Dün yaşananlar mahiyet itibariyle bugün de yaşanıyor. İnsan aynı insan, fıtrat aynı fıtrat. Bu nedenle hepimiz fıtratımızın istikamet verdiği bir insanlık tarihinin konakçılarıyız ve tercihlerimiz doğrultusunda benzer hikâyelerin aktörleri olarak kendi imtihanımızla yüzleşiyoruz!
Bildiğimiz ilk yazılı kanun M.Ö. 2375 yılında iktidar olan Sümer Lağaş Kralı Urukagina tarafından ilan edilmiştir. Bu kanunlarda ticaret, özel mülkiyet ve aile hukukuna ait düzenlemelerle kimsesizler ve korunmasız toplum kesimlerinin haklarının gözetilmesine dair hususlar yer almıştır.
Hak ve adalet olgusu, daha sonraki dönemlerde hem edebi ve siyasi kayıtlarda hem de peygamberler tarihine dair külliyatlarda hep ana gündem konusu ola gelmiştir. Bütün bu bilgiler insanlar arasında yaşanan sorunların bugünden hiç de farklı olmadığını ortaya koymaktadır.
İnsan Fıtraten Özgür
Diğer yandan Allah fıtrata özgür ve şerefli olmayı koymuştur. Bu çerçevede hakkını bilme ve ısrarla talep etme yetisi ile donatılmış olan insanoğlu, hakkına sahip çıkmayı şerefine sahip çıkmak olarak görmüştür.
Zulüm, baskı ve işkence gibi haksızlıklar insan üzerinde ölümden daha öte etkiler bırakmaktadır. Nitekim Kuranı Kerim’de yurtlarından çıkarılan Müslümanlara: “Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkartın. Zaten zulüm ve baskı öldürmekten daha kötüdür.” (Bakara-191) buyrulmuştur.
İlahi kelam, insanların çoğunun kâfir (Nahl-83), yoldan çıkmış (Ali İmran-110, Mâide- 49, Araf-102), yalancı (Şuarâ-223) ve sapıklıkta (Saffat-71) olduğunu söyler. Dahası düşünmediğini ve akıllarını kullanmadığını (Furkan-44, Mâide-103), zanna uyduğunu (Yûnus-36), gerçeği bilmediğini (Enam-111) bilse de gerçeklerden ve haktan hoşlanmadığını (Zuhruf-78, Müminun-70) ifade eder.
İnsanların çoğunluğunu kötülüğe eğilimli olduğunu ifade eden Rabbimiz, bunları bize neden tekrar tekrar hatırlatıyor? Sebepsiz değil elbette! İmtihana tabi tutulduğumuz dünya, işte böyle bir dünya! Neticede cennet ucuz değil, cehennem lüzumsuz değil!
Çoğunluğun kötülüğe eğilimli olmasının nedenini Platon: “Kötülüğün yolu yakındır, kolay ulaşılır. Tanrı iyiliğin önüne ise alın teri ve vicdanı koymuştur.” sözüyle ifade ederken Sokrates ise “Güç olan ölümden kaçınmak değil, kötülükten kaçınmaktır. Çünkü kötülük ölümden daha hızlı koşar.” sözü ile ifade etmiştir. Bu tespitler bize işin tabiatının düşünürlerce çözülmüş olduğunu gösteriyor.
Gözlemlerimiz ve hayat pratiklerimiz bize gösteriyor ki; bu dünyada kötülük kolay, kötülüğe müdahale etmek zor iştir. Bu yolda başınıza işler gelebilir, gelecektir de. Hz. Lokman oğluna nasihatinde “ İyiliği emret, kötülükten menet ve başına gelene sabret.” (Lokman-17) diyerek, iyi insan olmanın ilahi rükünleri ortaya koymuştur. Kötülükle mücadele etmek, savaş vermek ve başa gelene de sabretmek, işte bütün mesele bu!
Eflatun “Kötülüklerin ilki ve en büyüğü, haksızlıkların cezasız kalmasıdır.” demiştir. Dolayısıyla hak mücadelesi, kötülerin ve kötülüklerin en büyüğünü önleme, haddini aşmışlara had bildirme ve gasp edilmiş hakları alma mücadelesidir. Cezasız kalan suçlar toplumu hızla ifsat eder ve bin bir çeşit belaya uğratır.
Huzurlu bir toplum, insan haklarına objektif bir biçimde sahip çıkan, erdemlilerin ağırlıkta olduğu bir toplumdur. Allah Resulü, insan unsuru ile yönetim ilişkisini: “Nasıl olursanız, öyle idare edilirsiniz.” hadisi ile ifade ederken Eflatun : “Şehir halkı ne kadar iyi olursa, idarecileri de o kadar çok ilahi vasıfta olur.” tespitini yapmıştır. Bu evrensel ilke Kuranı Kerimde: “Şüphesiz ki bir toplum kendi halini değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez.” (Rad- 11) buyruğu ile taçlandırılmıştır.
Kitap Ortada Öyle Duruyor Ama!
İnsan fıtratına ve insanlık tecrübelerine dair pek çok hayati bilgiyi Kitabı Kerimde bulmakla birlikte genel olarak bugün Müslümanlar, bu bilgileri ve erdemleri toplumsal yaşama aksettiremedikleri için zulüm ve acı altında Kuran tabiriyle ölmekten beter bir halde hayatlarını idame ettirmeye çalışmaktadırlar.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (sav) “Sizden biriniz, kendisi için arzu ettiği şeyi, din kardeşi için de arzu etmedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” hadisi sosyal hayat ve düzenin formülünü bir başka açıdan bizlere sunmaktadır.
Dünya tarihi bize göstermektedir ki kanlı büyük çatışmaların ve zulümlerin temeli, kendisi için istediğini öteki için istemeyen insan ve insan örgütlerinin, hak ihlallerine dayanmaktadır.
İnsan haklarına dair alınan mesafeler ve bu yolda ilerlemeler ise başta peygamberler olmak üzere “İyiliği emreden kötülükten menetmeye çalışan ve başına gelenlere sabreden” insanlık âleminin çığır açıcı bireylerinin liderliğinde mümkün olagelmiştir.
İlahi Işığa Giden Yolda İnsan
Haksızlığa karşı aktif ama şiddetsiz direnişin (sivil itaatsizlik) sembol isimlerinden biri olan Gandi’nin “Sayısal çoğunluk önemli değildir, yanında -Allah- olan kişi zaten çoğunluk demektir.” demiştir. Alemlerin Rabbi bu gerçeği “Dost olarak, Allah yeter. Yardımcı olarak da Allah yeter” (Nisa 45) buyruğuyla yanında Allah olanın hem güçlü hem de haklı olduğu ilahi planda teyit etmiştir.
Yine Gandi’nin hem “Haksızlığa sapıp bütün insanlar seni takip edeceğine, adaletle hareket edip tek başına kal daha iyi.” sözünde hem de “Tanrım! Güçlülerin yüzüne gerçeği söylemek için, zayıfların alkışını ve sevgisini kazanmak için ve yalan söylememek için bana yardım et. ” duasında evrensel ilahi prensiplerin yansıması olduğunu görmek için Kuran’a bakmak yeterlidir.
Amerikan Yurttaş Hakları Hareketi lideri Martin Luther King: “Bir yerdeki haksızlık, her yerdeki adaleti tehdit eder.” ve “Şiddet, ahlak dışıdır çünkü sevgi yerine nefret üzerinde yol alır, toplumu yıkar ve kardeşliği imkânsızlaştırır, ” gibi ışığını ilahi mesajlardan aldığı belli olan sözlerle hak ve adalet mücadelesine öncülük etti.
Hak mücadelesinin tabiatı gereği zorlu bir hayat yaşayan King, 1968 yılında 39 yaşındayken bir suikastla katledildi ama hayatı ve ölümü insan hakları alanında çok önemli kazanımlara vesile oldu.
İnsanlık Onuruna Sahip Çıkma Azmi ve Alabamalı Rosa
Rosa Louise Parks, ABD’de, içinde yaşadığı toplumun kendisine reva gördüğü ayrımcı uygulamalara baş kaldıran bir kadındı!
Otobüslerde beyazların ve siyahların oturacağı koltuklar ayrılmıştı. Bir beyaz otobüse bindiğinde şayet beyazlara ayrılmış yerler dolmuşsa, siyahlar kendilerine ayrılmış yerden kalkıp o beyaza yer vermek mecburiyetindeydi. İşte ırkçılığın hüküm sürdüğü 20. Yüz yıl ABD’sinde Rosa, otobüse binen bir beyaza, oturduğu koltuktan kalkarak yer vermeyi reddetti, şoförün uyarısına da yüksek sesle itiraz etti. Ama şoför otobüsü doğrudan bir polis merkezinin önünde çekti ve Rosa, tutuklanarak hapse atıldı.
Bu haksız hapis olayı tüm siyahileri ayağa kaldırdı. Bir yıldan fazla bir süre otobüslere binmediler, her yere yürüyerek gittiler. Otobüs şirketi büyük zarara uğradı. Bu kansız eylemler bir süre sonra meyvesini verdi ve ABD Federal Mahkemesi, otobüslerdeki bu uygulamayı iptal etmek zorunda kaldı. Fakat Rosa, beyazların hedefi olmaya devam etti ve bulunduğu şehirden göç etmeye mecbur bırakıldı. Daha sonra gelişen olaylarda Rosa, hak mücadelesinin sembol ismi oldu.
Allah Kadının Sözünü İşitmiştir!
Havle isimli sahabe bir kadının hak aramak amacıyla Resûl-i Ekrem’e gelerek onunla(sav) tartışmaya girişmesine atıfla indiği rivayet edilen Mücadele Suresi, hak arama ve hakkın ilahi iradeyle teslim edilmesine özgün bir örnektir. Bu olay, Ortaçağ zihinsel kodlarının hakim olduğu ve kadının pek bir değer ifade etmediği bir toplumda, vahiy medeniyetinin inşa edildiği Medine Dönemi’nde gerçekleşmiştir.
Bir cahiliye âdetine itiraz sesi yükselten, hakkına sahip çıkan ve teşbihte hata olmaz, bu konuda Allah Resulünü sıkıştıran bir kadın örneğidir Hz. Havle! Hak arama öyle bir ilahi değerdir ki bu hanım vesilesiyle Âlemlerin Rabbi: “Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir.” (Mücadele-1) ayetini indirdi ve kadının hak talebini özel bir biçimde onayladı. Bu ayet ve devamı ayetlerde eşi tarafından mağdur edilen Havle’ye kocasının yaptığı haksızlık çirkin bulunmuş ve bir cahiliye âdeti müeyyidelere bağlanıp kaldırılmıştır.
Havlelerin Feryadı Arşı Âlâyı Titretir
O günün toplumunda yaygın ve cari bir uygulama olsa da Hz. Havle, kendisine yapılanın büyük bir haksızlık olduğu bilinciyle sessiz kalmamış ve ilgili makama müracaat ederek hakkını müdafaa etmiş, mağduriyeti ve itirazı tabiri caizse Arşı Alayı titretmiştir.
Ayetin “Allah, …Kadının sözünü işitmiştir.” şeklinde vurgulu bir ifade ile başlanması bize bu özel durumun ötesinde, aslında ilkesel bir duruşla bütün mağdurların sesinin duyulmasına imkân tanınmasını ve hakkın iadesi için gerekli tedbirlerin alınmasını ihtar etmektedir.
Sahabe Havle’nin hak arama mücadelesi müminlere örnek olmuş ve bu hanımefendiye hep gıpta edilmiştir. Adı anıldığında hak ve adaletin akla geldiği Hz. Ömer’in, Hz Havle’ye ayrı bir ilgi gösterdiği ve hilafeti döneminde ona imrenilecek ölçüde hürmet ettiği ve değer verdiği kayıtlara geçmiştir.
Allah Teâlâ’nın ayet indirmesi ile onurlandırılan bu hanımefendi tıpkı Firavun zulmüne başkaldıran Hz. Asiye gibi çağlar boyu bu vesileyle anılmaya devam edecektir.
Ya “Öteki”nin Hakkı!
Cenabı Hak ayet inzali ile Müslüman bir hanımın hakkına sahip çıktığı gibi bir Yahudi’yi de Müslüman bir grubun iftirasından korumuştur. Bununla ilgili rivayet şöyledir: Tume isimli bir Müslüman bir zırhı çalar ve bu zırhı bir Yahudi’ye rehin olarak bırakır. Tahkikatlar neticesinde zırh Yahudi’nin evinde bulunur. Yahudi ise bu zırhı kendisine Tume’nin rehin olarak getirdiğini ifade eder. Peygamberimiz, Tume’yi sorgular. Tume; Yahudi’nin yalan söylediğini, zırh ile hiç bir ilgisinin olmadığını söyler.
Soruşturmanın derinleştirilmesiyle elde edilen deliller kuvvetle Tume’yi göstermekte ise de Tume’nin yakınları onu suçsuz çıkarmak için ellerinden gelen çabayı göstermektedirler. Tume ise “Ya Resulallah bir Müslüman olarak bana değil de bir Yahudi’nin sözüne mi inanıyorsun?” diyerek duygu sömürüsü yapmaya kalkışmıştır. Tanıkların Tume lehinde ifadelerde bulunmasıyla Allah Resulü arada kalarak Yahudi aleyhine hüküm vermeye doğru meyletmiştir ki; şu ayetin indiği rivayet edilmiştir: “Şüphesiz, Allah’ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitabı hak olarak indirdik. (Sakın) Hainlerin savunucusu olma.”(Nisa-105) . Surenin devamındaki ayetler bu konuda ciddi uyarı ve ikazlarla doludur.
Yahudi’nin doğru söylediği ve Müslüman’ın hırsız olduğu ayetle tescillenerek Allah Resulü (sav) nezdinde bütün müminlerin tüm insanlara ayrımsız olarak hak ile hükmetmeleri konusunda ihtar edilmişlerdir. Rabbimiz, bize bizimki diye gördüğünüz sizinki değil, suç işleyip iftira atması dolayısıyla, o bir haindir anlamını da çıkarabileceğimiz güzel bir örnek vermiştir! Allahu ekber!
Çifte standartlı uygulama, etnik Tanrı inancını taşıyan Yahudilere özgüdür. Yahudileşmekten kaçınmalıyız! Hakkaniyetli olmamızı emreden Cenabı Hak, yalnız bir kadının, erkeğin, ailenin, kabilenin, cemaatin veya ümmetin Rabbi değil bütün insanların ve Âlemlerin Rabbidir.
Tarihte küçük bir kesit sayılabilecek günümüz tatlı su Müslümanlarının hak ihlallerine karşı çite standartlı, duyarsız ve zelil hallerine bakarak bir fıtrat dini olan İslam inancını değerlendirmek hakkaniyete uygun olmayacaktır.
Müslümanların tarihindeki yazmakla bitirilemeyecek kadar çok olan özgün hak arama örnekleri ve adil uygulamaları geçmişte olduğu gibi yarınlarda da insanlığa ışık tutmaya devam edecektir.
Haftaya Devam Edeceğiz İnşallah.
Harika, binler tebrikler