Ali Rıza Demircan Hocamızın, “Güzel Kul Olma Mücadelem: Hatıralar” otobiyografik kitabını bir solukta okurken, Cumhuriyet rejiminde yetiştiği halde sadece sistemin ideolojisine aykırı atipik bir ilahiyatçı portre ile karşılaşmadım, aynı zamanda ilmî birikimi ile elde ettiği gücü, kulluk şuuruyla hayra kullanma gayreti gösteren örnek bir şahsiyetle de müşerref oldum. Hocamız, tıpkı el-Müminûn Sûresi’nin 4. âyetini “onlar zekâtlarını da verirler” mealini “onlar zekât verici güce ulaşmak için durmadan çalışanlardır” şeklinde mana verdiği gibi, kendisi de hayatı boyunca hep güzel kul olma hedefine ulaşmak için, durmadan bütün var gücüyle çalışmış ve halen de çalışmaktadır.
İlim Sahibi Olmanın Vebali ve Hayra Vesile Olması
İlim, bir güç unsuru olması hasebiyle bu ilim, aslında sahibi için risk taşıyan manevî bir sınavdır. Her gücü kendi makul sınırları içinde tutabilecek düzenleyici bir üst güce gerek duyulur. Bir İslâm âlimi için ilmî gücün kötüye kullanılmasını önleyen manevî üst güç ise, Allah korkusudur. Bunun somut parametreleri ise, temiz kalbe ve salih amele dayanan kulluk şuurudur. Hocamız, ilmin sosyal ve ahlâkî âfetlerinden kendini koruyabilmiş ise, bu kendisini Kur’ân ve Sünnetin bir kölesi olarak görmesi ile mümkün olmuştur.
Hz. Mevlana’nın ifadesi ile “ilim, gönül âlemine yansırsa, insanlığın iyiliğine kullanılırsa yardım olur. Amma tene, maddeye yansırsa bu bir yük, bir ağırlık, bir felaket olur.” Hocamız, üstün ilmini şahsî kariyer için değil, milletin manevî dirilişine vesile olsun diye kullanmıştır. Kalemi güçlü, fikirleri çağımız açısından orijinal, hitabeti etkili olması da işte bu samimî ihlasına dayanmaktadır.
Süleymaniye Camiinde Hatiplik Vazifesi, Sadık Rüya Tescilli Bir Tevafuk Eseridir
Hocamız, çok az ilahiyatçıya nasip olacak bir şekilde genç sayılabilecek bir yaşta Süleymaniye Camiinde İmam-ı Hatiplik gibi önemli makama birden yükselebilmiştir. Ama zannedilmesin ki, bu başarı, sadece kendi gayretinin bir eseridir. Arzu edilen bir makama gelebilme muvaffakiyeti, tevafuk ile yakından ilgilidir. Bendeniz hocamızın bu ulvî makama erişmesini, kader ve tevafukun gizemli boyutuyla bir tahdis-i nimet olarak görmek gerektiğine inananlardanım. Kendisine bu üstün sorumluluk isteyen görev, layıkıyla yerine getirebileceği manevî âlemde bilindiği için, medar-ı imtiyaz ve vesile-i teşvik olarak verilmiştir diye düşünüyorum.
Tevafukta bir inayet-i hâssa ve iltifat-ı Rahmânî’nin kendi şahsında tezahür etmiş olduğunun açık bir göstergesi, 1969 yılının son aylarında henüz tayin olmadan bir ay öncesinden Ahmet Ziyauddin Efendi hazretlerinin (1813-1893) elini öpmüş ve kendisinden hediye olarak bir kitap almış olmasıdır. Şimdi bu tespitim, bazılarına garip ve anakronistik gelebilir. Ne de olsa çoktan vefat etmiş olan ünlü İslâm âlimi Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî’nin mezarı, Süleymaniye Camii hazîresinde bulunmaktadır.
“Bu ancak bir rüya olabilir” diyebilirsiniz. Haklısınız. Hocamız, bir rüya görmüştür. Ancak bizler dünya hayatını geçici bir rüya hâli olarak görürsek, dünyada gördüğümüz bazı sadık rüyalar da dünya kadar ve hatta istikbale dair manevî işaretler vermesi açısından dünyadan da daha gerçektir. Bu anlamlı rüyayı görme lütfuna nail olmuş olan hocamız da hatipliğin kendisine müyesser olacağına müracaat sürecinde inanmış ve bu minval üzere aynen bu şekilde tecelli olmuştur.
Şuurlu bir Müslüman, buradan ne kadar cüz’î de olsa, ferasetiyle ilahî iradenin bir cilvesini görebilmelidir. Tesadüf, hakikî olarak olmadığı gibi tevafuk, yani Allah’ın takdiri ile tecelliyat hakikatin ta kendisidir. Dikkat ve rikkatle bakılırsa herkes kendi özel dünyasında böyle enteresan örnekler görebilir.
Tanışmamız Da Tesadüfî Değildi
Hocamızla tanışmamız da tevafukun kerameti hükmünde bir emare idi. Hocamızın kurduğu ARDEV Vakfında işe başlayan bir öğrencimi tebrik maksadıyla ziyaretine gitmişken, bu vesile ile bir de kendisiyle tanışma arzusu doğdu içimde. O günlerde hayatımın en sıkıntılı günlerini yaşamaktaydım. Çünkü OHAL döneminin oluşturduğu şartların acı bir sonucu olarak üniversitemden bir iftira yüzünden ihraç edilmiştim. Bu halet-i ruhiyle zaten tedirgin olmam yetmiyormuş gibi hocamız daha birkaç dakika geçmedi ki bendenize Mirat Haber sitesinde yazma teklifinde bulundu.
Herkesin dışladığı ve bendenizle münasebeti kestiği bir dönemde emekli dahî olamamış işsiz bir akademisyene böyle cazip bir teklifin gelmesi, dikkat çekiciydi. Ama hocamız bendenizin bir terör örgütü ile iltisaklı olduğum iddiasıyla yargılandığımı bilmemiş olduğunu tahmin ederek, durumumu açıklama ihtiyacı duydum ve haliyle teklifini geri çekeceğini düşündüm. Birkaç saniye düşündükten sonra kendisinin de zamanında haksız yere ağırlıklı olarak Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yedi kez yargılandığını söyleyerek, daha henüz beraat almadığım halde böyle kritik bir süreçte teklifini geri çekmedi. Şuurumuz ve ihtiyarımızın dışında hocamızın vesilesi ile yazı yazma fırsatı bulmamız, tevafukun bir tecellisi olarak C. Hakkın inayetine mazhar olmak değil de nedir?
Hocamıza Yapılan Nahoş Eleştiriler Yersizdir
Peki, bir bakışta ferasetiyle bendenizin mazlum olduğunu görebilen, bize samimiyetle maddî ve manevî yönüyle sahip çıkan hocamız hakkında yapılan nahoş eleştiriler hakkında şimdi ne demeli? Eleştirilerinden başında kendisinin AK Partili veya bu partiye yakın olduğu iddiasıdır. Hocamızın herhangi bir partiye körü körüne radikal bir bağı olmuş olsaydı bendenizi kendi haber sitesinde 37 aydan beri yazma fırsatı verir miydi? Üstelik biz de vicdanımızın sesine kulak vererek, zaman zaman hükümetin yanlış icraatlarını üslubuna uygun olarak eleştirdiğimiz halde.
Nitekim bir keresinde İçişleri Bakanı Soylu’nun beraat kararı almış kişilerin buna rağmen göreve iade edilmemesi konusunda “Her Şeye Anayasa Mahkemesinin Gözüyle Bakıyor Değilim” demesi üzerine hakikaten derin üzüntümü ifade etmek ve bakanın ahiretini de düşünerek, uyarmak maksadıyla “Hukuka Kafa Tutan Siyasî Güç Firavunlaşır” başlığını attığım bir haber-yorum yazımızın yayınlanıp yayınlanmaması redaksiyonda tartışma konusu olmuş.
Kendisine danışıldıktan sonra hocamızın verdiği cevap, kendisinin şu veya bu partiye yakın olmaktan ziyade Hak’tan yana olduğunun açık bir göstergesidir. Peki, ne demiş hocamız: “Ali Hocamız, mazlumdur, bırakınız istediği gibi yazsın. Allah, mazlumlara bu hakkı veriyor.” Hocamız bunu derken, tabiî ki delilini aşağıdaki âyete dayandırmaktadır:
“Allah kötü sözün açığa vurulmasını sevmez; ancak haksızlığa uğrayan başka. Allah (mazlumun ahını duymakta ve) her şeyi işitmekte ve bilmektedir.” (el Nisan: 148).
Nitekim hocamız da Nisa sûresinin 148. âyeti ile mazlumlara verilen hakkını kullanarak, kendisi de zamanında kendisine yapılan zulümleri yeni çıkan kitabında eleştirmiştir. Bu bağlamdaki görüşleri de hem çok insanîdir: “Zulüm, iman zaafına işaret ediyorsa da, onları tekfir edemeyeceğime göre, onlar benim mümin kardeşlerimdir. Gerçek bir tövbenin gerektirdiği helalliği isteyebilselerdi bağışlardım.” (s. 558).
Görüldüğü üzere hocamızın bendenizi mazlum kategorisinde değerlendirerek, eleştirme özgürlüğümüzü sınırlandırmamış olması boşuna değildir. Ahiretim için de inşallah geçerli olacak bu fetvası ile kalben o kadar müsterih oldum ki anlatamam. Dünyada zalim olmaktansa mazlum olmayı yeğlerim.
Kısacası Ali Rıza hocamız, makul seviyede kaleme alınan eleştirel yazılarımıza müdahale etmediği gibi yeri geldiğinde kendisi de özellikle faiz sisteminden vazgeçmek için çareler aramayan AK Parti’yi eleştirmektedir. Hocamızın hiçbir kişi veya kurumdan bir beklenti içinde olmadığını bizzat şahit oldum. Hocamız, âlim olmanın getirdiği sorumluluk ile hata yapan Müslüman idarecilere samimiyetle ikazda bulunmayı manevî bir vazife olarak görmektedir. Samimî ve yerinde yapılan uyarıları, “Beştepe tarafından ciddiye alınmayacaksa bu onların eksikliği olur” (s. 525) ama hocamızın değil.
Ali Rıza Demircan Hocamızın 639 sayfalık biyografik eseri ve bu bağlamda şahsiyeti ile ilgili daha birçok hakikat ortaya konabilir. Ama daha fazlasını şimdilik yazmak yerine okuyucularıma tavsiyem, bizzat kendileri de bu kitabı okuyup, sadece güzel kul olma mücadelesi verdiğine inandığım Ali Rıza Demircan Hocamız ile daha yakından tanışmaları olacaktır.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…