Geçmişten günümüze gelen Hz. Peygamber anlayışı Kur’an ve Sünnet temelleri üzerine bina edilmişken şimdilerde bu temellerin yanlış atıldığını söyleyen gruplar ortaya çıkmaktadır. Grup diyoruz çünkü böyle düşünen birkaç kişi bu yeni! söylemleriyle kendilerince hakikati bulan topluluk olmakta ve farklı fikirleriyle! ekranların trendi haline gelmektedir.
Hadislerin Kur’an-ı Kerim’in tefsirindeki rolünü önemsemeyip onları Kur’an’a rakip gören ve zayıf ya da mevzu hadisler üzerinden bütün bir hadis inkarcılığına yönelen bu görüşler, toplum vicdanında yer bulmasa da edindikleri bu davayı anlatmak için bir hayli çaba sarf etmektedirler.
Kur’an’ı En İyi Anlayan Hz. Peygamber’dir
On dört asırdır üzerinde icma edilen İslam anlayışına göre Kur’an’ı en iyi anlayan şüphesiz ki Hz. Peygamber’dir. Çünkü Allah’tan gelen vahiy bizzat O’na inmiş ve herkesten önce O’nu eğitmiştir. Nitekim ayet-i kerimede yüce Allah; “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik” (Ahzap 45) buyurmaktadır. Elçinin mesajı aktarabilmesi için öncelikle kendisinin hakkıyla anlamış olması gerekmektedir. Ayetlerde sıkça geçen “De ki”hitabı da “sana öğrettiğimizi insanlara aktar”anlamıyla örtüşür. Hz. Peygamber’in Kur’an’dan anladıklarını bize anlatan ilim ise hadisler olmaktadır.
Yirmi üç yıl tebliğ vazifesi yapan ve hayatını buna adayan mübarek bir ağızdan İslam’a dair açıklayıcı beyanların çıkmasını hazmedemeyip hadisleri Kur’an’a rakip görenler, kendilerince Kur’an ayetlerine sığınarak hayırlı bir iş yapmaktadırlar. Binlerce hadis rivayeti arasından sahih hadisleri toplamaya çalışan Kütüb’üs-Sitte müellifleri onlar için boş bir gayret içerisinde olmuş, önlerinde duran Kur’an’ı kendilerine yeterli bir kaynak olarak görmeyip illetli hadislere sarılmışlardır! Onlara göre tekrarsız olarak yedi bin küsur hadis ihtiva eden Kütüb’üs-Sitte gibi hadis kaynağı, Kur’an-ı Kerim’e kafa tutan ve dine zarar verdiği için yok edilmesi gereken tahrif edici bilgi kirliliğidir! Zayıf birkaç rivayeti delil göstererek hadislerin hepsini illetli kabul eden ve karşı tavır sergileyenler Kur’an’ın hadislere ihtiyaç bırakmayan bir kitap olduğunu söyleyerek de kendilerini haklı gösterecek kutsal bir çıkış noktasıaramaktadırlar.
Bütün Vebâli Hadislere Yüklemek
Hatta onlara göre İslam dünyasının içerisinde bulunduğu krizlerin ve savaşların en önemli nedeni de yine hadislerdir. Radikal örgütler bu hadisleri kullanarak eylemlerde bulunmaktadır. Henüz Hz. Peygamber’in vefatından çeyrek asır sonra Haricilerin Kur’an ayetini delil getirerek çıkardıkları krizleri ve tahrifleri görmeden ortaya çıkan taşkınlıklarının nedenini sadece hadis rivayetlerine bağlamak hem tarih perspektifinden yoksunluk hem de tutarsız bir yaklaşımdır. Çünkü yapacağı taşkınlığa delil arayan kimse bütün metinlerden kendisine istediği malzemeyi devşirebilir. Nitekim metinlerdeki kavramların tabiatı buna müsaittir. Bunu engelleyebilecek tek husus disiplinli ve tutarlı bir metodolojidir.
Yine bunlara göre hadisler Arap kültürünün bir ürünüdür ve bugüne verecek herhangi bir mesajı ve cevabı yoktur. Din ile kültürü ayırt edemeyen bu yaklaşım, bir kültür havzası içerisinde ortaya çıkan İslam’ın yaşanmasında elbette ki kültürel etkilerin olabileceğini ancak inananları sadece dinin kaynağı olan metinlerin bağlayacağını idrak edememişlerdir. Belki de iyi niyetle yola çıkan bu grupların, hadislerin zayıflığı ihtimali üzerinden kurguladıkları dini düşünceleri ve hadislere gerek olmadığı gibi görüşleri, usul ve metodolojiden mahrum bilginin Kur’an davasında bile kişiyi nasıl dalalete götürebileceğinin en trajik örneğidir.
Hadis İnkarcılığının En Önemli Sebebi Usulsüzlük
İslam düşüncesinde Kur’an’dan sonra en önemli ikinci delil olarak kabul edilen sünnet ve sünneti bize aktaran hadis metinlerini tutarlı bir kaynak görmeyip inkar etmenin yegane sebebi “usul” dediğimiz bilimsel yöntem ve kılavuza vâkıf olmamalarıdır. Hadis tarihi ve usulünde bir hadisin nasıl rivayet edildiği, ne tür hadis çeşitleri bulunduğu, hangi şartlarda zayıf, hasen ve sahih kabul edildiği, nasıl korunduğu, senet ve metin tenkidinin nasıl yapıldığı, çelişkili gibi görünen rivayetler ne tür işlemlere tabi tutulduğu vs. gibi metodoloji ilmini gerektiren hususlar bilinmediğinde, çok basit konularda bile yanlış sonuca ulaşılmaktadır. Böylece “Hadissiz İslam”ı savunanlar kendi yetersizliklerinden dolayı hadisleri tutarsız zannederek kendi din anlayışlarını sahih din! olarak topluma sunmaktadırlar.
Hadis İlimlerindeki Disiplin ve Ciddiyet
Hadisler çok ciddi şartlara sahip olan bir senet ile rivayet edilmektedir. Biyografi ilmi denilen ilmü’r-ricâl ve ravilerin cerh ve ta’dili denilen kritiğe tabi tutulması işin ehemmiyetini göstermektedir. Bu zor şartlardan geçen hadisler, hadis tahammülü denilen sekiz ayrı şekil ile (icazet, münâvele, kitabet, sema, kırâat, i’lam, vasiyet, vicade) nakledilmekte, bir mesuliyet bilinci içerisinde sonrakilere miras bırakılmaktadır. Buhari’nin Kaynaklarıadlı çalışmasıyla hadislerin ilmi değerini akademik disiplin içerisinde Batı’ya anlatan Fuat Sezgin Hoca hadislerle alakalı şunları söylemektedir; “İsnat yöntemi ile hadis usulündeki “tahammülü’-ilm” denilen ilim alma yöntemlerinin İslam medeniyetine mahsus olduğu ve başka medeniyetlerde bunun benzerine rastlanmadığı da unutulmamalıdır.”
Hadislerin bu özgün niteliği bilimsel anlamda ispatlansa bile bizimkileri tatmin etmeyecektir. Bu tutumlarını ise hadislerde yalnızca isnat tenkidinin yapıldığını, hadislerin içeriği ile ilgili metin tenkidinin ihmal edildiğini söyleyerek delillendirmeye çalışmaktadırlar. Oysaki metin tenkidi, hadis metodolojisi içerisinde işletilen ve kıyamete kadar işletilmesi gereken önemli bir husustur. Zahiren Kur’an’la çelişir gibi gözüken beyanların içeriği elbette ki incelenmiş, bu beyanların hangi bağlamda söylendiği, inen ayetlerle neshedilip edilmediği, kültürel bir bilgiyi yansıtıp yansıtmadığı detaylıca ele alınmıştır. Nitekim kıyamete kadar dinimiz için kaynak konumunda olacak bir bilgi elbette ki kritiğe tabi tutulmalıdır. Ancak zahiri itibariyle çelişkili gözüken bu beyanlar hiçbir zaman toptan reddedilmemiş, sağlam bir senetle Resulullah’a ulaşan bu rivayetlere her dönem çok temkinli yaklaşılmıştır. Yaşanan dönem itibariyle anlaşılmayan ve hikmetleri çok sonraları ortaya çıkan hadislerin olduğu da vâkidir.
Öte yandan hadislerin orijinine dokunmayarak hadis metinlerini bağlamıyla anlamak yerine kendilerinin dedikleri gibi ilk dönemlerden itibaren onlara müdahale edilseydi, dinin temel kaynaklarının yazıya geçirildiği o dönemde bu güvenilir kaynağa sübjektif yorumların karışması kaçınılmaz olurdu. Bu durumda ise asıl olan metin ile kanaatler birbirine karışır ve dinin en önemli ikinci kaynağı olan hadisler, sonraki kuşaklara sayısız görüşler ile birlikte aktarılırdı. Bu durum da saf ve duru bir metnin elimize ulaşmasına imkan sağlamaz, hadisler üzerinde yapılan dönemsel yorumları din kabul etmek zorunda kalırdık. Böylece kendilerinin de sıklıkla dile getirdiği gibi tefsirde Allah adına konuşanların yanında Hz. Peygamber adına da yorumda bulunan kimseler ortaya çıkardı.
Anlaşılan o ki peşinde olduğumuz ilim kadar ilmi doğru ve tutarlı kullanmamızı sağlayacak usul ve metodolojiye de ihtiyaç vardır. Aksi halde Allah adına konuşan ve hadisleri reddederek Resulü için hiçbir söz hakkı tanımayan yeni elçiler türer. Zaten insan doğası ve reyting peşinde koşan medya yeni olan her şeye meyilli değil midir? Ancak İslam her gelenin yeniden şekillendireceği bir moda dinideğildir. İslam kaynakları belli olan, çok güçlü ve tutarlı bir metodolojisi bulunan ve yüzbinlerce peygamber tecrübesi ve geleneğiyle yoğrulan bir dindir. Dolayısıyla insanların dini yaşamını ilgilendiren tesbitler nebevi gelenekle tutarlı ve dini disipline dayalı olmak zorundadır.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki hadis ravilerin güvenirliğini tesbit etmek için onlarda aranan şartlar anlamındaki cerh ve tadil bugünkü konuşanlara uygulansa kaç tanesinin bu şartlara haiz olduğu, adalet ve zabt yönüyle kaçının sözlerine itibar edileceği de ayrı bir merak konusudur.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi