Kur’ân âyetlerini anlamaya çalışırken dikkat etmemiz gereken önemli bir konu; âyetlerin indiği dönemin konjektürel durumunu yâni âyetin indiği dönemin her türlü sosyolojik, ekonomik ve siyasal ortamını gözlemleyerek bir sonuç çıkarmaya çalışmaktır. Yoksa aradan geçen yaklaşık 1500 sene sonra âyeti bugünkü dünyânın koşullarına göre yorumlamaya kalkmak bizi her zaman sağlıklı sonuçlara ulaştırmaz. Elbette bu yaklaşım konuyu “tarihselcilik” çizgisine taşıyıp âyeti o günün koşullarına sıkıştırmak anlamında anlaşılmamalıdır. Şüphesiz bir/her âyetin iniş sebebinin dışında her zaman ve mekâna hitap eden evrensel ilkeleri vardır. Bu da zaten Kur’ân’ın insânı aciz bırakan en mükemmel yönüdür.
“İnsânlar içinde müminlere en şiddetli düşmanlık besleyenlerin Yahudiler ve Allah’a şirk koşanların olduğunu görürsün. Yine insânlar içinde müminlere sevgi, şefkat, alâka bakımından en çok yakınlık duyanların ise “Biz Hristiyanız”. Diyenler olduğunu görürsün. Çünkü onların içinde ilim ve ibâdetle meşgul dürüst din âlimleriyle, kendilerini Allah’a adamış rahipler vardır. Onlar, gerçekler karşısında büyüklenmezler.”[1]
Kaynaklar bu âyetin Habeş Necâşîsi Ashame ve çevresindeki insaf sahibi Hristiyanlar hakkında indiğini rivâyet eder. Bu rivâyetlere göre, hükümdar Mekke müşriklerinin zulüm ve baskısı karşısında Habeşistan’a göç etmek zorunda kalan Müslümanları dinlemek üzere ileri gelen din bilginlerini ve rahipleri de çağırmıştı. Necâşî “Sizin kitabınızda Hz. Meryem’den söz ediliyor mu?” diye sorunca Müslümanlar “Meryem” adıyla bir sûre bulunduğunu belirtip Kur’ân’dan bazı bölümleri okudular. Okunanlar oradaki samimi inanç sahibi Hristiyanları duygulandırdı ve onları ağlattı. Bunun yanında tefsirlerde, hükümdarın Hz. Peygamber’e gönderdiği bir heyetin ve Hz. Peygamber zamanında Medine’ye gelen başka Hristiyan grupların Kur’ân’ı dinlerken dinî bir coşku ile ağladıklarına dair rivayetler de vardır.[2]
Görüldüğü gibi âyette, Hz. Peygamber’in temas halinde olduğu inanç çevreleri, kendisine iman edenlere karşı tutumları bakımından iki gruba ayrılmakta. Bunlardan Yahudilerin ve müşriklerin Müslümanlara olumsuz baktıkları, en olumlu bakışın ise Hristiyanlara ait olduğu belirtilmektedir. Şüphesiz bu tespit, belirli inanç kesimlerini kesin bir tasnife tâbi tutup buna göre dost veya düşman ilân etme amacı taşımamaktadır. Ama ayetteki bu tespit o dönemdeki tarihsel olguya/yapıya tamamen uygun bir gerçekliktir. Çünkü Medine’deki Yahudiler Müslümanları bir kaşık suda boğabilmek için türlü entrikalara başvurmuşlardır. Mekke’deki müşrikleri kışkırtma ve onlarla iş birliği imkânları araştırma dâhil bu uğurda her yolu denemişlerdir. Mekke müşrikleri Müslümanlara açıkça savaş ilân edip husumetlerini en şiddetli biçimde ortaya koydukları ve inanç bakımından da Müslümanlara Yahudilere nispetle daha uzak oldukları halde; muhtemelen Yahudiler hem kendi imkânlarını kullanmaları hem de başka düşman potansiyellerini harekete geçirmeye çalışmaları yüzünden âyette müşriklerden de önce anılmışlardır.
O dönemdeki bu tavrın, Hristiyanların Müslümanların uzağında, Yahudilerin ve müşriklerin ise yakınında hâtta onlarla iç içe olmalarına bağlanması gerektiği, düşmanlık ve sevginin o gün de bugün de din veya dünya adına menfaat ve egemenlik çekişmesinin eseri olduğu, dinin bu konuya herhangi bir etkisinin bulunmadığı ileri sürülebilir. Hatta tarihte ve günümüzde Müslümanlar ile Yahudiler, çok tanrı inancına sahip olanlar ile Hristiyanlar arasındaki ilişkilerden bu düşünceyi destekleyen örnekler verilebilir. Bu bakış genel olarak isâbetli olsada Kur’ân’ın amacını ortaya koyma açısından doğru ve yeterli değildir.
Kur’ân burada çekişme olgusunu açıklamanın ötesinde daha yüksek, daha kapsamlı bir gerekçeye ışık tutmaktadır. Ki o da şudur: Düşmanlık ve sevginin asıl gerekçesi tarafların dinî ve dinî olmayan gelenekleriyle ahlâkî ve sosyal terbiyelerinin sonucu olarak oluşan psikolojik durumlarıdır. Bu âyette Hristiyanların sevgi beslemelerinin sebebine dikkat çekilmiş, Yahudilerin düşmanlıklarının sebebine ise değinilmemiştir. Çünkü onların davranış psikolojileri birçok sûrede açıklanmıştır. Yahudi ve müşrikleri Müslümanlara karşı düşmanca davranmaya yönelten ortak vasıflar arasında kendini beğenmişlik, haddini bilmezlik, ırkçılık, maddeperestlik, sevgi ve şefkat duygularının zayıf oluşu sayılabilir. Câhiliye Arapları Yahudilere nispetle daha ince duygulu, cömert, diğerkâm ve hürriyete düşkündüler. Âyette Yahudilerin önce anılması bu sebebin yanı sıra, peygamberleri öldürme ve başkalarının mallarını haksız yere yeme alışkanlıklarından dolayı olmalıdır. Tabii ki her toplumda iyiler ve kötüler bulunur. Burada işâret edilen hususlar inanç gruplarının toplumsal karakterleriyle ilgilidir.
Fakat Hristiyanlığa sonradan sokulan ve mensupları tarafından da anlaşılıp mâkul bir izaha kavuşturulamamış olan teslîs[3] inancının onların davranışları ve Müslümanlara bakışları üzerinde önemli bir olumsuz etkisi olmamıştır.[4] . İnsânları birbirine yaklaştıran veya uzaklaştıran asıl faktör ahlâkî davranışlar yâni terbiye, nezaket ve görgü kurallarıdır. Hristiyanların Allah inancı konusundaki yanlışlıkları ve sapık düşünceleri ise zaten Kur’ân’da değişik vesilelerle eleştirilmiştir. Burada söz konusu olan inançlar değil davranışlardır.
Bu iki kesimin Müslümanlara düşman olma sebeplerini, âyette Hristiyanlarla ilgili olarak yapılan açıklamadan anlamak mümkündür. Âyette bunlar hakkında “Yine, onlar arasında inananlara sevgi bakımından en yakın olanların da ‘Biz Hristiyanız’ diyenler olduğunu göreceksin. Çünkü bunların içinde (insaflı) keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar” buyurulmuştur. Burada önce o dönemde Araplar arasında yaygın olarak bilinen ve gözleme dayanan bir tespite yer verildiği görülmektedir. Zira Hristiyan keşiş ve rahipler Araplar arasında tevazu, hoşgörü ve diğer ahlâkî erdemleriyle, yine mâbedlerin imarı için özel çaba sarf etmeleriyle tanınan örnek birer şahsiyet olarak tanınıyorlardı. Nitekim o dönem Arap şiirinde bu hususa vurgu yapan parlak sözler bulunmaktadır. Bünyesinde bu tür insânları barındıran ve onları saygın bir konuma getiren bir toplumun ahlâkî bakımdan kendini düzeltmesi ve dolayısıyla Müslümanlara yakın davranması da tabii olacaktır.
Onların temel özelliğini belirten soyut ifade ise âyetin sonunda yer almıştır. Bu, esasen bütün vahiy kaynaklı inançların temel umdelerinden olan “İnsânın yüce Allah’ın kudreti karşısında kendi küçüklüğünün ve aczinin idrâki içinde olması, bu sebeple de bir yandan O’na mutlak biçimde itaat etmesi diğer yandan O’nun yarattıklarına karşı şefkatle muamele etmesi” ilkesinin bir başka ifadesidir. Şu hâlde âyette, alçak gönüllü olmayı ve kendine kötülük edene bile hoşgörülü davranmayı öğütleyen Hristiyanlığın bu anlayışa diğer inançlara nispetle daha yatkın olduğuna işâret edilmiş olmalıdır. “Ve onlar büyüklük taslamazlar”. Şeklinde tercüme edilen cümle, “İzan sahibidirler yâni ön yargılı davranmayıp karşı tarafı dinlerler”. Şeklinde de yorumlanmıştır.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; Yahudiler ile Hristiyanlar arasında son vahiy olan Kur’ân’a ve müminlere karşı tavırları noktasında en önemli fark Yahudilerin gösterdikleri kibirdir. İşte bu kibirdir ki; onların inançlarını kapalı bir inanç hâline getirmiş, böylece onlar kendileri dışındaki tüm hakîkatleri yok saymışlar ve sonunda Allah’ı yalnızca kendi ırklarının özel bir ilâhı yapmışlardır. Yine onlar kendilerini seçilmiş bir kavim/toplum olarak görüp diğer tüm toplumları kendilerine hizmet ettirmek için gayret göstermişlerdir. Bu hedef Yahudi düşünürlerin, filozofların, siyasetçilerin ve askerlerin değişmez amacı haline gelmiştir. Yahudilik aynı zamanda misyonerliği yâni daveti/tebliği olmayan bir inanıştır. Çünkü Yahudi olmak için İsrailoğulları’na mensup olmak gerekir. İşte onların Hz. Peygamber’e olan düşmanlıklarının da bir sebebi budur. Yoksa O’nun geleceğini kendi kitaplarında bildikleri, kutsal rivâyetlerde geleceğine ilişkin birçok delili gördükleri ve hatta bekledikleri halde O’nun kendi kavimlerinden çıkmaması “Bizden değil” diyerek kinlerinin en büyük nedeni olmuştur. Bu yüzden Kur’ân onları düşmanlıkta ilk sıraya yerleştirmiştir.
“Onlar Bu Elçi’ye indirileni anlamaya başladıkları zaman gözlerinden yaşlar boşaldığını görürsün, çünkü ondaki hakikatin bir kısmını tanırlar; [ve] ‘Ey Rabbimiz’ derler, Biz inanıyoruz: öyleyse bizi hakikate şahitlik yapanlar ile bir tut. Ve Rabbimizin bizi dürüst ve erdemliler arasına katmasını o kadar şiddetle arzuladığımız halde nasıl Allah’a ve bize indirilen hakikate inanmakta zaaf gösterebilirdik? Ve bu inançları karşılığı Allah onları, mesken edinecekleri, içinden ırmaklar akan hasbahçelerle ödüllendirecektir. Bu, iyilik yapanların ödülüdür. Hakikati inkâra ve mesajlarımızı yalanlamaya şartlanmış olanlara gelince, onlar yakıcı ateşe mahkûmdurlar.”[5]
[1] Mâide/82 “Le tecidenne eşedden nâsi adâveten lillezîne âmenûl yehûde vellezîne eşrakû. Ve le tecidenne akrabehum meveddeten lillezîne âmenûllezîne kâlû innâ nasârâ zâlike bi enne minhum kıssîsîne.
Ve ruhbânen ve ennehum lâ yestekbirûn(yestekbirûne).”
[2] Taberî, VII, 1-6; İbn Atıyye, II, 225-227; Elmalılı, III, 1796.
[3]Kur’ân Hristiyanların şirkini/teslisini “velleziyne eşrekû” formuyla anmaz. Oysaki Mekke müşriklerinin, puta tapanlarının şirkini “velleziyne eşrekû” formuyla anar. Bu form maziye yani geçmiş zamana ilişkin bir formdur ve vurgusu kast içerir. Demek ki; Kur’ân, Hristiyanların teslisi/üçlemesi, bilinçli bir kasıt içermediği için çok ince bir uslupla o forma taşımıyor.
[4] Hristiyanlar Hz. İsa’yı ilahlaştırarak şirk günahı işledikleri halde birden fazla ilâha bilinçli olarak tapmazlardı, çünkü onların akîdesi, teorik olarak, kendisini, bir görüntüler veya “kişiler” üçlüsünde –ki Hz. İsa’nın da bu üçlüden birisi olduğu kabul edilir– tezahür ettirdiği düşünülen Tek Allah inancını varsayar. Bu doktrin Kur’ân’ın öğretilerine ne kadar ters düşsede onların şirk’i bilinçli bir niyete dayanmaz. Tersine, onların Hz. İsa’yı kutsamaları da “hakkın sınırlarını ihlal etme”lerinden kaynaklanır.
[5] Mâide/83-85
NECMETTİN ŞAHİNLER
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
MİRATHABER.COM – YOUTUBE
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…
View Comments