Her Cumartesi ve Pazar günü 07.00-07.50 arası Akit TV‘de yayınlanan “Aşır Aşır Kur’an” derslerimizin kayıtlarında Fâtır suresine geldik. Fâtır/18. ayetin meali şöyle: “Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez. Günah yükü ağır basan, yükünün sırtından alınmasını istese, en yakını bile yükünün bir bölümünü kendi sırtına almaz. Sen sadece görmeden Rablerinden korkanları ve namaz kılanları uyarabilirsin. Kim kötülüklerden arınırsa kendi yararına arınmış olur. Sonunda dönüş Allah’adır.”
Sorumluluğun ve cezanın şahsiliği ilkesi hem ahlâk bilincini hem de davranış tarzını kesin biçimde etkiler. Her insanın davranışlarının cezasını göreceği, başkasının davranışlarından sorumlu tutulmayacağı fakat kendi davranışlarının sorumluluğundan da yakayı kurtaramayacağı bilincine vardığını düşünelim. Bu bilinç o kişiyi uyanık tutan güçlü bir etken olur. Adam hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çeker. Üstelik başka birisinin kendisine faydalı olacağı ya da sorumluluk yükünü paylaşacağı yolundaki bütün yanıltıcı amellerden sıyrılır. Bu ilke aynı zamanda insana güven aşılayan bir etkendir. Bireyler toplumların suçlarından sorumlu tutulacakları endişesinden kurtulurlar. Fertler topluma öğüt verip, ellerindeki bütün imkânları kullanarak onu sapıklıktan alıkoymaya çalıştıktan sonra görevlerini yapmış olacaklarının ve kendi kişisel iyi davranışlarının yararı ile baş başa kalacaklarının vicdan huzurunu hissederler.
Allah insanları gruplar halinde değil tek tek hesaba çeker. Herkesi kendi davranışlarından dolayı ve sorumluluğunun sınırları içinde yargılar. İnsanın dilinin döndüğü kadar başkalarına öğüt vermesi, elinden geldiği oranda bozuklukları düzeltmeye çalışması gerekir. Bu herkesin görevidir. Eğer birey bu görevi yerine getirirse, artık toplumun içinde yüzdüğü kötülüklerden sorumlu değildir. Tersine o, yaptığı iyiliklerin ödülleri ile baş başa kalır. Buna karşılık toplumun iyi olması da kötü bir kimseye fayda sağlamaz. Çünkü Allah insanları gruplar halinde hesaba çekmez…
Ayette bu gerçek, Kur’an üslubuna uygun bir somutlaştırma yöntemi ile dile getiriliyor. Bu yüzden de daha etkili, daha içe işleyici oluyor. Ayet bu ilkeyi şöyle somutlaştırıyor: ‘Herkes kendi yükünü sırtında taşır. Hiç kimse başkasının yükünü taşımaz. Eğer birinin yükü kendine ağır gelir de en yakın akrabasını bu yükün bir kısmını kendi sırtına almaya çağırırsa, ricasını kabul ederek yükünü hafifletecek bir yakın bulamaz.’ Burada bir kafile sahnesi karşısındayız: Kafilede bulunan herkes yükünü sırtında taşıyarak yürür. Yolunun sonunda terazinin ve tartma işlemini yapacak olan Allah’ın önünde durur… Yorgun ve bitkin olarak, yükünün ağırlığından başka hiçbir şey düşünmez, uzak-yakın hiçbir kişiyi gözü görmez…
Bu kafile sahnesinin arkasından Peygamberimize dönülüyor:
“Sen sadece görmeden Rablerinden korkanları ve namaz kılanları uyarabilirsin.”
Ancak bunlara yönelik uyarı başarılı sonuçlar verebilir. Bunlar Rablerini görmeden O’ndan korkarlar (haşyet ederler). Rableri ile iletişim kurmak ve O’na kulluk etmek için namaz kılarlar. İşte senin uyarılarından yararlanacak olanlar ve senin çağrılarına olumlu karşılık verecek olanlar bunlardır. Allah’tan korkmayanlar ve namaz kılmayanlar ile senin işin yok.
“Kim kötülüklerden arınırsa, kendi yararına arınmış olur.”
O bu arınmayı ne senin için ne de bir başkası için yapıyor. O arınmışlığın yararını görmek için kötülüklerden arınıyor. “Arınma” ince ve esnek bir kavramdır. Bir yandan kalbi, kalbin çarpıntılarını, duygularını içerdiği gibi, öbür yandan davranışı, yönelmeyi ve sonucunu da ifade eder. Görüldüğü gibi bu kavram son derece duygu yüklü ve kıvrak bir kavramdır…
Son cümle: “Nihayet dönüş Allah’adır.”
Hesaba çekme, ödül ve ceza verme yetkisi O’nun tekelindedir. Ne iyi bir işi hesaptan siler ne de kötü bir davranışı göz ardı eder. Ödüle ve cezaya ilişkin kararını başkasına, yani yapıları itibariyle kayırmacı, unutkan ve ihmalkâr olan insanlardan birine havale etmez.
Nasıl körlük ile görebilirlik, karanlık ile aydınlık, gölge ile kavurucu sıcak, hayat ile ölüm bir değilse (19-22. ayetler), bunlar yapısal olarak birbirine taban tabana zıt şeyler ise, tıpkı bunun gibi Allah katında müminlik ile kâfirlik, iyilik ve kötülük, hidayet ile sapıklık da bir değildir…
(Seyyid Kutub, Fî-Zılâli’l-Kur’ân‘dan)
Abdullah Yıldız