Kur’an müslümanlara şöyle emrediyor: “… Birbirinizin kusurlarını araştırmayın…” (Hucurât 49/11) âyette “casus” kelimesi geçiyor. Yani birbirinizin aleyhine casusluk yapmayın. Zira casusluk olayında gizlenen bir şeyi, bir mahremi öğrenmeye çalışıp onun başkasına ulaştırma anlamı vardır.
Müslümanlara tavsiye edilen, din kardeşinin ayıbı yaymak değil; örtmek, gizlemek. Herkesin ayıbı, başkasının duymasını istemediği sırları olabilir. Olgun müslşümana yakışan birinde gördüğü ayıpları, kusurları, eksikleri yaymak, dedikodusunu yapmak değil, gizlemektir. Böylece hem müslüman kardeşinin onurunu korumuş olur, hemde ayıpların toplum içinde yayılmasını önlemiş olur.
Zira bir günah ve ayıp toplum içinde ne kadar yaygınlaşırsa o kadar çok sıradanlaşır, normal görülmeye başlar.
Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah’ta ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse Allah’ta onun kıyâmet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim de bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse Allah da kıyâmet günü o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” (Müslim, Birr/58 no: 2580 (6578). Tirmizî, Birr/19 no: 1930. Bir benzeri: İbni Mâce, Mukaddime/17 no: 225. Müslim, Zikir/38 no: 2699 (6853). Ebû Dâvûd, Edeb/38 no: 4891)
Bunun tersi de var. “…Kim mü’minlerin kusurlarını araştırıp açıklarsa, Allah da onun açıklarını ortaya çıkarıverir…” (Ebû Dâvûd, Edeb/35 no: 4880. Tirmizî, Birr/86 no:2033)
Bu âyet ve hadislere rağmen müslümanların başkalarının ayıbını, kusurunu, günahını marifetmiş gibi başkalarına duyurmak İslâm edebi ile bağdaşmaz. Bunu sözlü yapmakla yazılı yapmak, dedikodu şeklinde yapmakla sosyal medya aracılığı yapmak arasında fark yoktur.
Unutmamak gerekiyor ki –eğer Âhirete inanıyorsak- yaptıklarımızdan hesaba çekileceğimiz gibi, sözleyip yazdıklarımızdan da hesaba çekileceğiz. Başkasını sözüyle, eliyle, yazısıyla haksız yere incitenler, hayr işlemiş olmazlar.
Nerede yaşıyorsak yaşayalım -müslüman isek-, İslâmın bütün ilkeleri (ahkâmı, ahlâk hükümleri) her yerde geçerlidir.
Kur’an olgun, cömert, fedakâr, yapıcı olan ilk dönem müslümanlarını şöyle övüyor ve herkese örnek gösteriyor:
“Onlardan (muhâcirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Haşr 59/9)
Abdullah b. Ömer bir gün Kâ’be’ye bakmış ve; “Şânın ne yüce, hürmetin ne yüce! Ancak mü’minin Allah yanındaki hürmeti (saygınlığı) senden de yüce!” demiş. (Tirmizî, Birr/85 no: 2033)
Böylesine değerli olan Allah’ın kullarına kötülük edilmez, iyilik edilir. Âyete göre şuurlu müslüman, başkalarını kendine tercih eder. Yani onların iyiliğini ister, ihtiyaçlarını –gücü yetiyorsa- giderir, onların incitilmelerini, aldatılmalarını, zulme uğramalarını istemez.
Kur’an müslümanları kardeş ilan ediyor. “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurât 49/10)
Buna göre dünayanın neresiden yaşarsa yaşasın, hangi ülkenin vatanadaşı, hangi ırktan, hangi cemaatten olursa olsun; Kur’an’a göre bütün müslümanlar birbirinin dinde kardeşidir. Birbirlerine karşı sorumlulukları, karşılıklı hakları vardır.
Bu âyeti çok sık duyarız. Pek çok müslüman bunu bilir. Ama önemli olan bunu duymak, ya da bilmek değil; gereğini yapmaktır. Allah (cc) müslümanlara “kardeş” diyorsa, onlara düşen hayatın her alanında diğer müslümanlara kardeşce davranmaktır. Kardeşliğe uymayacak davranışlardan uzak durmaktır.
İnsan hiç çok sevdiği karındaşına kötülük, eziyet, zulüm eder mi? Hiç onu incitir mi, hiç onun hoşlanmayacağı şeyleri yapar mı, onu aldatır mı?
Kur’an müslümanlar aynı zamanda birbirlerinin velisi olduklarını da söylüyor. “Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Rasûlüne itaat ederler…” (Tevbe 9/71. Bir benzeri: Enfâl 8/72)
Yani birbirlerini seven, ilgilenen, yardımcı olan, görüp gözeten, kollayan, ortak düşmanlara karşı birbirlerinin müttefiki, hayırlı ve meşru işlerde destekçisidirler.
Hatırlamak gerekir ki velilik bağı kardeşlik bağından daha öte ve daha kuvvetlidir. Müslüman kimse velisi olduğu diğer kardeşine hainlik etmez, aleyhine çalışmaz, kötülüğünü istemez, ayağının altına sabun koymaz, ona karşı hasımlarına yardım etmez, onunla savaşıp onu asla öldüremez.
Elbette bu ölçülere kuvvetli imana sahip mü’minler uyarlar.
Kur’an’a göre ‘fitne’ katl’den (savaşmaktan, vuruşmaktan) daha kötüdür. (Bkz: Bekara 2/191, 217)
Fitnenin bir çok anlamı vardır. Bunlardan bir tanesi ve Türkçe’de yaygın olarak bilineni; karışıklık, anlaşmazlık, kavga, düşmanlıktır veya bunlara sebep olmaktır.
Fitneye sebap olmak büyük bir vebâldir. Bir yerde tutuşturulun fitne ateşi tez yayılır. Söndürmesi de çok zordur. Fitneye sebep olanlar bazen neye sebep olduklarını belki bilmezler.
Ancak bazıları bilerek kişileri, akrabaları, toplum kesimlerini, cemaatleri, grupları, tarafları, devletleri birbirine düşürürler.
Günümüzde fitne ateşini yakmak ve yaymak daha kolay oluyor. Medya, özellikle sosyal medya bu iş için son derece uygun.
Akıllı kişi kendisi fitneye sebep olacak, müslümanların arasındaki anlaşmazlıkları, husumetleri artıracak işler yapmaz, bunlara alet olmaz. Söylediklerinin, yazdıklarının, paylaştıklarının doğru olup olmadığına, buradan hareketle başkaları hakkında vereceği kararlara dikkat eder, düşmanlık ve hasmâne duyguların artmasına sebep olmaz.
“Men dakka dukka-aldatan aldatılır”, “çalma komşunun kapısını çalarlar kapını” demişler. Doğrudur, tecrübe ile sabittir.
Zulümler, haksızlıklar, aldatmalar, zarar vermeler; günün birinde, öyle veya böyle yapanın başına gelir. Bu Allah’ın tabiata ve sosyal olaylara koyduğu yasadır.
Birileri yanlış iş yapar, bundan dolayı başkalarına maddî veya manevî zarar verir, hakkı olmayan şeyleri gasbeder; sonra da kâr ettiğini zanneder.
Hayır, hayır, asla. Hiç kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz. Bugün başkasını bir şekilde incitenler, yarın kendileri başkaları tarafından incitilirler.
Kur’an diyor ki: “Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir…” (Şûrâ 42/30)
Aklı başında bir müslüman bunu hesaba katar. Yarın bumerang gibi kendisine dönecek yanlışlardan, haksızlıklardan, başkasını incitmekten, aldatmaktan, gıybet etmekten, iftira atmaktan, müslüman kardeşi hakkında kötü düşünmekten mümkün olduğu kadar kaçınır.
Eline, diline, beline (bedeninin yaptıklarına) sahip olur.
Unutmamak gerekir en iyi müslüman ahlâkı güzel olan insandır. (Bakınız: Buhârî, Menâkıb/23 no: 3559, Edeb/38-39 no: 6029, 6030. Müslim, Fezâil 68 no: 2321 (6033). Tirmizî, Birr/47 no: 1975, 71 no: 2018. Darimî, Rikâk/74 no: 2795)
Hüseyin K. Ece
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