Halife ve hilafet kavramları, kimimize çok sevimli, sempatik ve güzel gelirken, bazılarımız içinse çok sevimsiz, antipatik ve çirkin anlamlar taşımakta.
Bu farklı algılanış biçimi biraz da tarihe, bilhassa Osmanlı tarihine farklı yaklaşmaktan kaynaklanıyor. Yavuz Sultan Selim’den sonra padişahların aynı zamanda HALİFE olarak anılması, Osmanlıyı hatasıyla sevabıyla seven, ona toz kondurmayanlar için halife, çok olumlu ve sevimli bir kelime olurken; Osmanlıyı, Cumhuriyete karşı görüp, eskiye ait ne varsa yok sayanlar için halife, çok sevimsiz ve olumsuz bir kavram.
Kendi tarihimize karşı bu zıt kutuplar arasındaki bakış açısının daraldığını gözlemliyorduk. Hayranlık yerine sorgulama başlamış; düşmanlık yerine de sahiplenme. Fakat az da olsa eski anlayış devam ediyormuş. Bu yazıyı yazmama sebep olan bir haber okudum. Okumuş yazmış, ünlü bir sanatçımız, “halifelik görevini hakkıyla yerine getiriyor muyuz?” diyen siyasi bir kişiye karşı, “bir bu eksikti, olmadı artık hilafeti de getirin.” diyor.
Kur’an’ın hemen başında, Bakara Suresinin 30. ayetinde görüyoruz “halife” kelimesini:
“Hani bir gün Rabbin meleklere: “Ben, yeryüzünde bir halife yaratıyorum” demişti. Onlar: “ Biz seni övgüyle yüceltip takdis ederken, orada kan dökecek ve bozgunculuk çıkaracak bir varlık mı yaratıyorsun?” (O), “Şu kesin ki sizin bilmedikleriniz şeyleri de bilirim.”
Bizler, genellikle “ayetler bize ne diyor, Rabbim bize hangi mesajı veriyor” diye anlamaya çalışmaktan çok, gereksiz ayrıntılara yöneliriz. Bu ayetle ilgili olarak da 14 asırdır, tartışmalar, açıklamalar sürmüş gitmiş. Ayette “halife” olarak biz insanlardan bahsediyor. Bizi en çok bu ilgilendirmeli, en çok bunu anlamaya çalışmalıyız değil mi? Fakat hayır öyle olmamış. “Efendim, melekler yaratılacak varlığın kan dökeceğini nereden anlamış?” En çok bu tartışılmış. Tamam bunu da anlamaya çalışalım. Fakat aslolanı unutmayalım.
Kur’an’da, halife ve onunla akraba olan kelime sayısı 130 dur.
Halef/arkadan gelen, peşi sıra; hilaf/zıt; muhalif/ karşı görüşte olan; muhalefet/ karşı çıkmak, karşıt olmak; ihtilaf/ anlaşmazlık, fikir ayrılığı; halife/mirasçı, öncekinin yerine geçen, gücü elinde bulunduran, yönetici, iktidar sahibi, anlamlarına geliyor.
Melekler, “halife” kelimesinin sözlük manasına vakıf olduklarından, yaratılacak bu muhalif varlığın, tartışmalar sonucu kan dökebileceğini düşünüp, böyle bir cevap vermiş olabilirler.
Meleklerin bu sorusuyla ilgili çeşitli görüşler de mevcut. Tartışma bitmiş mi? Hayır devam ediyor. Fakat bizim derdimiz o değil. Halife, biz insanoğlunun bir sıfatı olarak zikrediliyor. Yeryüzünün halifesi olarak belirtiliyor. O zamana kadar yaratılmış varlıklardan farklı muhalif bir varlık olduğumuz söyleniyor. İşte bunu anlamaya çalışmalıyız.
Bakara Suresi’nde Rabbimiz “halife yaratıyorum” derken, Enam 165 ve Neml 62. ayetlerde “sizi yeryüzünün halifesi yaptım” diyor.
Daha önceki yaratılanlardan farklı, birbirine muhalif bir varlık olarak yaratılmış ve bu yeryüzüne mirasçı olmuşuz. Mirasçısı veya halifesi olduğumuz bu dünyada neler yapıyoruz? Neler yapmalıyız? Hep birbirimizle kavga mı edeceğiz? Muhalif olmak karşı tarafı yenmek mi, yoksa karşıdakinden daha güzel işler yapmak için çalışmak mı? Hayırlarda yarışmak mı, yoksa fitne, fesat bozgunculuk çıkarmak mı?
Muhalifliği, salih işlerde rekabet kabul edip, herkesin hayrına güzel eserler ortaya koyamaz mıyız?
Yaratılmış hiçbir canlı, kaderinin yani yaratılış çizgisinin/ölçüsünün dışına çıkamaz. Yeryüzünde söz sahibi olamaz. Ömrünü tamamlayıp gider.
Allah, sadece akıl nimetini bağışladığı insana, özgürlük tanıyıp “Hadi bakalım ey kulum! Göster kendini. Emrine sunduğum şu yeryüzü ve içindeki bütün nimetler senin için. Nasıl kullanacaksın? İnsana, diğer canlılara, doğaya karşı bencilce mi, özverili ve sevgiyle mi yaklaşacaksın? Her eylemin kaydediliyor.Yapacağın fiillerde özgürsün. Fakat sonunda dönüp bana geleceksin. İşlediklerine göre değerlendirilecek ve karşılığını göreceksin.” demekte.
Şöyle bir düşünelim, gerçekten biz bu halifeliğin farkında mıyız? Biz, bize verilen nimetlerin kıymetini biliyor muyuz?
Biz, bize yüklenen sorumluluktan haberdar mıyız?
Unutmayalım, bu sorumluluk, herkes için ve her sahada geçerli. Bir kente yeni atanan vali, selefinden daha iyi hizmetler yaparak, çalıştığı kentte izler bırakıp, görevini kendisinden sonraki halefine şerefle teslim edebilir.
Seçilen yeni Belediye Başkanı, öncekinden daha çok koşturup, gerçekleştirdiği projelerle alkış toplayıp, yeniden seçilmeye hak kazanabilir.
Evlatlar, yaptıklarıyla ailesinin itibarını daha da yükseltebilir.
Öğretmen, güzellikleriyle anılıp, öğrenci başarılarıyla hatırlanabilir.
İşçinin alın teri kurumadan hakkını veren bir patron, aldığı ücreti helal yoldan kazanan bir emekçi olunabilir.
Kötülük ve çirkinliğin değil, iyilik ve güzelliğin; savaşın değil, barışın yanında yer alınabilir.
Makbul olan, düşman değil, dostların sayısını artırabilmek;
Kin ve nefret değil, sevgi ve merhamet tohumları ekebilmektir.
Başımızı ellerimizin arasına alıp yeniden düşünelim:
Kâbil mi, Habil mi;
Firavun mu, Musa mı;
Nemrut mu, İbrahim mi;
Karun mu, Ebuzer mi;
Ömer mi, Ebu Cehil mi;
Yezit mi, Hüseyin mi olacağız?
Son bir soru:
Halifelik görevi gündemimizde var mı?
Mustafa GÜL
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi