ÇÖZÜM NEDİR?
Çoğunlukla tek ve iki katlı olmak üzere ve bir fazlasında asansör zorunluluğunun başladığı yani en fazla dört katlı bir yerleşke, elbette insani ve sosyal gereksinimlere çok daha kolaylıkla hizmet verebilecektir..
Türkiye’de kat ortalaması konutlarda altı katı aşmıyor.. Geçiş döneminde, hemen vazgeçilemeyecek kentsel yoğunluklar ve TOKİ benzeri yaygın uygulamaların kötü alışkanlıkları dengeye kavuşana kadar, en çok sekiz katlı ama olabildiğince doğayı kendi kotuna taşıyabilmiş örneklerin ara çözüm olduğunu düşünüyorum.
Elbette tüm yapıların ama özellikle sekiz katlı olanların, ne birbirlerine ne de diğer yapılara gölge düşürmeyecek şekilde konuşlanmaları şart.. Halihazırdaki yüksek blok yerleşkelerinin nerede ise tümünde en çok ihmal edilen iklimsel faktör de maalesef gölge hesabıdır..
Yön duygusuna sahip bir kentsel planlama ile yola çıkması gereken yatay ağırlıklı yerleşim; elbette kendisini güney-kuzey ilişkisine odaklamalı, doğu ve batı yönünün avantajlarını kullanmasını bilmelidir. Birbirine zıt iklimsel özelliklere sahip, örneğin; kuzey ve güney dairesi saçmalığına son verilmelidir. Bu yeni planlama, yani az katlı yatay gelişim; kimliksiz kulenizin cephe fotoğrafında kırmızı bir dairenin içine almadan tarif edemediğiniz evinizi, tanımlanabilir ölçeğe ve özdeşleşebileceğiniz insani bir yaşam ortamına taşır.
Hiç dert etmeyin, son zamanların moda paranoyası “güvenlik!”yeni yerleşkenizde de kolaylıkla sağlanır.. Allah korusun bir panik halinde, 30 katlı bir yapıdaki bini aşkın insanın mı, yoksa bahçeli ve az katlı düzende yaşayan aynı sayıda insanın mı hayatta kalma şansı vardır sizce?.. Bu soruyu kendinize sormalısınız.. Üstelik çocuklarınız da büyükleriniz de, tırmanmak zorunda kalmadıkları yatay yaşamdan çok daha mutlu olurlar, çok daha sağlıklı ve huzurlu bir ömür sürerler… Bu geçiş döneminde, şimdilik sekiz kata kadar kendimizi mecbur hissetsek bile, yine de sabun kalıbı gibi kütleler yerine, yatayda da komşuluk ilişkilerine, farklı kotlarda yeşil alanlara ve ortak mekanlara olanak veren bir doku tercih edilmelidir..
Birçok olumsuz örnekte, “müellifi kimdir?” merakımızın karşısına üzücüdür ki bildik isimler çıktı.. Bir arsaya, mimarlıkta tecrübenin ve tanınmışlığın karşılığı olarak; sadece trafo binası yerleştirir gibi, ve havuza bakmaktan başka endişesi olmayan blokları “en çok sayıda”yerleştirmek marifetini sergilemek utanç vericidir.
EZCÜMLE..
Şimdi özellikle, meslekten ve inşaat sektöründen birileri bana çok kızacak. Çünkü temel alışkanlıklarına, doğru bildiklerine ve hatta ticari kazançlarına aykırı şeyleri su yüzüne çıkardık, gündeme taşıdık. Vallahi umurumda değil.. İnsanımızın sağlıklı ve güvenli yaşama bir an önce kavuşmasından başka beklentim yok. Hani bir söz vardır “benden söylemesi!”..
Yani birisinin, olanları ve olacakları dile getirmesi gerekiyordu.. Aslında doğruları bir çok kimse biliyordu. Sadece, anlatmaya öncelikle soyunacaklardan biri olmak istedim. Elbette kimsenin hayatına ve tercihlerine karışmak mümkün değil.. Genel bir farkındalık yaratılana kadar, böyle gelen bir süre daha böyle gidecektir.. Meslek dergiler ve bazı gazeteler, reklam endişesi ile basmaktan kaçınacaktır yazıyı. Fakat, elbette bir cesur yürek bulunacaktır bu bilgileri size ulaştıracak..“Enerji ve ekoloji”ayrılmaz bir bütündür. Sadece bu konuları içeren yüzlerce makalemi, boş vakitleriniz için bilgilerinize sunmaya hazırım.. Bir mesaj atmanız yeterli..
Bu kavramlarının sözlük anlamını bildiği şüpheli, ya da kentsel planlama, mimari proje ve yapım sürecinde anlamsız ve gereksiz faktörler sanarak akla bile getirmeyen, ülkesine ve insanlığa karşı nasıl bir ihanet içinde olduğunun farkında olmayan meslektaşlarım da inşaat sektörünün kodamanları da artık düşünmelidirler. Hiçbir eksikleri yok!. Araçsa araç, paraysa para, insansa insan, arsa ise arsa.. İstediklerinde dünya pazarında liderliğe oynayabiliyorlar. Hiçbir bahaneleri yok.. Bence büyük ölçüde“yanlış ürün!” sonucu kendi yarattıkları konut krizinden şikayete de hiç hakları yok.. Artık, mahmurluğu atmalıdırlar üzerlerinden..
Önce; “başka Türkiye yok!”diyeceğim ama daha da ileri gideceğim; “başka bir dünya yok!”… Maksadım yürekleri karartmak hiç değil. Sadece, yapılan yanlışlara dikkati çekmek.. “Hizmet”dediğimiz şeyin dört duvar ve bir anahtar tesliminden ibaret olmadığını vurgulamaktır..
Müşterilerini bir şeyden anlamaz, salonun parkesi ile mutfağın fayansından başka şeyleri sorgulamaz sanan yapımcı firmalara bir çift sözüm var: Şuna eminim ki; ekolojik öncelikli, atıklarını kendi bünyesinde çözebilen alçak katlı yeni yerleşim alanlarında, yapıların kendi enerjisini üretebildiğini, yani ısıtma, soğutma, aydınlatma ve havalandırmaya para ödenmeyeceğini, suyun en az %50 tasarrufla kullanabileceğini dile getirebilseler, uyanan ilgi ve talebe şaşacaklardır.
Örneğin; bu içerikte sekiz katlı bir binanın bile dört ayda bitirilebileceğini, yapılar betonarme kolon kiriş sistemi ile inşa edilse bile, tünel kalıptan vazgeçilmesi sonucu, tüm duvarların ahşap olabileceği, böylece klasik duvarlara göre onda dokuz hafiflik sağlanacağı ve bunun sonucu olarak deprem risklerinin azaltılacağını, 5 cm mantolama yapılan 20 cm’lik bir duvara göre yarı kalınlıkta bir ahşap duvarın %50 fazla ısıl geçirgenlik direncine sahip olduğunu, sadece kalınlık farkından kazanılan alanın ise aynı metrekarede; ilave bir çocuk odası edeceğini söylediklerinde çok şey değişecektir..
Elbette önce bunlara kendileri inanmalı, nasıl yapılacağını öğrenmeli ve sonra taahhütte bulunmalıdırlar. İşte o zaman bir mucize gerçekleşecektir. Kimse ev satamazken, kendi kapılarında kuyruklar oluştuğunu göreceklerdir.
Ayrıca, başlığımızı ilham aldığım ve gerçekten tıbbi adı “gökdelen sendromu” olan; kapalı yerde kalma korkusu, nefes darlığı, migren, tansiyon yükselmesi, psikolojik bozukluklar, yalnızlık korkusu gibi belirtilerle başlayarak intihar eğilimine kadar gidebilen süreci tetikleyen, hayatı çekilmez hale getiren yepyeni bir hastalığın da nedenidir baştan beri sözünü ettiğimiz göğü delme iddiasındaki yapılar.. Yani bizdeki yanlış inşa sisteminin taşıdığı risklerin yanında, çok katlı olmanın bizzat kendisi de sağlığımızı tehdit etmektedir..
“30 kat da yetmez, yüksel ki yerin bu yer değildir!” diye düşünenlerin “41 kere maşallah”ı hak edeceklerini sanarak betonarmenin bilimsel sınırlarına doğru seyahate kalkışanların dikkatine!.. Biri bana söylesin.. Öyle ise nedir bu merakımız, her gün gazetelerde televizyonlarda boy gösteren, günahını örtmek için adını “residance”uydurması ile değiştirdiğimiz “kule tipi yaşam”özlemimiz?..
Yoksa böyle bir talebimiz yok da birileri bizi ikna etmeye mi çalışıyor; en kolay, en ucuz, en kısa zamanda bitiverdiği iddia edilen, tabii böylece kendilerince en kârlı olan inşaat sistemine?.. Pek çabuk biterse, ki akıllı bir yatay yapılanma ile karşılaştırıldığında o da şüphelidir, yatırılan para da pek çabuk geri alınır onlara göre.. Halbuki biz orada acısı ve tatlısı ile bir ömür geçirecektik.. Düşünmeye değmez mi?..
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi