Fıkıh usulü âlimleri, “Hz. Peygamber’in Sünneti” konusu içinde, Rasülullah’ın teşrîde/hukuk normu koymada bir rolü olmayan cibilli/beşerî fiillerini de ele almışlardır. Bu yolu, teşrîde ve irşadda rolü olmasa bile, Rasülullah’ın günlük hayatıyla ilgili hiçbir hali ve neticeyi ihmal etmemeleri dolayısıyla izlemişlerdir.
Hacamat” Üzerinden Yanlış Değerlendirmeler
Geçtiğimiz gün, Yeni Şafak gazetesinde şöyle bir haber geçti. Sadece yazılı değil videosu da vardı: “Mustafa İslamoğlu, İstanbul Akabe Vakfı’nda 4 Ağustos Cuma günü’tehlikenin farkında mısınız?’ başlıklı verdiği hutbede skandal ifadeler kullandı. Peygamber Efendimizin’hacamat yaptırma’ sünnetini hedef alan İslamoğlu, bu sünnete uyanlara’ananızı da öldürün o zaman’ tavsiyesinde bulundu. İslamoğlu’nun açıklaması şöyle: “Resulullah hacamat yaptırmış olabilir. O yaptırdı diye hacamat olan arkadaş… O yetim idi, ananı öldürsene. Niye bu sünneti işlemiyorsun. Yetim olmak sünnet. Ananı kaybet, babanı kaybet, komik oluyor.”
Bazen bir kısım hocalar, meydanı boş zannederek ve lafın nereye gideceğini düşünmeden, âlemi gabi, kendini de çok akıllı yerine koyarak, mantık kurallarını iyice alt üst edebilmektedirler. Adeta milletin zekâsıyla alay ediyor gibiler.
Yukarıdaki ifadede yapılan kıyas, Fıkıh Usulü ilminde “Kıyas maal fârık” diye isimlendirilir. “Aralarında hiç bir ortak sebep olmayan iki şeyi birbirine kıyaslamak” anlamına gelir. Hâlbuki kişinin yetim kalması kendi eylemi değildir. Rasulullah, anne ve babasını kendisi öldürerek mi öksüz ve yetim kaldı ki “Haydi öldür ananı-babanı da öksüz ve yetim ol. Peygamber yetimdi. Yetimlik de sünnettir” denilerek insan zekâsı ile alay edilmiş?
Diyeceği şu idi “Rasûlullah’ın tıp ile ilgili söyledikleri vahiy değil, o günün şartlarında başvurulan ve olumlu sonuçlar alınan tecrübeye dayalı uygulamalar idi. Bu gün tıbbın geldiği seviyede hacamattan daha iyi tekniklerle sağlıklı sonuçlar alınmaktadır. Dolayısıyla Efendimizin tıp, ziraat ve benzeri konulardaki telkin ve uygulamaları tecrübî olup tarihseldir ve bağlayıcı değildir. Hacamat yaptırmak da bu açıdan sünnet değildir, mubahtır. Dileyen yaptırır, dileyen tıbbın daha iyi tekniklerini kullanır.”
Eğer maksat bağcı dövmek değil de üzüm yemekse denilmesi gereken bu idi. Yok eğer “Hacamat” üzerinden hareketle sünneti itibarsızlaştırmaksa bu tür kıyaslamalar, sahibini küçük düşürür ve komikleştirir.
Hacamat Üzerinde Sünnet’e Saldırılıyor Dedikodusu
Bir grup da koro halinde “Hacamat üzerinden Rasulullah’ın sünnetine saldırılıyor” diye avazı çıktığınca bağırıyor. İlim sahibi olmadan fikir sahibi olunmamalıdır. “Rasulullah’ın hangi söz, davranış ve uygulamaları dinen bizi bağlar” konusunda basit bir Fıkıh Usulü kitabının “Sünnet ve Bağlayıcılığı” veya “Rasulullah’ın Tasarrufları” başlığı altında incelenen bilgilerden habersiz olarak, pervasızca hadis müdafaası yapılmamalıdır.
Rasûlullah’ın Tasarrufları
Bu bağlamda Rasûlullah’ın tasarruflarını ele alacak olursak:
Rasûlullah (s.a.v), söz ve fiilleri yönüyle kaynak olma bakımından bir takım sıfatlarla sıfatlanmıştır. O;
a) Bir yönüyle peygamber,
b) Diğer yönüyle devlet başkanı, imam/veliyyü’l emr,
c) Öbür yönüyle de kadı/hâkim ve en bilgili müftidir.
Rasûlüllah (s.a.v) icraatlarını/tasarruflarını bu kimliklerinden biriyle yapmıştır. O; imamların, kadıların ve bilginlerin en üstünüdür. Her dinî makamın en üst mertebesinde O vardır. Ancak onun çoğu tasarrufu, tebliğ yoluyla yani peygamberlik kimliği ile olmuştur. Çünkü peygamberlik niteliği, en çok ağırlığı olan niteliktir. Sonra diğer tasarruflar gelir.
Bu tasarrufların büyük bir kısmının tebliğ ve fetva, bir kısmının kaza/hâkimlik, diğer bir kısmının da imâmet/devlet başkanlığı niteliği ile yapıldığında ittifak edilmiştir. Bazı tasarruflar iki veya daha fazla nitelikle ilgili olduğundan onlar hakkında ihtilaf vardır. Bazı âlimler bir niteliği ön plana alırken, ötekiler başka bir niteliği üstün tutmuşlardır. Hz. Peygamber’in (s.a.v) bu niteliklerle ilgili tasarruflarının dindeki sonuçları da farklıdır. Tebliğ yoluyla söylediği veya yaptığı, kıyamete kadar herkes için genel bir hüküm olur. Bu tasarruf, emredilen bir şeyse, herkes bizzat onu uygulamaya yönelir. Yasaklanan bir şeyse, herkes ondan bizzat kaçınır.
İmâmet/devlet başkanı niteliği ile yaptığını, herhangi bir kimsenin ancak İslam devlet başkanının izniyle yapması caizdir. Çünkü tebliğ değil, imâmet niteliği ile yaptığı tasarrufu bunu gerektirir.
Kadâ niteliği ile hâkim olarak yaptığını ise, herhangi bir kimsenin ancak hâkimin hükmü ile uygulaması caiz olur. Çünkü kadâ niteliği ile yaptığı tasarrufu bunu gerektirir. (Prof.Dr. M.Tahir b. Aşur, İslam Hukuk Felsefesi, s.47)
Ordu gönderilmesi, hazine gelirlerinin ilgili yerlere harcanması ve ilgili yerlerden tahsili, memur tayini ve ganimetlerin taksimi gibi uygulamalar, Rasûlullah’ın imâmet/devlet başkanı niteliği ile yaptığı tasarruflardır.
Mal ve bedenle ilgili konularda ve bunların benzerlerinde deliller, yeminler ve yeminden kaçınmalar vb. ile iki kişi arasında hüküm verdiğinde, bu konuda imamet göreviyle değil, kadâ vasfıyla hâkim olarak hareket ettiğini anlarız.
Sözü veya fiiliyle ibadetlerden biri hakkındaki davranışı veya herhangi birinin dini bir konudaki sorusuna cevap vermesi, fetva ve tebliğ vasfıyla tasarrufudur. Bütün bu durumlarda herhangi bir kapalılık ve anlaşmazlık yoktur.
Rasulullah’ın (s.a.v.): “Ölü bir toprağı ihya/imar eden, o toprağın sahibi olur” (Buhari, Hars, 15; Ebu Davud, İmare, 37; Tirmizi, Ahkam, 38; Darimi, Büyu’, 65) hadisi ile ilgili, âlimlerimiz, fetva mı yoksa imâmet tasarrufu mu oluşunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. İmam Malik ve Şafii’ye göre bu, fetva tasarrufu olup, imam/İslam devlet başkanı izin vermese bile herkes toprağı ihya edebilir. Oysa Ebu Hanife’ye göre bu, imâmet tasarrufudur. Dolayısıyla toprağın ihyası ancak devlet başkanının izniyle olabilir.
Rasûlullah’ın (s.a.v.); Ebu Süfyan’ın eşi Hind’e; Hind’in “Ebu Süfyan cimri bir adam, bana ve oğluma yetecek kadar vermiyor” demesi üzerine “Onun malından sana ve oğluna yetecek kadarını uygun yolla al” (Buhari,Büyu’,95; Müslim, Akdiye, 7; Darimi, Nikah, 54; Ebu Davud, Büyu’,79) cevabını verdiği hadisin ortaya koyduğu tasarrufla ilgili fakihler, bunun; bizzat hakkını veya hakkının benzerini elde edenin, bunu karşı tarafın/hasmının bilgisi dışında almasının caiz olduğuna fetva yoluyla tasarruf, ya da hakkını veya benzerini borçlusundan ancak hakimin hükmüyle alabileceği kadâ tasarrufu oluşunda farklı görüşler benimsemişlerdir.
Rasûlullah’ın (s.a.v.): “Kim düşman birini savaş esnasında öldürürse, üzerindeki ona ait olur” (Buhari, Hums, 18; Müslim, Cihad, 42; Ebu Davud, Cihad, 136; Tirmizi, Siyer, 13) hadisi hakkında fakihler; katilin, maktulün üzerindekine ancak imamın izniyle hak sahibi olduğu sonucunu doğuran imâmet tasarrufu veya Şafii’nin de benimsediği gibi imam iznine ihtiyaç duyurmayan fetva tasarrufu mu olduğunda farklı görüşler ortaya koymuşlardır. (Karafi, Furuk, 1/205-209)
Sahabe-i Kiram, Rasulullah’ın hukuki nitelikteki emirleri ile bu nitelikte olmayanları ayırdeder, herhangi bir güçlükle karşılaştıklarında bizzat kendisine sorarlardı. Sahih bir hadiste bu uygulamaya bir örnek olarak belirtildiğine göre, efendileri kendisini azad ettiğinde Berire, köle Mugis’in karısıydı. Hürriyetine kavuşunca kocasını boşadı. Hâlbuki Mugis, Berire’yi çok seviyor, Berire ise Mugis’ten hiç hoşlanmıyordu. Mugis bu konuyu Rasülullah (s.a.v.) ile görüştü, Rasülullah da Berire ile görüşerek, Mugis’e dönmesini istedi. Berire O’na “Bu bir emir mi?” diye sordu. Hz.Peygamber (s.a.v.): “Hayır, fakat aracılık ediyorum.” dedi. (İbn Mace, Talak, 29; Ebu Davud, Talak, 19) Berire, Mugis’e dönmeyi istemedi. Bu davranışı yüzünden Berire’yi Rasülullah da, müslümanlar da kınamadılar.
Fıkıh usulü âlimleri, “Hz. Peygamber’in Sünneti” konusu içinde, Rasülullah’ın teşrîde/hukuk normu koymada bir rolü olmayan cibilli/beşerî fiillerini de ele almışlardır. Bu yolu, teşrîde ve irşadda rolü olmasa bile, Rasülullah’ın günlük hayatıyla ilgili hiçbir hali ve neticeyi ihmal etmemeleri dolayısıyla izlemişlerdir. (Tahir b.Aşur, a.g.e., s.50)
Fakihlerin Ayırımları
Fakihler, Hz. Peygamber’in fiillerini üç kısma ayırırlar:
1- Şeriatı açıklamak için yaptığı işler: Namaz kılışı, oruç tutuşu, haccedişi, ziraat ortaklığı kuruşu ve borç alıp verişi böyledir. Bu türlü fiillerine uymak gereklidir. Bunun gibi, Hz. Peygamber’in
yaptığı alış-verişler, bunların mubah ve meşru oluşunu gösterir. Yine O’nun yapmış olduğu dini işler de, Kur’an’ın kısa ifadelerinin açıklaması sayılır.
Buna göre diyebiliriz ki; Peygamber (s.a.v.)’in şeriatı açıklaması mahiyetinde olan fiilleri de ikiye ayırırız:
a) Şeriatın mücmel/kısa ifadelerini açıklayan fiilleri.
b) Bir işin mubah oluşunu gösteren fiilleri.
Her iki kısma giren fiilleri de umumi olup sırf kendisine mahsus değildir.
2- Peygamber (s.a.v.)’e mahsus olduğuna dair delil bulunan fiiller: Dörtten fazla kadınla evlenmesi böyledir.
3- İnsanlık icabı ve Arabistan’da yaygın olan geleneklere göre yapmış olduğu iş ve hareketlerdir.
Hz.Peygamber (s.a.v)’in yiyip içmesi, giyinip kuşanması, helal şeyleri yiyip içme tarzı bunlara dâhildir. Peygamber (s.a.v), bunları beşer fıtratının bir icabı ve içinde yaşadığı milletin bir geleneği olarak yapmıştır. (Prof.Dr. Muhammed Ebu Zehra, İslam Hukuku Metodolojisi, s. 100-101)
Rasülullah (s.a.v)’i günümüze taşırken âlimlerimizin bu tespitlerini göz önünde bulundurmamız gerekmektedir.
Bağlayıcı Olan ve Olmayan Sünnet
Özetlersek: Sünnet, “bağlayıcı olan” ve “bağlayıcı olmayan” olmak üzere ikiye ayrılır. Rasulullah’ın tıp ile ilgili sözleri, o günün şartlarında yaygın olarak bilinip uygulanan tecrübî tıbbi tekniklerdir. Bu, tarihseldir, zamanla değişir, bağlayıcı değildir. Ziraatla ilgili dedikleri de böyledir. Beşer olarak yedikleri, içtikleri, sevdiği ve sevmediği yemekler, insan olarak giyinme tarzı, yürüme şekli vb. davranışları onun cibillî yönüdür; dinen bağlamaz. Ama bir kimse kalkar da “Ben peygamberim gibi yürüyeceğim, onun yediklerini yiyecek, yemediklerini yemeyeceğim, o nasıl uyuyorsa öyle uyuyacağım” diyorsa zevâid bir sünneti uyguladığı için ecir alır. Bağlayıcı olmadığı için, yapmayan da günaha girmez ve kınanmaz. Sonunda kınama ve günah olmayan Peygamber uygulamalarını terk ediyor diye, insanların üzerine gitmek ve “Sünnet düşmanı” ilan etmek dindarlık değil, DİNİ DARLIKTIR.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Rio’da uzlaşma için görüş birliği sağlanamadı. Toplantı sonrası Rio’da başarısız bir darbe girişimi oldu. Dünyayı…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…