Çok televizyon seyreden bir insan değilim. Ancak zaman zaman çok nadir de olsa çayımı içerken, kumandayı elime alıp kanallar arasında küçük bir yolculuk yaptığımı da itiraf etmek istiyorum.
Okuyucunun ilgisini çekmek için “Her şey bir Cumartesi akşamı başladı…” cümlesiyle giriş yaparak ve böylece işi biraz da dramatize ederek bir yazar kurnazlığı yapmayacağım. Ama TRT 1’de Cumartesi akşamları yayınlanan “Gönül Dağı” dizisinin ilgimi çektiğini ve vakit bulduğumda yarım yamalakta olsa seyrettiğimi ifade etmek istiyorum.
“Gönül dağı” dizisinde, insanın yüreğine hitap eden bir şeyler var. Neşat Ertaş’ın türkülerini dinleme imkânını buluyorsunuz. Hani şu bizim kültürümüzde önemli ve etkin bir yeri olan, zaman zaman sizi neşelendiren zaman zaman da yüreğinizi dağlayan türkülerimiz… Günümüzde unutulmuş veya unutturulmuş, gençlerimiz tarafından pekte bilinmeyen türkülerimiz. Bağlamanın bamteline vuruldukça, yüreğinizin kıpır kıpır olduğu türkülerimiz…
Neşet Ertaş’ın “Gönül Dağı” türküsünde “Kalpten kalbe yol vardır görülmez” dediği gibi bu dizide, kalpten kalbe yol açan görüntüler ve mesajların varlığı, belki de beni bu diziye bağlayan ana unsur. Dizide ki Ciritçi Abdullah’ın mesajlarını verirken “Sor kendine delikanlı, sor” cümlesinden hareketle, gençlerimize de tavsiye edebileceğimiz mükemmel bir dizi.
Dizide ki üç kuzen ’in yaptığı icatlar, insanın ister ve azmederse her şeyi başarabileceği mesajı vermekle birlikte, asıl tasavvufi içerikli mesajları Ciritçi Abdullah veriyor. Bakar mısınız Ciritçi Abdullah’ın aşk tanımlamasına?
“Âşık insanlar, mum alevinin karşısında ki üç kelebek gibidir. İlk kelebek mum alevinin karşısına geçmiş, bir müddet seyretmiş ve:
–Ben aşkı gördüm ve ne olduğunu biliyorum, demiş.
İkinci kelebek kanatlarıyla ateşe azıcık dokunmuş sonra demiş ki:
–Ben aşk ateşini tattım nasıl yaktığını biliyorum.
Tamamen cinsel dürtüleri ile hareket eden ve karşı cinse duyduğu cinsel arzuyu aşk zanneden gençlerimize, aşkın tarifini yapan güzel bir hikâye… Diğer taraftan da ilahi aşka kapı aralayabilecek ve adım atmanıza vesile olabilecek güzellikte. Tatbikî de bu sahneleri izlerken nereden ve nasıl baktığınıza bağlı.
Bu dizide ki asıl beni cezbeden ve gözyaşlarımı tutamadığım sahne kalbur ile evine güneş toplayan meczubun sahnesi. Genç mühendis Serdar’ın Ciritçi Abdullah ile çıktığı yolculukta, elinde kalbur ile evine güneş toplayan divane bir adam sahnesi.
Bu divane adamı gören genç mühendis ilk etapta bu olaya bir anlam veremediği için şaşırıyor ve “Ne yapıyor bu adam, kalbur ile güneşin toplanamayacağını ona kimse söylemedi mi?” diye soruyor. Bu soru karşısında ciritçi Abdullah’tan, günümüz insanlarına da ders niteliğinde ki muhteşem cevabı geliyor:
“Sana bana söylediler de ne oldu? Biz de her gün evimize dünyayı sokmaya çalışmıyor muyuz? Sor kendine delikanlı! Olmayacağını bile bile her gün her saat doymak bilmeden, yorulmadan, pes etmeden, evine dünyayı toplamıyon mu? Evini, sana bile yer kalmayacak şekilde tüm isteklerinle doldurmuyon mu? Sor kendine delikanlı sor! Dünyada böyle ne yaparsan yap, evine kalburla güneş taşıyan deliden farklı değilsin. Senin bütün çaban, kalburla güneş taşımak gibi”
Genç Mühendis Serdar ile Ciritçi Abdullah’ın yolcuğunda ki son sahneyi hatırlamaz ve hatırlatmaz isek, verilen mesajların ana fikrini tam yansıtmış olamayız.
Ciritçi Abdullah:
–Yolculuğun son noktasına geldik mühendis bey!
Genç Mühendis:
–Bu kimin mezarı?
Ciritçi Abdullah:
***
İşte bu sahneler beni etkilediği için seyrediyorum bu diziyi. “Son durak, kara toprak” der ya atalarımız. İnsanlar, kara toprağın bağrına sevdiklerini teslim ediyorlar da bir gün kendilerinin de o kara toprağa gireceğini pekte düşünmüyorlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi, kalburla evine güneş taşıyan meczup gibi, kazandığı malın mülkün kendine faydası olacağını zannederek yaşıyorlar. Şu ayeti kerime gümüz Müslüman’ının yaşadığı hayatı ne güzel özetliyor.
“Kadınlara, oğullara, yüklerle altın ve gümüş yığınlarına, iyi cins salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere olan düşkünlük isteği insanlara câzip gösterildi. Bunlar, dünya hayatının geçici birer metâından ibarettir. Asıl varılacak güzel yer, Allah yanındadır.” (A’li İmran 3/14)
Acziyet içinde olduğunu bilemeyen insanoğlu, bu dünya hayatının bir acziyet yolculuğu olduğunun farkına bile varamıyor. “Ervah-ı Ezelden gelip Dar-ül Beka’ya” yaptığımız yolculuk, acziyet yolculuğudur. “Acziyet yolculuğunda yorgunluk, bu yolculuğun azığıdır”
***
Bu dizi insanı zaman zaman güldürürken aynı zamanda da içinde ki mesajlar vasıtasıyla düşündürüyor. Aynı Nasrettin Hoca fıkralarında olduğu gibi… Bu dizinin, Nasrettin Hoca’nın bir dönem yaşadığı varsayılan Sivrihisar’da çekilmesi de ayrı bir anlam ifade ediyor. Yani sizin anlayacağınız dizide anlatılan Bozkırın hikâyesi, görüntüleriyle, verdiği mesajlarla, ses ve müzikleriyle, cuk diye yerine oturmuş diye düşünüyorum.
Yazımızı Ciritçi Abdullah’ın bir sözü ile bitirelim.
“Dışarda ki karanlıktan korkma delikanlı, içinde ki karanlıktan kork!”
Selam saygı ve muhabbetlerimle…
MİRATHABER.COM- YOUTUBE
Güzel bir yazı olmuş