Etcep Projesi
Değerli okuyucu, bir önceki sohbetimizde “Bir Bilen Dost”um, sözlerini şu cümlelerle noktalamıştı:
“Şerifçiğim, son günlerin gündeminde olan “Cinsiyet devrimi, Cinsiyet eşitliği” ve Etcep projelerinden ve bunların karşısında neler yapmamız gerektiğinden de bahsetmek isterim, ama dilerseniz bu konuya gelecek sohbetimizde devam edelim. Ne dersiniz?”
Müsaadenizle şimdi sohbete kaldığımız yerden devam ediyoruz..
“ Kıymetli Dostum! Evet, “CİNSİYET DEVRİMİ, CİNSİYET EŞİTLİĞİ” “ETCEP Projesi”ni de hatırlamakta hatta unutmamakta fayda var. British Council’ün hazırladığı bu projeyi, A.B, 3 milyon 154 bin 470 Avro ile başlatmıştı. Bizde de, bu proje 2014 yılında 162 pilot okulda Milli Eğitim Bakanlığımız tarafından uygulamaya konmuştu. Ama toplumsal tepkiler sonucunda 2019 Şubat’ında yetkililerimiz bu ETCEP projesinden vazgeçildiğini açıkladılar.
Açılımı, “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi” olan bu ETCEP kelimesi, slogan olarak bazılarımıza cazip geliyordu. Bu slogana, bir de “Toplumsal cinsiyet eşitliği,” kadını, magandaların zulmünden kurtarmak gibi anlamlar da yüklenince proje daha da cezbedici, dikkat çekici bir hal alıyordu. Oysa bu projelerle çocuklarımızın, değerlerimizin, varlığımızın, geleceğimizin çalınması veya ifsat edilmesi hedef alınıyordu. Tıpkı GDO’lu ürünler gibi gelecek nesilleri zihnen, fikren bozmayı amaçlayan bir teşebbüstü bu.
Ana okulundan itibaren uygulamaya konulacak olan bu ETCEP projesi ile, sonunda erkekleşmiş kadınlar, kadınlaşmış erkekler türeyecekti.. İşin daha da garip tarafı, cinsiyetler, fıtrata yani yaratılışa bağlı olarak değil; sonradan kişilerin kendi tercihlerine göre oluşacaktı..
Kabul etmek lazımdır ki, dün ve bu gün, gerek aile kurumlarındaki, gerekse kadın ve erkek arasındaki çeşitli problemler, Batı toplumlarının çözüm bekleyen sorunları arasında olabilir. Çünkü onların ülkesinde aile kurumu zedelenmiş, korkak, ürkek, beceriksiz, çalışmak ve evlenip bir yuva kurmak istemeyen, alkol ve uyuşturucu müptelası tembel bir gençlik oluşmuştu. Ne yazık ki bu gençlere, rol model alabilecekleri ideal ve örnek baba ve anneleri kapitalist sistemler sunamadığı gibi, böylesi ebeveynleri de büyük ölçüde tüketmişti. Ve “Bitik Erkekler” adını taşıyan kitaplar bile yazılmaya başlanmıştı.
Ama biz öyle miyiz? İstisnaları kural dışı bırakırsak öncelikle bizler, her iki cinsi, bir bütünün iki ayrı parçası olarak görürüz ve Rabbimizin şu buyruğuna da inanırız:
“Ey insanlar! Bakın, Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık… Şüphesiz, Allah katında en üstün olanınız, O’na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır…” (49/ 13)
VELHASIL
Değerli Dostum, bu günkü sohbetimizde sana iyi ve güzel bir gelecekten söz etmediğimi biliyor ve üzülüyorum.
Dünyayı Seyrediyor Ve Görüyorum ki
İnşallah
yanılıyorumdur, ama sanki ben 21.
yüzyılın dünyasını seyrediyor gibiyim.
Kan dökücülüğün, nankörlük ve ihtirasın hâkim olduğu bir dünya görüyorum. Öyle bir
dünya ki, cehaletin ve zulmün yaygın olduğu bir
dünya bu..
Firavun
saraylarında Hz. Musa’ları; Yakup (a.s)’ın yuvalarında büyüyüp
de, kardeşleri tarafından kuyulara atılan nur yüzlü Yusufları görüyorum bu dünyada.
ILO ve
Davos toplantılarında resmi çizilen, 40
milyon insanın çeşitli sektörlerde kendi
rızaları olmadan çalıştırılan MODERN KÖLELİ VE KÖLECİ bir dünya görüyorum. Bu
40 milyon modern kölenin içindeki 18 yaş altı olan en az 5 milyon gencin, ağır cezalara, fiziksel
şiddete ve açlığa maruz bırakıldığı bir
dünya görüyorum.
Bir
yılda, kaçak insan ticaretinden, fuhuş ve
pornografiden 99 milyar doların;
fabrikalar, madenler ve inşaat sektöründen 34
milyarın; tarım ve ormancılık alanlarından
elde edilen 9 milyar doların birilerinin
cebine, kasasına kesesine girdiği bir dünya görüyorum.
İki milyar OBEZin, milyarlarca aşsız, eşsiz ve işsizin, aylarca merhaba diyecek bir dost bulamayıp da YALNIZLIK sendromu içinde kıvranan milyonların ve buna ilaveten 400 milyon da depresif insanın yaşadığı bir dünya görüyorum. Günümüzdeki Fransa’nın Paris’inde olduğu gibi, apartman dairelerinin yüzde ellisinde birer kişinin yapayalnız kaldıkları ülkeleri, şehirleri görüyorum.
Bizim ülkemiz de, bunlardan biri olmaz inşallah. Çünkü bizim ülkemiz, “İnsan” kavramına hakkını veren, yani çevresiyle ÜNSİYET kuran, güzel iletişimleri, dostlukları geliştiren insanların yaşadığı bir ülke olmaya devam edecektir diye ümid ediyorum.
Bilimsel olarak insan, “biyo- psiko- sosyal”bir varlık olarak tanımlanıyor. Bizim ülkemiz de, psikolojik ve sosyal yönleri ihmal edilmeyen, geçmişte olduğu gibi olgun ve mutlu insanların yaşadığı bir ülke olacaktır inşallah.
Bizim ülkemiz insanı, en kötü şartlarda bile intihara teşebbüs etmeyecek ve Kemalettin Kamu’nun şu dizeleriyle dillendirdiği bir hayatın içinde bulacaktır kendisini inşallah:
“ Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın,
Kulaklarım komşuların ayak sesinde;
Varsın yine bir yudum su veren olmasın,
Başucumda biri bana ‘su yok’ desin de!”
Bu dizelere bir de Sezai Karakoç’un mısralarını ilave edelim mi?
“Karanlık aydınlıktan
Yalan doğrudan kaçar.
Güneş yalnız da olsa
Etrafa ışık saçar.
Doğruların kaderidir yalnızlık
Kargalar sürüyle
Kartallar YALNIZ uçar.”
Seyrediyor Ama
Göremiyorum
Bütün
bunları görüyorum da sevgili Dostum, “HAYYi
ALE’L- FELAH” yani “HAYDİN
KURTULUŞA!!! diye insanlığa çağrıda
bulunan bir topluluk da GÖREMİYORUM….
Yapay zekâların, robot adamların işgal ettiği bir dünyada yaşayan insanlara ve bilhassa bu gün için sayıları bir milyarı bulan ERGEN KUŞAĞA, gerçek bilgiyi, din, iman ve ahlâkı, onların diliyle anlatacak bir kadroyu da göremiyorum. İklim değişiklikleri, tabii afetler, kuraklık sonunda neredeyse dünya nüfusunun yarısının yaşayacağı yarınların Afrika kıtasından kaçan insanların göçüne, açlık ve susuzluğuna çare düşünenleri de göremiyorum.
Kur’an
tefsircilerinden olan Reşit Rıza, HUD Suresinin 116. Ayetini yorumlarken
der ki:
“Bir ülke halkı, Şu’ayb toplumu gibi
alışverişte hile ve haksızlık yapmaz; Hûd kavmi gibi halkı ezmez; Lût
toplumu gibi iğrenç sapkınlıklar yapmaz; Firavun toplumu gibi halkı ezen
zorbalara boyun eğmez; dünya işlerinde
dürüstçe davranırlar, kalkınmaya önem verip, adaletli
davranırlarsa
ALLAH ONLARI HELÂK ETMEZ; ALLAH’A ŞİRK KOŞSALAR BİLE.
Zira güzel davrananları Allah helâk etmez ama
şirklerine bir de kötülükleri ve zulümleri eklenirse, o toplumun yaşama
şansı kalmaz.”
Bu yorumu
teyit eden sizin de bildiğiniz yaygın bir söz vardır bizim kültürümüzde:
“ Bir
millet, belki küfür ile âbâd olur; amma zulüm ile asla ( âbâd olamaz.)”
Ama fesat kaynaklarının, bizlere kaotik bir dünya sunmak için
ellerinden gelen çabayı gösterdiklerinin de bilincinde olmak zorundayız. Farkında
olmak da yetmiyor. Bunlara karşı mücadele etmek, gerekli alternatifleri sunmak,
çözüm yollarını bulmak, dengeli ve ölçülü bir hayatın formüllerini ortaya
koymak görevini de ÂLEMLERİN RABBİ
biz kullarına yüklüyor ve buyuruyor ki:
“ Ve böylece sizin dengeli ve ölçülü bir toplum olmanızı istedik ki [hayatınızla] tüm insanlığın huzurunda hakikatin şahitleri olasınız…” (Kuran, Bakara 2/ 143)
“O halde, artık ZULÜM VE BASKI kalmayıncaya ve yalnızca ALLAH’A KULLUK edilinceye kadar onlarla mücadele ediniz….” (Bakara, 2/193)
Ve yine RAHMAN VE RAHİM olan Allah, Bakara surenin 195. Ayetinde bu görevi yapmaktan sakınanları da şöyle uyarıyor: “Kendi elinizle kendinizi mahvetmeyin, iyilik yapmaya azimle devam edin. Unutmayın ki Allah iyilik yapanları sever…”
Bu ayetlerin ışığında diyelim ki, ülkemizin tüm âkil adamları; İlahiyatçı, sosyolog, psikolog, ekonomist, siyasetçi vs. bunların her biri bu sorunlara çözüm bulmak için kafa yormalı, müreffeh bir dünyanın projesini tüm insanlığa sunmalıdırlar.””
Değerli okuyucu, “BİR BİLEN DOST” bunları söyledi. Ama ben yine de geleceğe ümitsizce bakmıyorum.. Rabbimiz yâr ve yardımcımız olsun.. Selâm ve muhabbetlerimle..
Şerif SİMAVİ
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi