Çoğu zaman müslümanlar yollarını şaşırır, esen rüzgara göre yön değiştirirler. Bunun sebebi pusulasız denize açılan bir geminin sağa sola yalpalaması gibidir. Halbuki müslümanların pusulası Kur’an-ı Kerim, rehberleri Hz. Peygamber (s.a.)’dir; bu iki kaynağa sarıldıkları zaman yollarını şaşırmaları mümkün olmaz.
Peki, bunun anlamı nedir?
Hz. Peygamber (s.a.)’e emredilen kendisine vahyedileni olduğu gibi okuyup tebliğ etmesidir. Vahiy ile her ne tebliğ edilmiş ve hüküm olarak verilmişse, bu değişmez, değiştirilemez (5/Maide, 67). Fıkhi manada hükümlerin illetlerine göre değişmesi veya değişen şartlara göre askıya alınması (uykuya yatırılması) ayrı bir konu, zira söz konusu olan hükümler değişse bile, maksatlarına aykırı değiştirilemezler. Çocuğun velayeti ebeveynine aittir, bu hükmün illeti çocuğun malı ve bedeni üzerinde tasarrufta bulunamayacak kadar küçük olmasıdır, hükmün illeti budur. Ne zaman ki çocuk akil baliğ olur, rüşdüne erer hüküm değişir, çünkü illet değişmiştir. Ama diyelim ki 30 yaşında akıl sağlığını kaybeder, işte o zaman illet geri geldiği giçin hüküm de geri gelir yani çocuğa bir veli, bir vasi tayin etmek icap eder.
İlletlerini göz ardı etmemek kaydıyla hükümler deniz feneri gibidirler, yol gösterir; ana çerçevedir, Hududullahtırlar, bunların dışına çıkılamaz (6/En’am, 115). Çıkan sınırları aşmış, Allah’ın iradesine aykırı hareket etmiş olur. Allah’a karşı gelenin kurtulur umuduyla sığınabileceği yer veya kimse yoktur.
Mü’mine yaraşan sabah akşam yani günün her saatinde Allah’a dua etmesi, hayırlı şeyler niyaz etmesidir. Dini hayat kurtuluşun yoludur ama dünyevi bazı zevk ve hazlardan, haksız çıkar ve statülerden vazgeçmeyi gerektirir. Bu durumda ortaya çıkabilecek zorluklara karşı tahammül etmesini bilmeli, sabır göstermelidir. Bu da ancak aynı kararlılıkta olanlarla yani aynı frekansta olan bir grupla, kendi içinde mahiyet iradesi gösteren cemaatle olur. Zamanımızıda cemaatlerin kötü sınav vermesi cemaat olgusunun kötü olduğu anlamına gelmez, hem cemaatlerin hepsi değil, bazıları kötü sınavlar verebilir.
Cemaatin fertleri birbirlerini korur, hakkı tavsiye eder, masum ve tabii ihtiyaçların karşılanmasında birbirlerine yardımcı olur, dayanışma gösterir. Böylelikle mü’minler dünyanın çekici, cezbedici kötülüklerine karşı dirençli olur, sahte çıkarlar, geçici hazlar ve zevkler onların ayağını kaydırmaz. Kişi bir cemaate mensup olmasa bile, dünyanın sahte ve geçici zevklerine, aldatıcı süsüne, çekiciliğine karşı dirençli olmak durumundadır.
Bunun yolu da sıkça Allah’ı zikretmekten geçer. Allah’ı zikretmenin çeşitleri vardır:
a.) biri dil ile devamlı anılması,
b.) diğeri kalpten ve zihinden asla çıkarılmaması ve elbette bu ikisinin tabii sonucu olarak
c.) bedeninin, organlarının da her türlü kötülükten, günah ve isyanlardan korunup uzak tutulmasıdır.
Gaflet kalbin tuzağıdır. Nasıl deve uçurumun kenarında yol alırken bir tutam ot görüp ona yöneldiğinde hayatını tehlikeye atıyorsa (Araplar buna devenin gafleti der), insan da geçici dünya arzularına kanıp Allah’ı zikretmekten gafil kaldığı takdirde ebedi mutluluğunu, hakiki kurtuluşunu tehlikeye atmış olur. İnsanı gaflete düşüren en önemli amil nefsin istek ve tutkuları yani heva ve hevestir. Nefs kendisinde uyanan arzuların hemen ve şimdi tatmin edilmesini ister, insanı buna sevkeder. İnsan nefsinin istek ve tutkularına kapıldığında işlerinde aşırıya kaçar, sınırları aşar, başkalarının hak ve hukukunu ihlal eder, yıkıcı bir varlık halini alır.
Bundan korunan bilinç sahibi mü’min, hak ve hakikatin Allah’tan geldiğini bilir, bunu açıklıkla tebliğ eder, başkalarını bu hakikatten haberdar etmek için cehd ve mücahede gösterir, fakat kimseyi hidayete dâhil olması için zorlamaz, vicdanlar üzerinde baskı kurmaz (Bkz. Bakara, 256; Kehf, 29). Zira hak ve batıl, doğru ve yanlış yollar apaçık olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Din ve vicdan özgürlüğü teminat altındadır, herkes seçiminde özgürdür. Dileyen batılı seçer ve o yola girip hayat tarzını geliştirir. (Bkz. 6/En’am, 39, 107 ve 111; 35/Fatır, 8.)
Ama bu, yanlışı-batılı seçenin yerinde ve doğru bir seçim yaptığı anlamına gelmez. Hak ve doğru yolu seçmeyen, her ne kadar özgürlüğünü kullanmış olsa bile, gerçekte haksız bir işlem yapmış, kendine zulmetmiş olur. Zulüm, taşın gediğinde olmaması gibi, seçimin de yerli yerinde olmaması haline denir. Zulmedenlerin karşılaşacakları akıbet ise dünyada rüsvaylık, ahirette cehennem azabından başkası değildir; çünkü zulümleriyle başkalarının hak ve hukukunu ihlal etmiş, mağdur etmiş, güç yetirdikleri kimselere acılar çektirmişlerdir. Bütün bu suç ve günahların (cürümler) karşılıksız kalmaması adaletin gereğidir..
Kur’an-ı Kerim ve yaşanan pratikler açıkça gösteriyor ki, iyi insan, mü’min veya övgüye değer bir konum için salt seçim veya bireysel özgürlük hakkının kullanılması hiçbir şeyin teminatı değildir, önemli olan serbest iradeyle hak ve doğruluğun seçimidir. Nice kişiler var ki, doğru yolda iken sırat-ı müstakimden sapmışlardır, Kur’an tefsiri yazmaya kalkışmış bir ilahiyatçı bugün için “Kur’an’ın yüzde 95’nin değiştirilmesi gerektiği”nden dem vurmaktadır.
Bireysel özgürlük veya kişisel seçim her hak ve doğrunun güvencesi olmadığından bireylerin ve toplumların üstünde hak ve doğruluğun olması zarureti vardır (2/Bakara, 147). Kendi başına özgürlük veya bireysel seçim doğruluğun kriteri olsaydı, hırsızların ve katillerin fiilleri de övgüye değer bulunur, cezasız bırakılırdı. Şu halde doğru seçim, Allah’ın vahiy ile gösterdiği istikamette olan seçimdir. Her iradi seçim özgürlüktür ama hak değildir.
Bu bizimle liberaller arasında özgürlük ve iradi seçim konusunda en temel ayrılık noktasıdır.
Ali Nalbantoğlu
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-