islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4780
EURO
36,4367
ALTIN
2.954,01
BIST
9.294,64
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

GENÇLİĞİMİZİN VEBALİ KİMDE?

GENÇLİĞİMİZİN VEBALİ KİMDE?
3 Ağustos 2023 12:07
A+
A-

Diyanet işleri Başkanımız Prof. Dr. Ali Erbaş, gençliğimizin durumunu değerlendirirken “Bu gençlerin vebali kimde?” diye sordu.

Sayın Ali Erbaş, sokak röportajlarından yola çıkarak “Sokak röportajlarında izliyoruz, doğru düzgün salavat getiremeyen gençler var.” Diyerek de manevi çöküşün topluma zararlarına dikkat çekti.

Sayın Erbaş’ın sözleri şöyle:

“Bu gençlerin vebali, günahı kimde? Bu kadar yıl okullarda ne öğreniyor bu gençler, din kültürü öğretmenleri ne yapıyor? Bunun vebali hepimize zarar verir.”

HABER YORUM

Zaman zaman bu tür videoları bizler de izliyor ve çok üzülüyoruz Sayın Erbaş!

Deist ve Ateist olduğunu söyleyen gençleri, Kelime-i Şahadet getiremeyen insanları, gusül abdesti almasını bilmeyen bir de üstüne bilmediğini de bilmeyen ve ukalalık yapan gençleri ve insanları gördükçe yüreğimiz yanıyor Sayın Ali Erbaş

Madem böyle bir soru sordunuz Sayın Hocam,  biz de bildiğimiz ve dilimizin döndüğü kadarıyla cevabımızı verelim.

Öncelikle bu gençlerin vebali, başımıza yönetici olarak seçtiğimiz,  jakoben laik eğitim sisteminin Kamalizm’in bekçiliğini yapan idarecilerimizde…

1949 yılında ABD ile yapılan Fulbright eğitim anlaşmasında…

Diyanet İşleri Başkanlığının açtığı Kur’an Kurslarını gericilik ve yobazlık olarak nitelemekten çekinmeyen ve de çemkiren muhalefette…

İmam hatipliği ve öğretmenliği sadece maaş alma ve geçim kapısı olarak görenlerde… Akşam yastığa başını koyduğu zaman, “ben İslam’a ve Müslümanlara nasıl hizmet edebilirim” sorusunu kendisine sorup cevabını bulmak yerine, alacağı evin mevkiini, kullanacağı arabanın modelini düşünenlerde…

Vebal, sallabaşı al maaşı zihniyetini taşıyan herkeste…

Vebal, dünyalık için evladını 25 yıl okutan ama ahiretini hiç düşünmeyen anne babalarda…

Vebal, evlatlarımızın imanını çalan ahlaksız televizyon dizilerine, bilgisayar oyunlarına vs. izin veren herkeste…

Vebal, çocuklarımızın aile ortamını, ekonomik durumunu, fiziki ve psikolojik şartlarını araştırma gereği bile duymadan, ders vermeyi dört duvar arasından ibaret sayan öğretmenlerimizde….

Vebal, İmam Hatipliği, beş vakit camiyi açıp kapamak olarak gören İmamlarımızda…

Liste uzun sayın hocam da… Bu listenin sonunda fatura, Milli Eğitim Bakanlığına ve Diyanet İşleri Başkanlığına çıkıyor…

Son olarak  şu tespiti de yapalım isterseniz…

Vebal, akıl ile vahyi birbirinden ayırmayı marifet sayan pozitivist düşünceyi destekleyen herkeste…

Vebal, ahlaksızlığı, densizliği, ukalalığı;  özgürlük, çağdaşlık ve modernizim diye bize yutturmaya çalışan herkeste….

MİRATHABER.COM

ALİ ERBAŞ     VEBAL    FULBRİGHT     MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI     DİYENET İŞLERİ BAŞKANLIĞI 

 

 

 

 

 

Yorumlar
  1. Ahmet dedi ki:

    BİR YERDEN BAŞLAMALI!

    Vebal; Müslüman olanları, dinini yaşaması ve öğrenmesi gerektiğini düşünenleri, ikinci sınıf insanı bırakın daha aşağı bir varlık olarak gören ve ülkemizin gerçek sahiplerinin kendileri olduğunu düşünenlere karşı, inançlı kesimi koruyabilmek adına yapabileceği bir şeyleri olduğu halde nereden başlayacağına kafa yormayanlarda.

