İslâm, Müslümanların bir devlet çatısı altında birlikte yaşamalarını öngörürken, devlet kurumunun gerekliliğine işaret etmekle beraber devletin yönetim biçimi ile ilgili somut bir açılım göstermemektedir. Demek oluyor ki devletin şeklî yapılanması ve yönetim tarzı, zaman ve mekâna göre tamamen şuurlu Müslümanların tercih ve inisiyatifine bırakılmıştır. Buna paralel olarak İslâm’da her ne kadar standart bir devlet modeli bulunmuyorsa da hem Kuran ve Sünnetin emir ve önerilerinden, hem de asr-ı saadetteki uygulamalardan yola çıkarak, ideal bir devlet modelinin temel esaslarını belirleyebiliriz. Bu doğrultuda bu yazıda bugün ideal devletin adalet ilkelerini ortaya çıkartma çabasında olacağım:
Adaleti Esas Alan Bir Hukuk Devleti
Adalet, hak, hukuk, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygunluk ve doğruluk anlamlarına gelen hem ahlâkî bir erdem, hem de bütün insanların eşit yaratıldığını ve dolayısıyla fırsat eşitliği doğrultusunda herkesin sosyal-refah içinde yaşamayı hak ettiğini ifade etmek isteyen hukukî bir terimdir. Hukuk ise, bir toplumun umumî menfaatini veya fertlerin müşterek iyiliğini sağlamak maksadıyla konulan ve kamu gücü ile desteklenen kaide, hak ve kanunların bütünüdür. Bir başka ifadeyle hukuk, insanların bir arada yaşama mecburiyetinin tabiî bir neticesi olarak, belirli bir toplumda fert ve grupların sosyal münasebetleri ve faaliyetleri üzerinde normatif ve yaptırımcı bir etki yapan, toplum tarafından meşru olarak kabul edilen (adalet ekseninde oluşturulmuş) kanunî düzenlemelerdir.
İslâm devletinde ise kanunların kaynağı, İslâm’ın Kitap ve Sünnette getirdiği şer’i hükümlerdir. İslâm adaletini ve hukukunu ahlâktan bağımsız olarak düşünemeyiz. İyi, güzel, faydalı ve doğru gibi kavramlardan hareketle meydana gelen ahlâk, müstakil bir yapıya sahip olması açısından hukuktan ayrılırken, olması gerekeni gerçekleştirme boyutuyla hukukla paralellik arz etmektedir. Dolayısıyla İslâm devleti, Hz. Peygamber (sav) tarafından tamamlanmış ahlâkın güzel ilkelerini benimseyen, fertlere şeriat hükümleri doğrultusunda hukuk (temel haklar) güvenliği sağlayan âdil bir devlet düzenidir. Kuran’a göre bir devletin hukuk sistemi (terazisi) doğru (âdil) olmalıdır. Bu da ancak adalet ile mümkündür. Allah, geniş anlamda terazi sembolüyle verdiği adaletin nasıl uygulanacağını aşağıdaki âyetle açıklamaktadır:
“Ve tarttığınız zaman, şaşmaz (doğru) bir teraziyle tartın. İnsanların hak ettikleri şeylerden, yoksun bırakmayın ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak, karışıklık çıkarmayın.”[1]
Devlet başkanı dâhil hiç kimse şer’i hükümlerin dışına çıkamayacağı gibi İslâm hukukuna aykırı kanunlar da çıkaramaz. İslâm hukukunu kasten reddeden bir kişi, Allah’ın koymuş olduğu hükümleri inkâr etmiş olmakla beraber küfre girer. Çünkü kim, İslâm hukukunu bildiği halde Allah’ın indirdiği ahkâm ile hükmetmezse kâfirlerden olmuş olur.[2]İnkâr etmese bile sırf nefsanî arzular, fıtrî ve manevî sapmalar yüzünden Allah’ın hükümlerini, uygulama imkânı olduğu halde, tatbik etmeyen yetkili kişiler ise haktan yüz çevirmiş olur, kendilerine ve insanlara zulmetmiş olur.[3]
Hz. Peygamber (sav) bir hadis-i şeriflerinde devletlerin ve toplumların adalet çizgisinden ayrılmanın getireceği olumsuz sonuçlarını bize bildirmiştir. Buna göre âdil olmayan, zulme meyilli, acımasız ve ahlâkı bozuk idarecilerin işbaşına gelmeleri veya getirilmeleri sebebiyle sosyal nizamın ve toplumsal huzurun bozulması mukadderdir. Bunun yanında hâkimlerin değişik gerekçelerle para/rüşvet karşılığında hüküm vermeleri sonucunda adalet sisteminin de sarsılacağı kesindir. Siyaset ve hukuk alanındaki yozlaşma ve bozulma, toplumsal çalkantılara sebebiyet verecek, terör eylemleri gibi toplumsal şiddet olayları ortaya çıkacaktır. Hukuktan uzaklaşan devlet de kamu düzenini yeniden tesis etmek gerekçesiyle idarî gücünü güvenlik güçlerinin sayısını artırarak sağlamaya uğraşacaktır. Bu kaotik ortamda devlet ve millet arasındaki güven sarsılacak ve Müslüman toplumlar, huzur ve refahtan hep uzak kalacaktır. [4]
Dolayısıyla İslâm toplumunun fertleri, hem kendi bünyesinde, hem de devlet idarecilerini seçerken, adalet çizgisinden ayrılmamalıdır.
“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, takvaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”[5]
İdareciler de insanlar arasında hüküm verdiklerinde adalet ilkelerine uygun tarzda karar vermeleri gerekmektedir. İlgili âyet, tam da bu noktaya işaret etmektedir:
“Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”[6]
Kuran, insanlara şeriatın ilahî bir kanun (hüküm) olduğunu ve insanların elinden çıkmadığını belirtmektedir. Dolayısıyla şeriat, tabiî yasalardan farklıdır; çünkü tabiî yasalar insan mantığıyla yürütülür ve dolayısıyla eksiksiz değildir. Şuurlu Müslümanların nezdinde vahiy temelli olan herhangi bir kanun, hikmete dayandığı için meşrudur ve hüküm niteliğindedir. İnançlı Müslümanlar (muttakiler), bu hükme kerhen değil, benimseyerek uyar. Çünkü uhrevî müeyyidesinden korkarlar. Ahiret (mahşer) inancı, Müslümana dünyanın hem geçiciliğini, hem de ilahî kanunlara uymanın önemini hatırlatır.
İdeal devlette devlet başkanının ve idarecilerin İslâm hukukuna uygun hareket etmelerini sağlayan şura gibi yargısal denetim mekanizmaları bulunmaktadır. İdarenin kanunî/meşru olmayan düzenlemelere ve keyfi hareketlerine karşı vatandaşların hukuken korunmaları için, idarenin yargı denetimine açık olması, İslâm devleti mantığına göre zaruridir. Müslüman devlet adamları veya siyasî liderler, devletin işleyişini âdil bir nizama dayandırdıklarında hukuk sistemini oluşturmuş olur. Adalet ilkelerinden taviz vermeyen bir hukuk devleti oluşturmak, Kuran ve Sünnetin ruhuna pek tabiî ki en uygun olanıdır. Ancak bir hukuk devletinin gerçek anlamda adalet ilkelerine uyup uymadığı, o devletin başında olan yöneticilerin adaleti benimseyip benimsemedikleri ile yakından ilgilidir. Bunun için bir Müslüman devlet adamının adalet bilinci en yüksek seviyede ve bütün tutum ve davranışları hakkaniyetli olmalıdır.
İdeal Devlet, Eşitlik İlkesini Hayatın Her Alanında Uygular
İdeal devlet, adaleti İslâm hukukunun bir âmir hükmü olarak gördüğü için, aynı zamanda buna bağlı olarak eşitlik ilkesini de benimseyen ve tatbik eden bir devlettir. Eşitlik, bedenî, dinî, ırkî ve(ya) sosyal özellikleri ne olursa olsun, insanlar arasında hukukî, sosyal ve siyasî haklar yönünden ayırım bulunmaması durumudur. Sosyal hukuk dilinde eşitlik, insanların sosyal hayatta, kanun ve hâkim önünde, hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadan eşit muamele görme hakkından yararlanabilmesidir. İnsanların mahkemede ve hâkim önünde eşit muameleye tâbi tutulurlarsa, aynı hükümlere muhatap olur.
İslâm hukukunda kanun önünde eşitlik ilkesi, adalet ilkesi ile eş anlamlıdır. Ne var ki ideal devlet modelinde eşitlik ilkesi sadece hukukî boyutuyla sınırlı bir kavram değildir. Eşitlik ilkesi, toplum hayatında da geçerli olması gereken ahlâkî bir normdur. Buna göre eşitlik ilkesini her alanda uygulamak, adaleti sosyal hayatta da işlerlik kazandırmak anlamına gelmektedir. Bu bağlamda İslâm devletinin yöneticilerinin vatandaşlarına eşit ve tarafsız davranmaları şarttır. İdeal devlette hiçbir gruba veya vatandaşa ayrıcalık veya imtiyaz tanınamaz; zira Kuran, insanların bir kaynaktan geldiğini vurgulamakta ve mutlak hükümranlığın Allah’a ait olduğunu ifade etmektedir.
[1]Kuran; Şuara (26): 182-183.
[2]Kuran; Maide (5): 44.
[3]Kuran; Maide (5): 45.
[4]Hz. Peygamberin (sav), toplumsal yapının bozulacağına dair gaybî (geleceğe ait) bilgiler içeren hadis-i şerifin tam açılımı şu şekildedir: “Sizin için 6 şeyden korkarım: Sefihlerin idaresi (kötü ahlâk sahibi kişilerin yönetimi). Hükmün satılması (Hâkimlerin rüşvet alması ve adaleti sarsmaları). Kan dökülmesi (terör, toplumsal şiddet, cinnet vakıaları vb artması). Akrabadan ziyaretin kesilmesi (sosyal ilişkilerin bozulması). Kuran’ı nağme aleti yapan bir grubun ortaya çıkması. Polislerin (askerlerin) çoğalması.” (Ahmed bin Hanbel; Müsned; VI; 22).
[5]Kuran; Maide (5): 8.
[6]Kuran; Nisa (4): 58.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi