Bugün sözün bir anlamının ve değerinin kalmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Eylem ise sözü geride bırakarak hakikati en yüksek perdeden ifadeye kavuşturan bir özellik kazanmaktadır. Söz ve eylem bütünlüğü hakikatin tecellisi bakımından önem arz ederdi… Bugün ise söz ayartıcı bir özellik kazanarak kendi otantik zeminini kaybetti…
Sözün hep bir aldatışı ve hep bir aldanışı tecrübe olarak yaşattığı için sözün anlam değeri yitirildi. Bugün sözüne değil eylemine bakıldığı bir zemine geçilmiş olundu. Dünya, medya aracılığı ile söz üzerinden aldatılmaya devam edilmektedir. Kendisini tanrı yerine koyan iktidar erkleri, halkları, görüntü ve söz eşliğinde aldatmaya matuf hareketleri çoğalarak devam etmektedir. Son Gazze saldırısı üzerine de aynı aldatma devam etmekte ve insanlar aldanışlara sürüklenmektedir.
Şimdi bizim sahici ve gerçeklik düzlemine sahip eylemlere olan ihtiyacımız her zaman diliminden daha fazladır. İşte Hamas, Yedi Ekim’deki saldırısı ile sahici bir eylem ortaya koydu. O yüzden bütün dengeler altüst oldu. İsrail yenilmez bir armada gibi ortada dolanıp duruyordu. Bugüne kadar ne yapıyorsa yanına kar kalıyordu. İstediği yeri vurma yetkisi kendisinde mündemiçti. Dünyanın adı konulmamış kralı gibi davranıyordu. Ve bu duruma itiraz eden herhangi bir devlet ve iktidar erki de yoktu… Hamas, dur dedi: ‘Sen öyle kendini gösterdiğin gibi güçlü değilsin’, bak ‘ben seni ne hale getiriyorum’ dedi… Bütün gücüne, teknik ve teknolojik gücüne rağmen, ani bir baskın ile İsrail ordusunu neye uğradığı konusunda şaşkına çevirdi. Büyük bir rüya sona erdi. Büyük bir aldanış ortadan kaldırıldı. Büyük bir kurmaca anlamını yitirdi.
Sonrasında olanlar için Hamas’ı suçlamak ise başka bir aldanış ve kandırmaca olarak pazarlanmaktadır. Aklı başında olan hiç kimse bu propaganda diline yenilmez! Hamas, üstüne düşeni fazlasıyla yapmıştır. Yapmaya da devam edeceğine olan umudumuz tamdır. Bir kara harekâtında benzer durumların Hamas lehine ve İsrail ordusu aleyhine görüleceği ihtimali yüksektir. İsrail ordusu ben niye buraya girdim diye kendi kendini tüketeceği günlerde yakındır…
Fakat asıl sorumluluk sahibi insanların; yani İslam ülkeleri ve Müslüman sivil toplum kuruluşlarının üstlenmesi gereken sorumluluğu üstlenme yerine sessizliğe bürünmeleri büyük bir sorun alanı olarak önümüzde durmaktadır. Ayrıca batılı insan hakları örgütleri, sivil demokratik yapılar da kendi üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmede bir çekimserlik taşımaları not alınması gereken bir olguyu işaret eder.
Son olay bize dünyanın öne çıkardığı her türlü sorunun bizatihi kendisinin aldatıcı bir noktaya işaret ettiği açıklık kazanmıştır. Asli sorunları örtmek bahanesi ile üretilmiş sorunlardır. Teknolojik gelişmeler insanı daha fazla insan, adil ve vicdanlı kılmadığı gibi onu aldatan ve sürekli hipnoz ederek uyutan bir özelliğe doğru yönelmektedir. İnsanların, erklerin, salt kendi iktidar alanlarını muhafazaya dair yaklaşımları her türlü insani hasleti yok etmeye başlamıştır. Sözde insan hakları, evrensel haklar, barış ve adalet vurgusunun yeryüzünde bir karşılığı kalmamıştır. Modern dünya bütün değerleri ile tepetaklak olmuştur. Artık, hiçbir modern değer bir karşılık üretememektedir. Modern dünya modern değerleri salt kendisi için üretmiştir. Kendisinin dışında kalan kahır ekseriyet için bu değerleri yok saymaktadır. Hamas saldırısı iki yönlü bir gerçeği işaret etmektedir: modern dünyanın ürettiği teknoloji bir yere kadar geçerliliğini sürdürür. İnsan hasleti devreye girdiği zaman onu alt etmek kolaylaşmaktadır. İnsanın aşamayacağı bir şey yoktur. Buna teknolojik gelişmelerde