Hayatımız, farklı olaylar ve sıkıntılarla sürekli etki altında bulunuyor. Bütün bu beklenmedik ve planlanamayan gelişmeler karşısında, büyük bir irade ve hayat felsefesine ihtiyacımız olduğunu hiç düşünebildik mi? Acaba bütün bu sarsıntılı ve stres içerisindeki hayata karşı ne gibi hazırlıklar içindeyiz? Bunları değerlendirebilecek, “özel bir zaman”ımız var mı? Ben, böyle bir soruya, çoğumuz için olumlu bir cevap bulabildiğimizi sanmıyorum. Çünkü, oldukça hissi yönelişler içinde ve kendi beklenti ve ihtiyaçlarımızla çevrilmiş bir hayatın içerisinde sıkışmış bir halde bulunuyoruz.
Kendimizi tanıma ihtiyacı:
Öncelikle, sıkıntı ve problemlere alışkın değiliz. Dertlerin, olağanüstü ve beklenmedik şeyler olduğunu düşünüyor ve zorluklar karşısında telaşa kapılıyoruz. Acıların, kederlerin veya hastalıkların hep başkaları için olduğunu zannediyoruz. Yoğun sıkıntılarla yüzleştiğimizde, büyük bir moral bozukluğu ve yıkım ile karşı karşıya kalıyoruz. Beklenmedik ve planlanması mümkün olmayan olaylar karşısında, kapsamlı bir hayat felsefesinin eksikliği, önemli bir boşluk olarak kendisini hissettiriyor. Bu tür bir hayat felsefesi, çevremizdeki olaylar üzerinde geçerli olan iradenin, ne ölçüde bizden; ne ölçüde de bizim dışımızda cereyan ettiğini açıklayabilmelidir. Böyle bir düşünce ve kavrama çabası ile, hadiselere karşı “hazırlıklı olmak”, psikolojik bir rahatlığa yol açacaktır. Çünkü, bizi asıl rahatsız eden şey; beklenmedik olayların varlığı ile yüzyüze gelmektir.
Bu tür bir bakış açısı, kader ve insan üstü bir gücün varlığını kabul etmeyi gerektiriyor. Aksi halde, olayları açıklayabilecek bir dayanağımız yok. Eğer böyle geniş bir “manevi kültür”e sahip isek; kendimizde bulunan kuvvetleri, problemleri karşılama yönünde geliştirme imkanını elde edebiliriz. Böyle bir çaba bile, kişinin sosyal ve psikolojik dünyasındaki oluşumlara karşı kendini hazırlaması gibi, önemli bir “savunma mekanizması”na ulaşmasını sağlayabilecektir.
Hayat felsefesine sahip olma ihtiyacı:
Elbette ki, hayattaki olaylara ve gelişmelere karşı; bir savaşçı mantığı ile yaklaşmayı düşünmemek durumundayız. Hayatı ve olayları, olduğu gibi kabul ederek; sahip olduğumuzu bilgi, ahlak ve yaşama felsefesinin temel dayanağı olan dini değerlerin yardımıyla en uygun hayat görüşüne ulaşmamız gerekiyor. Bunun tersi olan tutumlar, günlük hayatımızda çok yönlü bunalım ve çelişkileri; azımsanmıyacak bir biçimde ortaya çıkarmaktadır.
Kaderin getirdiklerine isyan eden, sıkıntıları kabullenemeyen, acılarla yüzleşmeye hazır olmayan çok sayıda insan, bir yandan kendi hayatını sıkıntılara sokarken; öte yanda, çevresinde de huzursuzlara yol açabilmektedir.
Bu konu, kişinin yaşama felsefesi ile ilgili, ciddi bir düşünce ve muhakeme etme seviyesine ulaşılmaması ve hayatı yaşanmaya değer kılabilecek, “anlayış ve kurallar”a sahip olamamasını gösteriyor.
Zor ve mücadeleci bir dünyada yaşarken, kendi iç alemimizi ve bu aleme hakim olan değer ve bilgileri, yeniden edinmek ve onları hayatın getirdiği gelişmeler ile yeniden yorumlamak gerekiyor. Öyle sanıyorum ki, bugün muhtaç olduğumuz ciddi bir gerekliliktir. Böylece, yaşama ile ilgili muhasebe sayesinde; dünyayı daha farklı idrak ederek, sahip olduğumuz değerlerin farkına varacak ve güçsüzlüğümüzün de sırlarını keşfedip, varlığımızın gerçeğini kavrayabileceğiz.
Bütün bu özellikleri, kuralları ve değerleri kaybolmuş bir dünyada nasıl elde edebileceğiz diye kaygı duymak, kendimizdeki güçlü fikir ve duyguların önemini bilmemek olacaktır. Dünya kurulalı beri, kargaşa, entrika ve yalanlar hayatı etkiliyor. Ama, bütün bunlara karşı insan, güçlü inanç, bilgi ve kültür ile hayatı, yeniden asıl merkezine, “varoluş kanunları”nın yönüne dönüştürebiliyor. Yeter ki, inanç ve şuur içerisinde bir hayat programına uymak, yalan ve sahtelikler dünyasından kendimizi çekip alabilecek kararlılığa ulaşmaya çalışmaktır.
Prof. Dr. Sami Şener