Johann Wolfgang Von 1749 yılında Frankfurt’ta doğdu. Aristokrat bir ailenin çocuğu olduğu için özel eğitim gördü. Latince, Yunanca, İtalyanca, İngilizce, Fransızca ve İbranice’yi öğrendi. Yüksek Öğrenimini Hukuk Fakültesinde yaptı. Hukukçu olarak hayata atıldı. Edebiyat’a, âşık olduğu bir genç kıza kavuşamamanın çaresizliğiyle yazdığı “Genç Werter’in Acıları” isimli romanıyla yönelir. Arkasından diğer eserleri gelir ve bugün dünya çapında üne ulaşan bir Goethe doğar. Goethe’nin hayatı boyunca ilgi duyduğu önemli konulardan birisi İslâm kültür ve edebiyatı olmuştur. Onun “Doğu-Batı Divanı”, bu alanda en önemli eserlerinden birisidir. Goethe’nin Müslüman olduğu yolunda rivâyetle olsa da bu net değildir. Kendisi, “Doğu-Batı Divanı”nın giriş bölümünde, “Divan’ının müellifi kendisinin bir Müslüman olduğu şüphesini reddetmez”,(1) dese de, “Ben Müslüman’ım” şeklinde açık bir ikrarı olmadığı için, bu konudaki tartışmalara girmeyeceğiz. Ancak şunu söylemek istiyorum: Goethe, Hıristiyanlığa ve Hıristiyan din adamlarına ağır eleştiriler getirirken, İslâm’a karşı hem saygılı hem de hayrandır.
Şair, Hz. İsa’dan zaman zaman söz etmiş ve “Hz. İsa yeniden dünyaya gelse tekrar çarmıha gerilirdi” (2) demiştir. Buna şunu da ilave etmiştir: “Saf İsa’nın hikâyesine o kadar tokum ki, artık kendisi de dâhil hiç kimseden dinlemek istemiyorum.” (3) Onu bu kanata götüren ise kilise olmuştur. Çünkü kilise, Teslis gibi bir anlayışın takipçisidir. Goethe bunu benimsemez. Zâten yukarıdaki şiirde Hz. İsa’yla ilgili satırlar da bunu dile getirmiyor mu? Kilisenin bu dogmasına karşı da, şunları eklemeden edemez: “Kilise bir kere üstüne çıkmak istediği devletle, sonra da etrafına toplamak istediği kişiyle sonsuz bir kavga halindedir.” (4) “Kilise el attığı şeyi zayıflatır.” (5) Onun Faust’ta kilise için sıraladığı şiiri de bu meseleye çok daha net bir açıklık getirmektedir:
“Kilisenin midesi büyüktür: /Bütün memleketleri yiyip bitirdi,/ Yine de kendine gelemedi. 0 Sevgili hanımlar, yalnız kilise /Haram malı hazmedebilir.” (6)
İslâm’a bakışını ise gelin onun bazı şiirlerine buraya alarak birlikte görelim:
“Doğu da Allah’ındır!
Batı da Allah’ın!
Kuzey ve güney sahası / Sulh içindedir O’nun kudretiyle.
Gerçek aydınlanmalı artık /Muhammed’in başardığı gibi.
Yalnız bir Allah diyerek, /O, dünyayı fethetti… (7)
Dinî hayatın temel kuralı, Allah’a iman ve Peygamberlerinin getirdiklerini hayatına uygulamadır. İnsan hangi çağda gelirse gelsin, hangi millette mensup olursa olsun, bu fark etmez. Goethe şiirine İslâmî literatüre uygun olarak önce Yüce Yaratıcıyı anıyor, Ona teslimiyet zikrediliyor: “Doğu da Allah’ındır, Batı da”
Şair bu ifadeyi Kur’an’ı Kerim’den almış: “O, doğunun da, Batı’nın da Rabbidir. Ondan başka İlah yoktur. Öyleyse yalnız Onun himayesine sığın.” (8) buyurulmaktadır.
İlk insan ilk Peygamber olduğuna göre, ilk insan kendinin yol göstericisi, ilk peygamber olduğuna göre, bizler bütünüyle gelip geçmiş bütün peygamberlerin tebliğinden sorumlu olarak varlığımızı devam ettirmek durumundayız. Yukarıdaki şiir buna işaret ediyor. Goethe, kendi kültür ve medeniyet ortamının değerleri içerisinde farklı bir ses olarak ortaya çıkıyor ve inanan insanlara işaretini veriyor ve burada bilinçli bir başlangıç yapıyor. O, belki sembol olarak birkaç Peygamber’in adını sayıyor ama bu Peygamberlik silsilesinin önemli halkalarına işaret olarak alınmalıdır.
