Aklımız kâr ve zarara erdiği andan itibaren, hesabımızı/muhasebemizi yapmaya başlarız. Babasının verdiği harçlığı nasıl harcayacağını planlayan çocuğumuzdan, dev yatırımlar projelendiren sanayicimize varıncaya kadar, herkes bir hesap içindedir.
İşin dünyaya dönük tarafında muhasebemize diyecek yoktur. Daha ilköğretim sıralarında, dördüncü sınıfta okuyan öğrencimiz, bursluluk ve yatılılık imtihanının heyecanı ve hesabı içindedir. Lise döneminde de üniversite sınavının kaygısı başlar. Lise son sınıfta bu kaygı doruk noktaya ulaşır. Bunları yadırgadığım için dile getirmiyorum, kınamıyorum da… Bugünkü eğitim hayatının insanımıza yüklediği sorumlulukların aşamalarıdır bunlar… Dünyada belli bir yer edinmenin çırpınışlarıdır… Benim itirazım, bu hesabın sadece dünyaya yönelik olmasınadır. Dünyamızı imar için bu tasarımların muhasebesini yaparken, ahiretimiz için bu dozda ve bu heyecanda bir planımız ya yoktur ya da çok zayıftır.
Çocuğumuzu üniversite sınavına motive edip heyecan ve gayret içine sokarken, aynı heyecanı ve motivasyonu kıyamet sınavı için yapmıyoruz. “İstikbalini/geleceğini garanti etmek için üniversiteyi kazanmalıdır” diyoruz; fakat ahiret istikbalini, “dünya” kadar kaale almıyoruz. “Ey iman edenler! Kendinizi ve aile fertlerinizi ateşten/cehennemden koruyun” (66 Tahrim, 6) ayeti çerçevesinde düşünerek dünyada açlık, işsizlik, şahsiyetsizlik ateşinden korunmaya ve aile fertlerimizi korumaya çalıştığımız kadar, cehennem ateşinden korunma ve korumaya çalışmıyoruz. En azından çocuğumuz, dünyasını imar ederken ahiretini imha etmesin “Sizin hayırlınız; dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk etmeyip her ikisini birlikte yürüteninizdir. Çünkü dünya, ahirete ulaştırıcı bir vasıtadır. Sakın insanlara yük olmayın.” (Ramuzu’l Ehadis, sh.363) hadisi şerifi gereğince hareket etmiyoruz.
Nebiyyi Muhterem (s.a.v.), akıllı insanın tanımını şöyle yapıyor: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Sefih/aciz/ahmak kişi de, nefsini hevasına tâbi kılan ve Allah’tan dileklerde bulunup duran/bunu yeterli sayandır.” (Tirmizi, Kıyame, 25; İbni Mace, Zühd, 31)
Hâlbuki bizim dünya anlayışımıza göre akıllı; dünya için hesabını-kitabını iyi yapan, işini-gücünü yoluna koymuş, yatırımlar yapan, kazanan, maddi bakımdan problemlerini halletmiş bulunan kişilerdir. Bizim “akıllı kişi” tarifimiz bundan öteye geçmez. Hâlbuki hadisi şerifte akıllılığa “ahiret” boyutu eklenmektedir. “Herkes yarın için ne gönderdiğine baksın” (59 Haşr, 18) ayeti de, ölüm sonrası için çalışanların ne kadar isabetli ve akıllıca davranmış olduklarını belgelemektedir. Projelerimizin ve yatırımlarımızın ahirete dönük tarafı yoksa hesabımızı eksik yapıyoruz ve kendimize yazık ediyoruz demektir.
Tirmizi, yukarıdaki “akıllı insan” hadisini naklettikten sonra, “men dâne nefsehû”/ nefsine hâkim olan ifadesinin “kıyamette hesaba çekilmeden önce, öz nefsini hesaba çeken kişi” demek olduğunu belirtmektedir. Daha sonra da bu anlamı destekleyen iki görüş nakletmektedir. Birincisi Hz. Ömer (r.a.)’den: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin. Büyük duruşma için hazırlık yapın. Ahiretteki hesap, ancak dünyada nefsini hesaba çekmiş olanlar için hafif ve kolaydır.”
İkincisi ise Meymun İbni Mihran (r.a.)’a ait. O da şöyle diyor: “Kul, yiyimi ve giyimi nereden diye ortağını gözetleyip durduğu gibi, kendi öz nefsini denetlemedikçe asla takvaya eremez.” (Tirmizi, Kıyame, 25)
Rasûlullah (s.a.v.)’in dilinde âcizin ya da sefihin alameti “nefsini, heva ve heveslerine tâbi kılmak” sonra da “Allah’tan temennilerde bulunmak” olarak belirlenmiştir. Kendisini arzularının uydusu kılmış insanlar, bir ölçüde dünya ve ahirete yönelik bütün iddialarından vazgeçmişlerdir. Sorumluluklarına sahip çıkamamakla birlikte zaman zaman kapıldıkları hesap verme kaygısı, onları kuru kuruntulara, boş ümitlere “Allah kerimdir, affedicidir” temennilerine sevkeder. Oysa temenni, hiçbir şeyi değiştirmez, sadece kişiyi aldatır, tembelliğe sevkeder. Nefsine uymuş kişilerin belki de tek çareleri, kuruntu ve temennilerle avunmaktır. (Prof.Dr.İ.Lütfi Çakan, Hadislerle Gerçekler, 2/92)
Boş kuruntu ve temenni peşinde olanlara Yüce Allah’ın ciddi uyarıları vardır: “Ey insanoğlu! Seni yaratıp sonra şekil veren, düzenleyen, dengeli kılan, istediği şekilde seni dizayn eden, çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?” (82 İnfitar, 6)
“Kullarıma Benim; bağışlayan, merhamet eden olduğumu, aynı zamanda azabımın da can yakıcı bir azap olduğunu haber ver.” (15 Hicr, 49)
Yüce Allah’tan dilekte bulunmak yasaklanmış değildir. Aksine teşvik edilmiştir. Ancak böylesi bir umut için, kendine düşeni yapmış olmak da gereklidir. Bakara suresinin 218. ayetinde ilahî rahmeti umut etmek için iman, hicret ve cihad gibi dinin temel gereklerini yapmış olmanın lazım geldiği anlatılmaktadır. Herhangi bir işi yapmadan, kuru kuruya ümit ve dilekte bulunmaya “temenni” denilmektedir. Böylesine kuru bir temenni ile yetinen kişi elbette kendisinden beklenen basireti ve akıllılığı gösterememiş, en ciddi konuda en anlamsız davranışları sergileme basitliğinde bulunmuş demektir. Böylesi bir durumda Allah’ın mağfiretini ummak, kabaca “Allah beni de affetmeyecekse kimi affedecek” gibi ciddiyetten uzak efelenmelerde bulunmak, tam anlamıyla “Allah ile aldanmak” olur. (Prof.Dr.İ.Lütfi Çakan, a.g.e., 2/136).
Nitekim Allah ile aldanmak, günah üzere devam edip bağışlanma ummaktır. (Bkz. Acluni, Keşfu’l Hafa, 2/136)
Bu durumdaki insanlara şu ayeti hatırlatmakta büyük fayda vardır: “İşte Rabbinize karşı beslediğiniz bu zannınız, sizi helak etti, zarara uğrayanlar olup çıktınız.” (41 Fussilet, 23).
Öte yandan unutulmamalıdır ki, kuruntular kurarak avunmak, şeytanın insanları iğfal/ayartma taktiklerindendir. “Şeytan onlara va’dlerde bulunur, kuruntular kurdurur. Fakat şeytanın onlara va’di aldatmadan başka bir şey değildir” (4 Nisa, 120) ayeti kerimesi bunun delilidir.
İşte muhasebe ve murakabesini iyi yapan akıllı insan, şeytanın taktiklerinden olan kuru kuruya Allah’tan temennilerde bulunarak, yatırımlarını sadece dünyaya odaklamayıp, ahireti de hesaba katandır. Hesabını hem dünyasını hem de ahiretini kurtaracak şekilde yapandır. Dünyada bir takım başarılar elde etmek için girdiği imtihanlarda duyduğu heyecan ve kaygıyı, ahiret imtihanı için de duyandır. Bütün bunlardan dolayı Müslümanın hayatında muhasebe ve murakabe çok önemlidir.