Prof. Dr. Sami Şener
Gençliğimiz, her dönemde üzerinde durduğumuz önemli konuların başında geliyor. Çünkü gençlik, gelecek demektir. Bir toplumun geleceği, gençliğini nasıl yetiştirdiğine ve onun fikir ve kültür dünyasının durumuna göre belirlenmektedir. Bu yüzden gençliğin; kültür ve tarihi misyona bağlı, toplumun değer ve beklentileri ile uyumlu bir yapıda olması önem taşımaktadır.
Gençlik üzerinde dururken, onun günübirlik eğitim ve sosyal ilişkilerinden çok; ona, toplum olarak nasıl bir görev bilgisi ve sorumluluk duygusu vermiş olduğumuzu gündeme getirmek zorundayız. Bu konuda da, önce ailelerin; daha sonra, devlet rolü olarak eğitim sisteminin ve sosyal faaliyet kurumlarının durumuna bakmak gerekiyor.
Öncelikle ülkemizde gençliğe ait önemli bir sistem veya çalışma modelinin henüz ülke çapında gerçekleşmemiş olduğunu belirtmemiz lazım. Böyle bir değerlendirmeyi, gençlik politikası gibi bir konunun kimse tarafından bilinmediğini ve bu yüzden de gençliği nasıl ve neye göre hazırladığımız konusunda bilgi ve programlara sahip olmadığımızı söyleyebiliriz. Bir ülkenin geleceği olan bir kitle’nin, ne yapacağı ve hangi bilgi ve sosyal rolleri üstlenmek gerektiğinin bilinmemesi, büyük bir ilgisizliğin ve duyarsızlığın içinde olduğumuzu ortaya çıkarmaktadır.
Bu durumda gençlik, kendi haline bırakılan ve çeşitli etki odaklarının yönlendirmesiyle hangi tutum, görüş ve yönelişler içine girdiği konusunda bilgi sahibi olmadığımız gibi korkunç bir durum içindedir. Bir diğer ifadeyle, geleceğimizle ilgilenmemek gibi bir felakete yönelmek durumuyla karşı karşıya bulunmaktayız.
Aslında, bu gibi konular; bir ülkenin ilim, fikir ve sanat adamları tarafından dert edinilmesi gereken konulardır. Çeşitli yazı, konuşma ve faaliyetlere bakıldığında da, bu alanda söylenen ve yazılan çeşitli teklif ve tespitler de bulunmaktadır. Fakat, gelin görün ki, ne mahalli ve ne de merkezi hükümetin yetkilileri, bu konuda söylenenlere ilgi göstermeyip, kendi öncelikleriyle meşgul olup, garip bir vurdumduymazlık içinde bulunmaktadırlar.
Gençliğin, yetişkinliğe varırken; aileden alacağı terbiye ve hayatla ilgili bilgilenmeler olurken; toplumdan ve kurumlardan alacağı metot ve tecrübelerin, özellik olarak birbirinden farklı olması, toplumsal sistemin aynı hedefe yönelmesi temel fikrine ters bir durum arzetmektedir.
Türkiye’de Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde, özellikle Eğitim ve Hukuk alanında yapılan değişiklikler; toplumu kendi değerlerinden, kültüründen ve tarihi birimiminden uzaklaştırarak, sosyalleşmeyi ters yöne kaydırmıştır. Bu kopuş, insanın düşünce ve değer alanında boş kalmayacağı gerçeğiyle, önüne koyulan batılı bilgi ve davranış özelliklerini benimsemeye götürerek, “düşüncesi ve hedefleri” farklı bir gençliğin yetişmesine yol açmıştır.
Türk sosyal yapısında ciddi bir parçalanma olarak ifade edebileceğimiz bu farklılaşma, önce müzik, giyim ve davranış şeklinde ortaya çıkmış; daha sonra ise, ahlak, siyaset ve ideolojik düşüncelere kadar ilerlemiştir.
Şu anda Türkiye’de Amerika’lı, Fransız, İngiliz gibi düşünen, yaşayan ve hayatını bu şekilde düzenleyen yüzbinlerce genç bulunmaktadır. Bu gençler, içinde yaşadıkları aile ve toplumun hedefleri dışında bir geleceğe doğru yönelmektedirler. Tek kelime ile, kültür açısından “teslim alınmış”lardır!..
Gençler içinde, Aile ve toplum kültürüne, çeşitli sivil toplum kuruluşları veya dini ve geleneksel kurumlar yoluyla sahiplenenler bulunmaktadır. Fakat, bu gruplar da; resmi kültürün batıcı ve yabancılaşmış politika ve işleyiş sistemleri ile, kendilerini sisteme yabancı hissettikleri için, çekingen ve cesaretsiz bir şekilde varlıklarını sürdürmektedirler. Kendilerine güvenen ve yerli kültür ve yaşayışı sürdüren şuurlu bir kesim ise, hem az sayıda ve hem de çeşitli kurumsal imkan ve desteklerden mahrum bir şekilde, toplumda kültürel bir uyanış ve diriliş ortaya koyabilme gücünden mahrum durumdadır.
Eğitim, sanat ve medya vasıtasıyla, toplumdaki gençler; ailenin muhafakazakar fakat yetersiz bilgi ve şuur eksikliği sebebiyle, uluslara arası medya ve sosyal medya ile mücadele etme gücü ve bilgisini kendilerinde bulamamaktadırlar. Batı kaynaklı eğlence, arkadaşlık ve sosyal etkinlikler içerisinde “gününü gün ederek” hiçbir gelecek tasavvuru olmadan bir yaşayış sürdürülmektedir. Özellikle, medyanın batılı jargonlarının şartlandırmasıyla, “edilgen ve taklitçi” bir hayat içinde; ya artistleri, ya da sporcuları kendilerine örnek alarak, toplumda pasif bir kopyacılıktan ileri gitmeyen bir kimlik olarak yaşamaktadırlar.
Aile de, gerek moda ve yabancılaşmanın etkisi, gerekse kendi kültürünü yaşamadaki bilgisizlik veya çevrenin kınaması sebebiyle, modern hayata uyarak, değer ve kültürlerini gerçekleştirme sorumluluğundan önemli ölçüde uzaklaşmıştır.
Konu; ilim adamları, hükümet, gönüllü teşekküller ve aile gibi çok yönlü bir çalışma ile çözülebilme imkanına sahiptir. Ortak değerlere dayalı kimlik ve kültür kavramları ve aidiyet özelliklerinin yeniden sahiplenilmesi ve gençlere benimsetilmesiyle başlatılacak bir dirilişe ihtiyaç duyulmaktadır. Aksi halde; ne din, ne milliyet, ne kültür ve ne de kimlik gibi hayati varlıklarımızın devam edemeyeceğini söylemek, aşırı bir tahmin olmayacaktır.
İnsana kültür ve değerleriyle yaptırım yapamayan toplumlar, başka toplumların güdümüne girerek, varlık ve iradelerini kaybetmek durumunda kalırlar.
Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu, kamuoyunda infial yaratan "yenidoğan çetesi" soruşturmasına ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu. A…
Ebu'l Fesile isimli sahabi şöyle anlatıyor: Hz. Peygamberin ırkçılığa karşı çıkması üzerine bir gün ona…
İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırıları, bölgedeki gerilimi artırmaya devam ediyor. Lübnan Sağlık Bakanlığı, saldırılarda hayatını kaybedenlerin…
Cenab Şahabeddin “Akıl yaşta değil baştadır amma aklı da başa getiren yaştır,” der. Doğrudur. Çünkü…
Dünyanın en büyük zeytinyağı üreticisi fiyatların yarı yarıya düşebileceğini bildirdi Geçen yıl dünyanın en büyük…
Dünyevîleşme, sekülerizm kavramının Türkçe karşılığıdır. Her ne kadar farklı tanımları yapılsa da dünyevîleşmeyi, genel hatlarıyla…