    Vabal; “Hürriyet odur ki; ne nefsine, ne gayriye (başkasına) zararı dokunmasın. Yani tam ve mükemmel hürriyet, kişinin firavunlaşmaması ve başkasının hürriyeti ile alay etmemesidir” diye târif eder Bediüzzaman (Münâzarât, 35)” düsturuna göre, ileride İslam taraftarı olmayacak olsa da en azından bir başkasının düşüncesine ve yaşantısına saygı göstermesi gerektiği minimum düsturuyla aşılanamamış çocuklarımızı yetiştiren öğretmenlerden, bu düstura sahip olanların, ‘bende bu öğretiyi en büyük gayem olarak görmezsem, yetiştirdiğim çocukların ileride başka çocuklara bunları öğretmesini nasıl bekleyebilirim. Bu şekilde bu toplumu düzeltmeye başka nereden başlayabiliriz ki’ diye düşünmeyip, boşvermişliklerinde.

    Vebal; bu konuda elinden bir şey gelebilecekken ‘ben yapayım yapmasına da sadece benim yapmamla mı düzelecek’ diyenlerin, aslında kendi imtihanına düşen kısmını böylelikle es geçenlerde (zaten herkes gücünün yettiği kadarından sorgu-sual olacak).

    -Kendimize sormamız gereken soru, ‘bu toplumu nasıl düzeltiriz’ değil ‘ben ne yapabilirim olmalı’.

    -İnanç özgürlüğüne saygı duyulmuyorsa, o saygı göstermeyenleri düzeltmeye çalışmak ilk esas yapılacak şey değil. Ben bu konuda ne yapabilirim diye kafa yormak gerek. Ben gerçekten insanlara saygı gösteriyor muyum, çocuğumu bu konuda yetiştiriyor muyum, başka elimden ne gelir diye düşünmesi esastır. Çünkü, o beğenmediğimiz nesli düzeltmek için ilk önce kaynağındaki hatayı düzeltmek gerek. Örneğin: Bir makine düşünün, çıkarttığı ürünleri kırıyor. Siz de gidip kırılanları düzeltmeye çalışıyorsunuz ama arkanızdan makine hala ürünleri kırarak çıkartmaya devam ediyor. Demek ki ilk önce, dönüp makinayı tamir etmelisiniz, halledebilirseniz o zaman dönüp kırılanları yapıştırırsınız.

    Nesli düzeltmekten kasıt; herkesi Müslümanca yaşamaya zorlamak değildir. Kasıt; herkesi bir başkasının yaşamına, giyimine, düşüncesine, haklarına saygılı olmayı öğretmektedir. Ancak o zaman Müslümanlar kendi çocuklarını rahatça eğitebilir. Aksi halde, bir yerde mutlaka önünüzü onlardan biri kesecektir ve tökezleyeceksiniz. Burada Müslüman olmayanları kırmak değil amacım. Ben onların bana göstermedikleri (hakkım olan) saygıyı ben onların düşüncesine saydı duyarak göstermeliyim ki bunu ondan bekleyebileyim. Bu yüzden Müslüman olmayanların da yaşam hakkı, düşünce, inanç, giyim vs. özgürlüğü var ve bu da onların hayatı. Onlara bu hayatı bu imtihanı Allah vermiş (Müslümanlara göre).
    Onlardan bizim istediğimiz ve beklediğimiz tek şey, Müslümanlara saygı duymaları.
    Ama maalesef şu hakkımızı gasp ediyorlar; evet inanç özgürlüğü var ama yaşam haklarımız eşit ve benim yaşam hakkıma saygı duymuyorlar. Şimdi Onlar bu hakkımızı vermiyorlarsa, bir Müslüman ne düşünmeli ve nasıl davranmalı. Özetle; o yapmıyorsa sen doğru olanı yap. Önce kendi imtihanımızı başarmalıyız.

    SON SÖZ

    Bu uzun düşüncemi özetleyecek olursam:
    1- Bir yerden başlayacaksak, önce biz Müslümanlar kendimizi düzeltmeliyiz. Karşındaki kim olursa olsun önce sen saygılı olacaksın. Çünkü bu haslet önce Müslümana yakışır.
    2- Herkesi düzeltmek gibi bir imtihanımız yok. Önce kendi imtihanımızı kazanmaya odaklanacağız. Bunun içinde hem Müslümanca yaşamak var hem de İslam için ne yapabilirim düşüncesi var.