Şairin Peygamberlerden aldığı ilk isim Hz. İbrahim’dir. Hz.İbrahim, dinî literatürde önemli bir yere sahiptir. Dinî kaynaklar, Ondan, “Hanif Dininin, yani ‘temiz, doğru, ihlaslı, dalaletten doğruluğa yönelen dinin tebliğcisi” (9) olarak söz ederler. Semavi dinlere inanların hemen tamamı için böyle bir dini anlayışın başlangıcı olarak Hz. İbrahim görülür. Şair, böyle bir kolektif kabulün işaretini veriyor. Hatta oldukça derin anlamı ve hatta misyonu ona yüklüyor: “İbrahim, Yıldızların efendisi” diyerek. Burada, bütün Peygamberleri gökteki yıldızlara, Hz. İbrahim’i de o yıldızların efendiliğine çıkarıyor. Aslında bu “Hanif dini”nin tebliğciliği ile sonraki ve hatta önceki peygamberlerin misyonuyla da örtüşüyor olmalı.
Dikkat edilirse, burada Hz. İsa’ya atfedilen Tanrı’ya ortaklığa yine bir gönderme var: “Yalnız bir Allah diyerek” Hz. Muhammed’i, bu sözüyle de gerçeği ve başarıyı yakalayıp dünyayı fethetmiş olarak gösteriyor.
Böyle bir çalışmada bu şiiri daha fazla yorumlama imkânı olmadığı için bu kadarıyla yetinirken şuna işaret etmek isteriz ki, buradaki bütün semboller, terimler ve anlamlar İslâmî kaynaklıdır. Goethe, bu şiiriyle Münacat ile Naat’ı bir arada toplamış ve bir şükür sofrası olarak önümüze getirmiştir.
Onun Hz. Muhammed’e verdiği önem elbette sadece, bu şiir içerisindeki bir dörtlükten ibaret değildir. Daha sonra, bu Büyük Rehberi anlatan müstakil bir şiir yazmıştır. İşte o şiirde Hz. Muhammed’i anlatışı:
“Bakın, kaynak nasıl fışkırmakta
Kayalardan neşe ile
Nurlu yıldızlar gibi pırıl pırıl!
Bulutlar üzerinden melekler
Onun gençliğini beslerdi
Fundalıklardaki kayalar arasında.”
Peygamber efendimizin çocukluğunu düşünürseniz, bu söylenenleri anlamak daha da kolalaşır. Çocukluğunda gezerken, Arap Yarımadasının kavurucu sıcaklarında başında zaman zaman bulutların onu koruduğunu biliyoruz. Şair, romantik bir benzetme ile; “Bulutlar üzerinden melekler / Onun gençliğini beslerdi” ifadesini kullanıyor.
Kainatın güzelliği ile seçilmiş insan olmanın getirdiği farklılık ancak bu kadar etkili bir şekilde sembollerle anlatılabilirdi. Dağ eteklerinde rengarenk çakılları kovalayan bir çocuksu heyecan “Genç Önder” imtiyazıyla “Kardeş Kaynak”ları da beraberinde taşıyor. Nedir bu kardeş kaynak? Bizce bu, rahmanî izleri bilinen Yahudilik ve Hıristiyanlıktır… İslâm, bu iki semavi dinin kaybolan rahmetini geliştirerek, bundan sonraki bütün insanlığın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde geri getirdiğine göre, ifade doğrudur.
Aslında bu şiir üzerine yapılacak öylesine zengin yorumlar olabilir. Ancak bu tadı bozmamak için araya yorum cümlelerini daha fazla katmayı gerekli görmedim. İslâm Peygamberinin hayatını yakından tanıyanlar bu şiirdeki her cümlenin onun hayatının hangi safhasını anlattığını çok iyi bilir. Bilmeyenler için de burada Peygamberin hayatına bir davet yapmak daha iyi olacaktır diye umuyorum. Bakınız, Goethe, bu Muhteşem Rehber’i bir şiirle anlatmakla yetinmemiş, arkasından adeta O’nun için oratoryo zenginliğinde yeni sözler, yeni cümleler eklemiş:
MUHAMMED (s.a.)
Düşman kendi ölülerine üzülsün,
Onlar, dönüşü olmayan yere, ebedi hüsrana gittiler.
Kardeşlerimiz için endişeye lüzum yok,
Çünkü onlar, şehitlik mertebesine erdiler.
Ummadıkları güzellikleri bulduklarını,
Mi’rac’ın esnasında
Temaşa eyledim bahtiyarlıklarını
Her biri kapıdan girerken içeri.
Hikmet ağacı boğum boğum olmuş,
Elmalar altından süslere boğulmuş:
Hayat ağacı alabildiğine gölgelemekte etrafı,
Her yer yemyeşil, yemyeşil vadi çiçeklerle bezenmiş.
….
Şehâdetini ispatlayan yegane şehit
Gül gibi yaralarını görürler.
Şan-şöhret hepsi yok olup gider,
Sadece iman yarası bâki kalır.
“Ey genç! Gençten de dinç, hoş geldin!
Hepimiz ışıktan daha parlak ve şeffafız,
Artık birine kaptırınca gönlünü
Onların hepsi senin nasibin olur.
—
Pek az kimse talip oluyor
Mesut Müslüman’ın övüldüğü cennete.