dâhildir. İkincisi ise; İslam Dünyasının kendisine ait bir dünyası ve değerler skalası sözden öteye geçmemektedir. Böylece iki dünyanında; modern dünya ve İslam dünyası aynı düzlemde eşitlenmektedir. Müslüman halkların gösterdiği tepki ise modern tepkinin alanında kalarak kendini mahkûm etmektedir. Hâlbuki on beş gündür her gün insanlar katledilmektedir. Bu bir savaş değil, katliamdır. İnsan gibi muhataplarını hedef alan bir çatışma olsa, buna savaş diyebiliriz. Ama çocuk, kadın, hasta ve savaşmayan ne kadar hedef varsa hepsini yok etmeye yönelik bir saldırıyı savaş olarak kabul etmek insanlığı yok saymak ile eş değer bir olguyu doğurur. Bu yüzden bir katliam yaşanmaktadır: dünyanın gözü önünde ve canlı yayınlar eşliğinde…
Her insan kalma arayışı içinde olan insanın bu durumdan bir ders çıkarması elzemdir… Birincisi, modern düşünce ve onun ürettiği etik kuralların insanlığı kendisinden uzaklaştırmaktan öte ve yabancılaştırıcı fonksiyonu dışında bir özellik taşımaması gerçeğidir. Modern dünya ve modern düşünce son İsrail saldırıları ile sahip olduğunu ilan ettiği her değere ihanet ederek yeryüzünden silmiştir. Artık vicdan sahibi bir insanın bu değerlere itibar etmesi beklenemez, beklenmemelidir de…
İkincisi ise Müslümanların sahip olduğu değerlerin, İslam kaynaklı yapısı gereği bir hakikat ifade etse de Müslümanların kahır ekseriyetinin ve iktidarlarının bu temel değerleri taşımadığı konusunda bir açıklığın meydana gelmesidir. O mazlum halkı korumaya matuf olmayan her eylem, sahici olma vasfını kazanamaz! İster devlet düzeyinde olsun, ister kurumsal sivil yapılar düzleminde olsun, ister bireysel fertler düzeyinde olsun, mazlum halka yönelik bir hamle yapılamamakta ve bir yardımın gerçekleşebilmesini de zalimin kendi şartlarına tevdi edilmesinin oluşturduğu girdap bizatihi insanlığı yok etmektedir. Bu zalimin zalim olarak kabulünü sağlamaya matuf bir psikolojik harp olduğu gerçeğini göz ardı etmemize neden olmamalıdır. İsrail’e rağmen eğer Hamas ve Filistinli mazlum insanlara yardım edebilecek bir eylem geliştirilemiyorsa hepimizin ölmesi daha hayırlıdır.
Ayrıca Hamas ve Filistinli Müslümanlar bize ölümden korkmanın bir anlamının olmadığını öğrettiler. Ölümden korkmayan bir müslüman zihin ve müslüman karakter arandığı açıktır. Ancak bu karakter ve zihin modern dünyanın ürettiği yabancılaşmayı ortadan kaldırmaya yönelik bir hamle yapabilir. Dünyanın aldatıcı güzelliğine kanan insanların, Müslümanların zor karşısında yenik düşmeleri bir kader olarak önlerine düşecektir. Hâlbuki vicdanlı insanlar ve sahici Müslümanlar, yapılması gerekeni yapmak adına ölümü göze aldığı gibi her türlü konforu terk edebilme cesaretine de sahip olabilmelidirler. Temel şart, ölümü öldürmektir. Modern iktidarın ürettiği Firavun, Nemrut sistemini ancak bu şekilde yenilgiye uğratmak mümkündür.
Ölüm, korkulacak bir şey değildir. Bu korku modern korkunun esaret üreten ve bağımlılık inşa eden özelliğidir. Müslüman ölümden korkmaz! Ölüm benden korkmalıdır. Çünkü ölüm benim hakikate doğmam anlamını taşır. Eğer ben hakikate âşık değilsem, hakikat uğruna her türlü cefaya razı gelmeyeceksem, niye yaşıyorum ki, günün sonunda yine öleceğim ve yok olacağım, o zaman bugün yaşamamın bir karşılığı var mıdır?
Hamas, Gazze bir cesaret örneğidir. Her insanın bu cesaretten payını almasını bilmesi insan olmasının yegâne şartıdır.
Gerisi sadece insanın kendisini kandırma pozisyonunun gücünü gösterir.
ABDULAZİZ TANTİK
Yüreğine kalemine sağlık.selam ve dua ile.
Dünyadaki halkları yakından tanıdık. Dini fert olarak yaşamanın bu tür durumlarda bir işe yaramadığını gördük. Duanın ötesine geçemenin çaresizliği bizi bitirdi.