından çok daha rahat yaşamışlardı. Devlet, dinlerini yaşamada onlara çok geniş serbestlikler vermişti. Ticarette ve sanatta da geniş imtiyazlar tanımıştı. Şimdi onlar da, bu zor durumda Osmanlı’nın yanında olmaları gerektiğini düşünmüşler ve cepheye gelerek Mehmetçikle omuz omuza çarpışmışlardı.
İşte bu yüzden, Çanakkale cephesi çok farklı bir cephe olmuştur.
Çanakkale Muharebeleri bu yönüyle dünyada hiçbir cephede görülmeyen değişikliklere sahne olmuş bir cephedir ve hatta dünyada hiçbir coğrafyada görülmeyen çeşitlilikteki bir mezarlıktır. “Çeşitlilik” dediğimiz, günümüz dünya coğrafyasında Çanakkale Muharebelerinde hayatlarını kaybedip, Gelibolu Yarımadası’nda yatan askerî unsurların, günümüzdeki oluşturdukları devlet sayısı 58’dir. Yeryüzünde Gelibolu Yarımadası gibi bir yer daha yoktur ki, toprakları altında, Gelibolu’nunki gibi bu kadar değişik devletten, Gelibolu’nunki gibi bu kadar değişik milletten insanların, bir arada ölüleri yatıyor olsun.
Müttefikler önce 19/20 Aralık 1915 gecesinde Arıburnu ve Anafartalar, 8/9 Ocak 1916 gecesinde de Seddülbahir bölgesinden kaçtıklarında, arkalarında dünyanın en büyük hurdalığını ve de yukarıda saydığımız millet çeşitliliğinde büyük bir makber bırakarak gitmişlerdi. Öyle ki Otago Piyade Taburu’ndan George Skerret, hatıratına “Sanki cesetlerin toprak altında değil, üstünde olduğu açık bir mezarlıktaydık”[1] diye tabir ettiği bir mezarlık bırakmışlardı. Yani koca bir yarımadada, 8,5 ay süren savaşın hiddetinden, şiddetinden cesetlerin bile kimi yarı gömülüp, kimi de gömülmediği açık bir mezarlığa dönüşmüştü.
İngilizler ve Fransızlar çekildikten sonra savaş alanlarını gezen Tanin gazetesi muhabiri Cemil Hakkı’nın:
“Asli hat siperleri içinde ve önünde yine feci manzaralar; kahverengi sahtiyan gibi çürümüş el, ayak parçaları, kurtlanmış gövdeler… Ooh, bu korkunç manzaralar o kadar çok ki, toprakla örtmek için günler lâzım…
Kireçtepe’nin birçok defalar kanlı çatışmalarına sahne olan Arslantepe’sine geldik. Buradaki düşman siperlerinin tel örgü engelleri yakınında firar esnasında tepelenen düşman naaşları duruyor. Bir zamanlar pek muhterem olarak tanınan zavallı bir İngiliz neferi toprağın kemirip çürüttüğü elini sıkmış, kaçan İngilizlerin arkasında sahile doğru acı bir galiz ile uzatmış yatıyor”[2]
Şeklinde anlattığı gibi koca bir yarımadanın her tarafı gömülememiş, yarı gömülebilmiş ya da alelade gömüldüğü için ilk yağmurlarda ve rüzgârlarda ortaya çıkacak cesetlerle doluydu.
O Cesetler Ne Oldu? İngilizlerin Mezarlık Yapım Çalışmaları Nasıl ve Ne Zaman Başladı?
Müttefiklerin tamamen çekildiği 8-9 Ocak 1916’dan sonra, Çanakkale muharebesi alanları tamamen kendi haline bırakıldı. Çünkü diğer cephelerde dünya savaşı bütün hızıyla devam ediyordu. Ve bu savaş da daha üç yıl sürecekti. Bu üç yıl boyunca, yarı gömülebilmiş yarı gömülememiş, açıkta kalmış, ya da, savaşın şiddeti nedeniyle o an alelade gömüldüğü için ilk yağmurlarda ve rüzgârlarda ortaya çıkmış cesetler kendi halinde kala kalmışlardı.
Bilindiği üzere, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesinde, Birinci Dünya Savaşı’ndaki mağlûbiyetimizin kabulünü imza edişimizin ardından, savaşın galipleri tarafından hemen yurdun dört bir yanı istilâya başlandı.
Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’ndaki mağlubiyeti kabul edişiyle 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi yapıldı ve bu mütarekeye göre Çanakkale’nin de bulunduğu Marmara bölgesi İngilizlerin payına düştü.
İngilizler, kolları sıvadılar. İlk işlerinden biri Gelibolu Yarımadası’nda yarı gömülü, yarı dışarıda bıraktıkları askerlerinin cesetlerinin derdine düşmek oldu. Bu konuda Kraliyet Savaş Mezarları Komisyonu kurdular ve Çanakkale’ye, Britanyalı-Avustralyalı birliklerden oluşan, görevleri bölgede incelemelerde bulunarak mezarların ve hâlâ gömülmemiş olan cesetlerin yerlerini belirlemek olan bir ekip gönderdiler.
Çanakkale Muharebelerinde, savaş muhabiri olarak görev yapan Charles Edwin Woodrow Bean de, “Gallipoli Mission” isimli kitabında yazdığı raporla, İngilizlerin bu mezar yerleri ve de ceset arama faaliyetlerine önemli ölçüde yol gösterici oldu.
Charles Bean raporunda öncelikli hassasiyet gösterilmesi gereken konulara değinmişti:
“Mezarlık çalışmalarının neden çabucak tamamlanması gerektiği konusunda birçok sebep ürettim. Bütün savaş alanlarında olduğu gibi, ölülerin kalıntıları gömülene kadar etrafa saçılmış bir şekilde duracak ve Anzak ile Helles’i ziyarete gelen akrabaları için onları bu koşulda görmek son derece ıstırap verici olacaktı. Bunun yanında, bölgeye ziyaretçilerin gelmesine izin verilmeden önce, Türk şehitlerinin de gömülmesi gerektiğini savundum”[3]
Aslında, 1919 yılındaki işgal durumunu göz önüne aldığımızda, Bean’in Türk şehitlerinin de gömülmesi gerektiğini savunmasındaki esas endişesinin, Anzak ve Helles’e (Arıburnu ve Seddülbahir) kendi ölüleri için gelecek olan ziyaretçilerin bu manzarayı görmemelerini sağlamak olduğunu anlıyoruz. Yani İngilizler, o zamanlar kendilerini Çanakkale’de ve Türkiye’de “kalıcı” olarak görüyorlar demek oluyordu bu…
Bean raporunda daha da detaylı bilgiler vermektedir:
“Savaş sırasında öldürülen 8.000 Avusralyalı’dan yaklaşık 2.000’i Mısır, Malta ve Limni’de(*) gömülmüştür; 6.400’ünün ise Gelibolu’da öldüğü kesin olarak kaydedilmiştir. Bunlardan belirsiz bölgelerde gömüldüğü kaydedilen yaklaşık 3.500 asker kesin olarak bilinecektir. Helles Burnu’ndaki mezarların durumunu daha sonra bildireceğim. Anzak’ta kalanların sayısı 2.500 civarındadır. Bunlardan bazıları aynı birimden, aynı gün ölenlerin yanında oldukları için kesin olarak belirlenebilir. Diğerlerinin mezarları aşağı yukarı belirlidir. Kalanlar ise tarafsız bölgede öldürülmüş, ateşkes sırasında gömülmüş ya da Avustralyalılar tarafından üniformalarından tanınacak şekilde hâlâ orada yatmaktadırlar.”[4]
Raporun devamında da Bean, önerilerini sıralamaktadır:
Charles Edwin Woodrow Bean’in de aralarında bulunduğu Kraliyet Savaş Mezarları Komisyonu işe, öncelikle savaş esnasında Bean’in tespit etmiş olduğu alanlarda bulunan cesetlerden, Anzaklar’a ve Türkler’e ait olanları ayırmakla başladı. Koca bir alan metre2 metre2 tarandı. Sağda solda ne kadar toplu veya tek tük ceset varsa toplandı. Bunların üzerlerindeki künyeleri ya da kimlik tespitinde yararlı olabilecek bilgileri olanlar ayrıldı. Kimlikleri tespit edilemeyenler, hatta cesedin bir Türk’e mi yoksa bir İngiliz ya da Anzak’a mı ait olduğunu belirlemek için ayrı bir çalışma yapıldı. Bean bu çalışmaları, “Mezar Tescil Kayıt Birliği kimlik tespitini şu şekilde yapıyordu; Türkler’in iskeletlerini kafataslarının arkasının düz olmasından, İngiliz Uluslar Topluluğu Askerleri’nin kafataslarının arkasının ise dördül (kare) olmasından tanıyorlardı” diye anlatır.
Yine bilindik grup mezarlar ya da birer ikişerli mezar topluluklarındaki cesetler çıkarıldı, daha büyük mezarlıklarda toplandı ve bu mezarların başlarına geçici haçlar dikildi.
Daha sonra sıra kalıcı anıtların yapımına gelmişti. Bunun için de, bölgeye zamanın seçkin mimarlarından Sir John Burnet getirildi. Burnet öncelikle bölgede bir zemin araştırması yaptı ve kıyı kesimini çok kumlu ve kuru, tepelik kesimleri de toprak kaymasına meyilli buldu. Raporuna göre, Anzak’ta zemin herhangi bir boyuttaki kalıcı anıtların yapılmasına uygun değildi; yapılacak mezarlar sağlam zemine kurulup, taşlardan hendekler ve dikili ağaçlarla korunmalıydı.
Komisyon, mezarlık ve anıt yapımında Yunan, Beyaz Rus ve Ermeni işçilerden yararlanmaktaydı.
Ancak Anadolu’da başlatılan Milli Mücadele’nin, tüm yurt sathında dalga dalga yayılmaya başlaması, bu komisyonun çalışmalarına da sekte vurmaya başladı. Müttefiklerin işgaline isyanın bölgesel yansıması da, bu komisyonda çalışan Yunan, Ermeni ve Beyaz Rus işçilerin korkuya kapılmalarına ve bölgeyi terk etmelerine neden olmuştu. Bu sebeple kalan işler, İtalyan duvarcılar ve bazıları Anzaklar’a karşı savaşmış Türk işçilerden oluşan bir ekiple alelacele tamamlandı.
“1924 yılının sonbaharında yaklaşık 9.000 mezar bloğu içeren 31 mezarlık neredeyse bitmiş ve 1926’da henüz bazı isimler kazınmamış olmasına rağmen bütün anıtlar tamamlanmıştı. İnşaat firması toparlanmaya, işçiler dağılmaya başladı.”[5]
İngiliz Uluslar Topluluğu Mezar ve Anıtlarının yapımına Mondros Mütarekesi’nin hemen ertesinde başlanıldığını ve 1926 yılına gelindiğinde, Gelibolu Yarımadası üzerinde yükselen 31 adet mezarlık ve bunların içerisinde bulunan 5 adet de anıt inşa edildiğini görüyoruz.
(DEVAM EDECEK)
SADETTİN ÖZGÜR
[1]Cristopher PUGSLEY, Christoper, The New Zelanders at Gallipoli, Auckland: Hodder Mon Beckett Publishers Limited, 1995, s. 62
[2]CEMİL Hakkı, “Anafartalar’da” Tanin, Nu. 2543, 31 Kânûn-ı evvel 1331/13 Ocak 1916, s.3
[3] Charles. E. W. BEAN, “Gallipoli Mission” Canberra: Australian War Memorial, 1948, s.62-64
(* )Mısır, Malta ve Limni’ye gömmelerinin sebebi, savaşta yaralanıp, bu bölgelere tedavi için nakledilmeleri ve tedavi esnasında hayatlarını kaybedenlerin de hayatlarını kaybettikleri yerlere gömülmeleridir. Çünkü o dönemin şartlarında, hayatlarını kaybeden on binlerce kişinin ölülerinin anavatanlarına gönderilmeleri imkânsızdı.
[4] BEAN, E.W, Charles, a.g.e., s.346
[5] Philiph LONGWORTH, The Unending Vigil, Pen and Sword Books, Commonwealth War Graves Commissions, s.114