Cennet, din kahramanlarının yeridir,
Orada her şey onlar için hazırlanmıştır. (10)
Şair, şiirinin sonunu; “Cennet, din kahramanlarının yeridir,/Orada her şey onlar için hazırlanmıştır.” Mısralarıyla bitirir. Burada önemli iki hususa işaret vardır. Bunlardan birisi, Cennetin din kahramanı dediği inanmış insanlara ait bir yer olduğudur. İkincisi bizce en önemlisi de, “Pek az kimse talip oluyor,/Mesut Müslüman’ın övüldüğü cennete.” İfadeleriyle dillendirdiği böyle bir nimetin sadece Müslümanlara verilmiş olmasıdır. Burada; “ Pek az kimse” dediği büyük ihtimalle İslâm’a inanmayanlardır. Çünkü, cenneti Müslümanın ahiret yurdu gördüğüne göre, bunun .başka şekilrde anlaşılması da mümkün değildir. Bu şiirin savaş sonrası için beklenen, daha doğrusu vaad edilen hayatı anlattığını dikkate alırsak, burada şehitlik mertebesinin önemi de ortaya çıkar. Şair, bunu çok etkili bir şekilde dile getirir:
Şehâdetini ispatlayan yegane şehit
Gül gibi yaralarını görürler.
Şan-şöhret hepsi yok olup gider,
Sadece iman yarası bâki kalır.
Şan ve şöhretin dünya malı bir rütbe olduğunu söylemesi, Batı mantığı için önemli bir örselemedir. Batılı, o doyumsuz ihtirasları uğruna, kan dökücülüğü şehit idealiyle bağdaştırmadan yapar. Her ne kadar Haçlı Seferleri’nde Kilise, insanları kitleler halinde felakete sürüklerken dinî terminolojiyi kullandıysa da, onun da temelinde yine, “Doğunun zenginliği’ne kavuşma” heyecanı vardı. Şair, burada Müslüman’ın savaşa ve savaş sonrasına bakışını böyle anlatır: “Sadece iman yarası bâki kalır.” Cümlesi böyle bir cennet tablosunun resmidir…
Nerdesin ey yüce Kur’an, nerdesin ey sermedi saadet? (11) diye bitirir. Şair, burada sığınma duygusuyla arayış içerisindedir. Bu şiri Türkçe söylenişiyle verirsek: “Nerdesin sürekli saadet bahşeden ey yüce Kur’an?” Böyle bir bekleyiş, başka kitaplarda aradığını bulamadığının işaretidir. Bu başka kitaplar ne olabilir? Büyük ihtimalle ‘Eski Ahid’ dediğimiz Tevrat ya da ‘Yeni Ahid’ dediğimiz İncil’dir. Konu, ilahî bir arayışın kaynaklarına taşınınca, akla gelecek başka herhangi bir kitap olamaz elbette. Şair, bu ifadesiyle kendisi için, kendi kurtuluşu için Kur’an’ı davet etmektedir. Ki, bunu diğer şiirlerinde de açıkça görürüz. Aşağıdaki şiiri de bunun değişik bir örneğidir:
“Peygamber Der ki:
Allah’ın Muhammed’e yardım
Etmeyeceğini sanan kimse,
Şimdi öfkesini gidermek için,
Evinin balkonuna sıkıca bir ip bağlasın da,
Kendi kendini assın bakalım,
Öfkelendiği şeyi giderecek mi?” (12)
Bu şair, “Ben Müslüman’ım” dese ne olur, demese ne olur? Biz, onun Müslümanlığının İslâm’a bir artı getireceği düşüncesinde değiliz elbette. Böyle bir şey, sadece kedisine manevi bir kazanç sağlar. O bu şansı, ister mi teper mi bunu bilemiyoruz? Böylesine içten, samimi, lirik ve hatta didaktik bir yığın özellikleri toplayan şiirleriyle Goethe, kendisini bir sır dünyasının içinde Rabbine teslim ederken umarız ki, dünyada ulaştığı gönül ve duygu zenginliğini ahirette iman zenginliğiyle bütünleştirsin. Yukarıdaki şiirine ad olan “İlk Lezzet” onun ahirette son lezzeti olsun…
______________________
1- Doğu-Batı Divanı, Johann Wolfgang Von Goethe, s..25.Okumuş Adam Yayınları, İstanbul-2005
2-Eckerman, 12.3.1828, bk s155
3-Charlotte von Stein’a 6.4.1782, bk. 155
4-Dichtung und Wahrheit III,11 bk. 158.
5-Max, und Refl, 821. bk. 158.
6-Faust I, Spaziergang bk. 158.
7-Doğu-Batı Divanı, Johann Wolfgang Von Goethe, s.25.Okumuş Adam Yayınları, İstanbul-2005
8-Müzemmil Sûresi, Âyet;9.
9- İslâmî Kavramlar s.288. Sema Yazar Vakfı Yayanı, Ankara-1997
10- Goethe ve İslâmiyet, Dr. Bayram Yılmaz, s.59. Timaş Yayınları, İstanbul-1997
11-Doğu-Batı Divanı, s.286.
12-age.s.133.