Kur’an-ı Kerim’de Peygamberlerin, görevlerini insanlardan her hangi bir ücret almadan yaptıkları anlatılır. “Sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnızca âlemlerin Rabbine aittir”[1] ayeti ve benzeri diğer ayetler bunu ifade eder. Ayrıca isim zikretmeksizin bazı sahabîlerin,“Biz sizi yalnız Allah rızası için doyuruyoruz: sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz” [2] dedikleri de nakledilir. Buna karşılık selam verip Müslüman olduğunu söyleyen bir şahsın, ganimet için öldürülmesi üzerine [3] Allah Teâlâ’nın “Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek ‘Sen mümin değilsin’ demeyin”[4] uyarısında bulunduğu da görülür.
Hz. Peygamber de “İnsanlar iyilik yaparlarsa biz de iyilik yaparız, zulmederlerse biz de zulmederiz.” diyen zayıf karakterli kimseler olmayın. Bilakis iyilik yaptıklarında insanlara iyilikle karşılık vermeyi, kötülük yaptıklarında ise onlara zulmetmemeyi alışkanlık hâline getirin”[5] der, özellikle de“Üstün faziletlerin, akrabalık bağlarını kesenle ilişkiyi kesmemek, vermeyene vermek ve kötü söz söyleyeni bağışlamak”[6] olduğunu açıklar.
Bu ayetlerin ve hadislerin verdiği mesajlardan ilham alanlar, “hasbî” olmayı bir erdem olarak görmüşler ve bunun gereğini yapmak için de yoğun bir çabanın içinde olmuşlardır. Nitekim sosyal hayatımız, bu erdemli kişilerin anıları ile doludur. Bunlardan kimilerinin anıları ve hikâyeleri bize kadar intikal etmiş, kimilerinin ki ise intikal etmemiştir. Bu ayetleri ve hadisleri bilmeyenler, bilseler de bu bilgilerini bilinç haline dönüştürmeyenler ise hasbî olmak yerine “hesabî” olmayı bir hayat tarzı olarak görmüşler ve bunun gereğini yapmaya çalışmışlardır. Nitekim meşhur şairimiz Fuzûlî, “Şikâyetname” sinde “Selâm verdim rüşvet değildir deyü almadılar” sözü, hesabiliğin ulaştığı boyutu göstermesi açısından dikkat çekici bir örnektir. O halde hasbilik nedir? Hesabilik nedir?
Hasbî, “karşılıksız, parasız, bedava demek”. Hasbî olmak, ise, karşılık beklemeden iş yapmak, yaptığı işi gönülden yapmaktır. Hasbî olmak, idealist olmak, yaşadığı toplumun menfaatlerini kendi menfaatinin önünde tutmaktır. Hasbî olmak, Hz. Peygamber’in tavsiyesine uygun olarak gelmeyene gitmek, vermeyene vermek, kötülük yapana bile iyilikte bulunmaktır.[7] Hasbî olmak, Hz. Ali’nin bir savaşta yüzüne tüküren düşmanını serbest bıraktığı gibi, bize yapılan kötülükleri Allah rızası için affedebilmek, hataları hoş görebilmektir. Bunlar, akıllı insana ait davranışlardır. Zira akıllı insan, sadece hayatın başını/dünya hayatını değil, aynı zamanda hayatın sonunu/ ahiret hayatını da düşünen ve dünya hayatı için ahiret hayatını feda etmeyen kişidir.
Hesabî olmak, her yaptığı işi kendi çıkarı için yapmak, bir diğer ifade ile bir çıkarı olmadan iş yapmamaktır. Çünkü hesabî olanlar, idealist değillerdir, sadece kendi çıkarlarını düşünürler. Yaptığı her işte keser gibi kendine yontarlar. Bir atasözümüzde olduğu gibi “Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı” denileceğini iyi bilirler. İstediği şeyi elde edinceye kadar, muhatabına yalvarmak, yakarmak, yağcılık yapmak da dâhil her türlü sevgi ve saygı davranışlarını sergilemekten çekinmezler; işi bitince de bir daha onu arayıp sormazlar, küserler, darılırlar, hatta ilişkiyi keserler. Dolayısıyla istediğini elde etmek için her şeyi mübah görürler, çıkarları için dinî ve örfî değerleri göz ardı etmekten veya kullanmaktan da çekinmezler, kısaca makyevalist bir anlayışa sahiptirler.
Bu nedenle bu gibi kimselere söylenecek söz, -şayet fayda verirse- Xsentus’un şu tavsiyesidir:
“Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.
Hatırlar mısın doğduğun zamanları: Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse. Sabırlı, sevecen, erdemli ol. Önünde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik güzel mekânıdır.”[8]
Bu nedenle insan, her şeye rağmen hasbî olmalı, hesabî olmamalıdır. Peygamberimizin tavsiyesine uygun olarak bizi aramayan yakınlarımızı, akrabalarımızı, dostlarımızı aramalı, “Neden aramıyorsun?” demek yerine, “Bir dost sesi duymanı istedim ve seni aradım” ya da “Bir dost sesi duymak istedim, seni aradım” diyebilmeliyiz. Böylece II. Ramses’in en büyük piramit olarak tanımladığı “kibrimizi” bir kenara bırakarak “o beni aramıyor, ben onu niye arayayım” demez; onları arar, gönüllerini alır ve bir nebze de olsa mutlu olmalarına vesile olmuş oluruz. Çünkü bu davranışımız, kendilerine değer verdiğimizi onlara hissettir, onları onurlandırır ve mutlu eder. Bize de insan olduğumuzu hatırlatır. Onları kaybettikten sonra hatırlamak ise vicdanlarımızı rahatlatmaz; bilakis merhum Ferit Kam’ın,
“Sağlığında nice ehl-i hünerin,
Bir tutam tuz bile yoktur aşına,
Öldürüp evvel onu açlıktan,
Sonra bir türbe dikerler başına” diyerek hicvettiğidavranışın ve geç kalınmış bir itirafın muhatabı yapar.
Bu nedenle hayatta iken kendilerine değer verdiğimizi hissettiremediğimiz yakınlarımıza, dostlarımıza, arkadaşlarımıza veya haksızlık ettiğimizi düşündüğümüz kişilere, ölümlerinden sonra değer verdiğimizi göstermek için övgü dolu üç beş kelam etmek, şiir yazmak veya mezarlarını ziyaret etmek ya da türbe dikmek, yaralı vicdanları rahatlatır mı, rahatlatmaz mı, rahatlatırsa ne kadar rahatlatır? Bilinmez. Bilmemiz gereken bir şey varsa, o da hesabî olmamak için çaba göstermek, imkânımız ölçüsünde davranışlarımızda hasbî olmaya çalışmaktır.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Şuarâ, 26/ 109
[2] İnsan, 76/ 9.
[3] Buhârî, Megazî, 45
[4] Nisa,4/94.
[5] Tirmizî, Birr, 63
[6] İbn Hanbel, III, 439.
[7] Buhârî, Edeb, 15.
[8] Xsentus İ.Ö. 9. Yy. http://turkdili.gen.tr Eski Bir Tapınak Yazıtı